Fethiye Saklıkent Koruma Platformu “FETHİYE YÖRESİNDEKİ HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN (HES’LERİN) YOLAÇTIĞI SORUNLAR ” başlıklı bir broşür yayınladı. Broşürü yayınlıyoruz:
FETHİYE YÖRESİNDEKİ HİDROELEKTRİK SANTRALLERİN (HES’LERİN) YOLAÇTIĞI SORUNLAR
2011 Kasım ayına dek geçerli olmak üzere Fethiye yöresinde 2 tanesi faaliyet halinde, birinin baraj gölünde su tutularak iki ünitesinden biri işletilmeye başlanmış, geri kalan 14 tanesi değişik proje aşamalarında olan; çeşitli şirketler tarafından elektrik üretim lisansı alınmış 17 tane HES sorunu var. Bu listede yer aldığı halde Fethiye Kaş sınırını oluşturan Eşen Çayı üzerindeki “Eşen HES” projesi resmi olarak Antalya ili sınırları içindedir. Yine, Kargı Çayının gözü Kızıldere üstündeki “Göcek HES” projesi Dalaman ilçemize bağlı Çöğmen köyündedir. Her ikisinin de çevremizdeki HES sorunları listesine eklenme nedeni, yapılmaları durumunda ilçemize bağlı köylere zarar verecek olmalarıdır.
Yöremizdeki HES sorunları yukarıda saydıklarımızdan ibaret değildir. Şirketler açısından çok kârlı, toplum ve doğanın dengesi bakımından son derece zararlı olan bu yapıların sayısının yakın gelecekte daha da artırılması planlanıyor. Mart 2011’de askıya çıkarılan ve Aydın, Muğla, Denizli illerini kapsayan 1/100 bin ölçekli Çevre Düzenleme Planına göre, Fethiye çevresinde 18 tane daha yeni HES yapılması tasarlanıyor. Böylece yöremizdeki toplam HES sayısı 35’e çıkacaktır. Eğer şimdiden mücadele vermezsek, bu sayının daha da artması ve çevremizdeki akarsuların her karışının şirketlere devredilmesi kaçınılmazdır. Aşağıda anlatılanlar, bunun nedenlerini açıklamaya yöneliktir.
* * *
Ülkemizde sanayi, tarım, madencilik, altyapı yatırımları ve kentsel gelişim planları 1/100 bin ölçekli plana göre yapılıyor. Olağan durumda bu tür planların yörede yaşayanların talepleri dikkate alınarak ve toplumun çıkarlarına uygun biçimde hazırlanması gerekir. Ama ülkemizde toplumun olağan biçimde yönetildiği söylenemez. Son 30 yıldır planlamada belirleyici olan, toplum yerine şirket çıkarlarının göz önünde tutulmasıdır. Bu nedenle resmi belgelerdeki yatırım kararları, şirketlerin daha çok kâr edeceği biçimde tasarlanmaktadır. Dolayısıyla Fethiye çevresindeki mevcut HES projelerine karşı büyük bir muhalefet varken, söz konusu yüz binlik planda yöremizdeki HES sayısının iki katına çıkartılmasının nedeni Fethiyelilerin daha çok HES yapılmasını istemesi değil, bu alana kârlı yatırımlar yapabileceklerini uman şirketlerin istekleridir. Çünkü bu yatırımlar sağlanan kredi kolaylıkları, üretilen elektriğe alım garantisi verilmesi, arazi tahsislerinin sorunsuz yapılması gibi nedenlerle; şirketlerin öncelikli tercihleri arasındadır. Ayrıca yöremizin coğrafi özellikleri, Toroslardan hızla inerek Akdeniz’e ulaşan derelerimiz üstüne çok sayıda santral kurulmasını mümkün kılıyor. Henüz söz konusu plan resmiyet kazanmamış da olsa, sayılan nedenlerle yöremizdeki akarsular için yeni elektrik üretim lisansları dağıtılması ve buralara HES kurmak isteyen şirketlerin köylerimizi ziyaret etmeye başlaması an meselesidir.
Yürürlükteki projelere olduğu gibi, sözkonusu plandaki HES girişimlerine karşı da Fethiye Saklıkent Koruma Platformunun meşru mücadelesi sürecek ve ,derelerimizin şirketlere verilmesine seyirci kalınmayacaktır. Başta muhtarlarımız, belediye yönetimleri, TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) Fethiye Temsilciliği olmak üzere; sözkonusu plana yurttaşlar ve sivil toplum örgütleri gereken itirazları yapmıştır.
Öte yandan, yüz binlik planda yalnızca HES tasarıları yer almıyor, aynı zamanda Seki Beldesi ile Boğalar Köyü arasına ve Gökben Köyü yakınlarına iki tane sulama barajı yapılması da düşünülüyor. Karabel’de zaten 6 bin dönümlük bir alanı kaplayan Göltaş Enerjiye ait Eşen I HES baraj gölü varken şimdi yöreye iki tane daha göl yapılması, nem ve sıcaklık dengesini bozarak iklim değişikliğine bağlı çeşitli sorunlara yol açacaktır. Ve bugün yalnızca sulama amacıyla yapılmak istenen bu barajlar, yarın elektrik üretmek için de kullanılacaktır. Ülkemizde bunun örnekleri çoktur. Yörede sulu tarım yerine, iklim değişikliğine yol açmayacak ve çevreye uyumlu başka üretim faaliyetleri planlanmalıdır.
Bilindiği üzere Fethiye çevresinde iki tane önemli akarsu bulunuyor. Biri Elmalı yakınlarından çıkan ve Patara kumsalından denize ulaşan yaklaşık 130 km. uzunluğundaki Eşen Çayıdır. Geçtiği yerlere ve birleştiği derelere göre kimi zaman “Seki Çayı”, “Ören Çayı”, “Koca Çay” adlarını da alır. Çayın denize ulaştığı “Çayağzı” denilen alan kuş ve deniz canlılarının üremesine elverişli olduğu için “özel koruma bölgesi” olarak belirlenmiştir. Yine aynı çay üzerinde Saklıkent Milli Parkı ve doğal sit alanı yer alır. Eşen Çayının Çaygözü, Akçay, Karaçay, Tezli Deresi gibi çok sayıda kolu bulunuyor. Çayın üzerinde şimdilik 13 tane HES lisansı var. Yüz binlik plana göre bu sayının 26’ya çıkarılması düşünülüyor.
Diğer önemli akarsu Dalaman- Çöğmen Köyü yakınlarından doğan ve yaklaşık 4 km. uzunluğundaki Kızıldere kanyonundan geçerek Yanıklar Köyü sahilinden denize ulaşan, toplam uzunluğu 20 km. dolayındaki Kargı Çayıdır. Yöremizdeki HES projelerinden 6 tanesi Kargı Çayı üzerindedir. Bunlardan 3 tanesi için üretim lisansı alınmış, yapılması için çalışılmakta ve çevre köylerdeki duyarlı yurttaşlarımız buna karşı mücadele etmektedir.
Geri kalan 3 HES sorunu ise eskiden Fethiye yakınlarından çıkan ama 1997–1999 yılları arasındaki HES inşaatı sırasında kurutulan Karapınar Deresi üstündedir. Kurulu durumdaki HESi çalıştırmak için Ören’den su taşınıyor. Yeni planda, burada 2 tane daha HES yapılacağı gösteriliyor.
HAVZALARA GÖRE YÖREMİZDEKİ HES LİSTESİ
I- Eşen Çayı ve kollarını oluşturan Yukarıakçay, Çaygözü, Tezli Deresi, Karaçay üzerindeki HESler: (Bilgiler2010 yılında DSİ Aydın Bölge Müdürlüğünden alındı.)
1- Eşen I ————-Göltaş Enerji AŞ – Bir ünitesi işletiliyor
2- Eşen II————-Göltaş Enerji AŞ – Tümü işletmede
3- Eşen III————Bereket Enerji AŞ
4- Eşen IV————Bereket Enerji AŞ
5- Çobanlar HES—-Çobanlar Enerji AŞ
6- Burgular-Gebeş–Ekol Enerji AŞ(Kiler Holding) Karaçay üstünde
7- Eşen HES———Ekol Enerji AŞ (Kiler Holding)
8- Çukurincir HES–Ernanur Enerji AŞ
9- Çökek HES——-Batıçim Elektrik Enerji Üretim AŞ – Tezli Deresi
10- Çaygözü HES—-Ernanur Enerji AŞ – Çaygözü Deresi
11- Sekiyaka II ——-Beyobası Enerji AŞ (Akfen Holding) Yukarıakçay
12- Sekiyaka I ——–Beyobası Enerji AŞ (Akfen Holding) Yukarıakçay
13- Çayan HES——-Beyobası Enerji AŞ (Akfen Holding) Yukarıakçay
Bu liste dışında, yüz binlik planda 13 tane daha HES projesi görünüyor.
II- Kargı Çayı üzerindeki HESler:
1- Erikoğlu-Keserali I————-Erikoğlu Enerji AŞ (Erikoğlu Holding)
2- Erikoğlu-Keserali II————Erikoğlu Enerji AŞ (Erikoğlu Holding)
3- Göcek HES———————-İmar Enerji İç ve Dış Ticaret AŞ
Yüz binlik plana göre Kargı Çayı üzerinde herhangi bir şirkete tahsis edilip edilmediğini bilmediğimiz 3 tane daha HES projesi var.
III- Karapınar Deresi:
- Fethiye HES——————-Fethiye Enerji TAŞ – İşletmede
Yüz binlik planda, Karapınar Deresi üstünde 2 tane daha HES projesi var.
YÖREMİZDEKİ HESLERİN YARATTIĞI SORUNLAR VE BUNLARA KARŞI VERİLEN MÜCADELELER
1- Fethiye HES: FETAŞ firmasına ait ve ilçe merkezi yakınındaki Karapınar Deresi üstüne kurulu. Şu an yapılanlardan farklı olarak 1999 yılında “yap işlet devret” modeline göre inşa edildi. Resmi kayıtlarda gücü 16,5 MW olarak belirtilse de, 2004 yılında Sayıştay tarafından hazırlanan “Yap-İşlet-Devret ve Yap-İşlet Modeli Kapsamında Yaptırılan Enerji Projeleri Hakkında Sayıştay Raporu / Enerji Raporu”nda gerçek gücünün bunun altında olduğu vurgulanıyor. Raporda, bu nedenle projenin öngörülen faydayı sağlamadığı ve kamuyu zarara uğrattığı belirtiliyor. Fethiye HESin işletilmesi için yaklaşık 70 km. beton kanalla Ören Çayından su getiriliyor. Bu su aynı zamanda Kemer-Eşen-Fethiye arasında sulama amacıyla kullanılıyor. Bu HES 1997 yılında henüz proje aşamasındayken, yapılması durumunda sulama suyu sıkıntısına neden olabileceği için DSİ mühendislerince eleştirilmiştir. Ancak proje yine de gerçekleştirilmiştir.
Yaptığımız görüşmelerde, HESe su taşıyan kanaldan yararlanan çiftçilerimiz yazın su sıkıntısı çektiklerini belirttiler. Gözlemlerimize göre bunun en önemli nedeni, masa başında hazırlanan sulama projelerinin gerçeklere uymayışıdır. Sonuçta çiftçilik fabrika işçiliğine benzemez, bir yaşam tarzıdır. Küçük üretici durumundaki çoğu çiftçimiz; ekip biçeceği alanı ve günlük yaşamını su salma saatlerine ve miktarına göre belirleyemez. Ayrıca sulu tarım yaygınlaştıkça daha çok arazinin sulanması talep edilecek ve su her zaman yetersiz kalacaktır. Salma su yerine damlama sulamaya geçilse bile, planlı tarım yapılmadığı sürece bu sorun çözülemez. Buna bir de yörenin su gereksiniminin şirkete göre ayarlanması eklendiğinde, HES yapılan yerlerde sulama suyu sıkıntısı çekilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Fethiye HESin yapımı sırasında çıkan hafriyat Karapınar deresiyle limana aktı ve dolmasına yol açtı. Bu sorun halen suyun taşıdığı alüvyon nedeniyle sürüyor. Sözkonusu projenin 2 yıl süren inşaatı sırasında hafriyat limana aktı. Bu nedenle artan şikâyetler üzerine, şirketin gerekli önlemi alması için inşaat çalışmaları 1998 yılında 60 gün süreyle Fethiye Kaymakamlığı tarafından durduruldu. Bu sırada dere yatağı ve kıyıları beton bloklar döşenerek ıslah edilmeye çalışıldıysa da, bir çökeltme havuzu yapılmadığı için sorun çözülemedi. Dönemin Fethiye Belediye yönetimi derenin limana ulaştığı yöredeki çamuru alarak zararı gidermeye çalıştı. Ancak çamur Çalış Plajı açıklarına döküldüğü için başka sorunlara yol açtı ve kıyıda kirlilik yarattı. Karadan kepçelerle ve denizden bir temizleyici gemiyle yürütülen limanı temizleme çalışmaları, 1999’da yeni belediye yönetiminin işbaşına gelmesiyle sonlandırıldı. Şu an kış aylarında taşıdığı alüvyonla dere limanı doldurmaya devam ediyor. Eski dere saniyede 2 metreküp su taşırken, şimdi bu miktar 13 metreküptür. Bu nedenle gelen alüvyon limanın hızla dolmasına yetiyor. Sorun, bir çökeltme havuzu yapılarak çözülebilir. Ayrıca şirket, şu ana dek dolmasına neden olduğu limanın temizlik masraflarını üstlenmelidir.
2- Eşen I ve Eşen II HES: Her iki HES de Göltaş Enerji Sanayi ve Ticaret AŞ’ne aittir. Göltaş Şirketler Grubu, Göltaş Enerjinin yaklaşık yüzde 63 hissesini elinde bulunduruyor. Sıralama değişik olsa da önce Eşen II HES yapıldı. Kurulduğu yer, Ören Köyü yakınında Karanlıkiçi Mevkii. Sözkonusu HES 43,4 MW gücündedir. 1997’de proje üzerinde çalışılmaya başlandı, 2000 yılında yapımına geçildi ve iki ünitesinin de tamamlanarak işletilmesi 2003 yılında gerçekleşti. Barajın kurulduğu yer Karabel Mevkii ile Ören Köyü arasında ve yaklaşık 800 metre derinlikte bir vadinin başlangıcıdır. Baraj deniz seviyesinden 418 metre yükseklikte bulunuyor. Barajda tutulan su 640 metre uzunluğundaki bir beton kanalla kanyonun batı yakası boyunca taşındıktan sonra, Ören Köyü yönündeki dağın içinden geçen 2618 m. uzunluğundaki tünele aktarılıyor. Buradan dağın öbür yüzüne geçen su 690 metre uzunluğundaki “cebri boru” denilen bir çelik boru içine alınıyor ve böylece deniz seviyesinden 211 m. yükseklikteki santral tribününe ulaştırılarak elektrik üretiliyor. Santralden çıkan ve “kuyruk suyu” olarak adlandırılan su da 590 metrelik bir tünelle tekrar Ören Çayına veriliyor. Toplam olarak akarsu yaklaşık 4 bin 500 metrelik bir kapalı sistem içinde, toprak ve havayla ilişkisi kesilmiş halde akıyor.
Bu HES havzası da diğerleri gibi dikenli telle çevrili. Yöredeki köy ve mahalle sakinleri havzanın içinde kalan geleneksel yolları kullanıyorlar. Şirket bu yolları, tel örgülerin devamı olan “girmek yasaktır” yazılı demir kapılarla kapatmış ve servis amaçlı olarak kullanıyor. Ayrıca yöre turizm açısından da önem taşıdığından, yıllardır turist gruplarının gezi güzergâhında yer alıyor. Kapıların açılarak yolların kullanılması, HES güvenlik görevlileriyle köylüler ve rehberler arasında kimi zaman sürtüşmelere yol açıyor.
Bu anlatımdan da çıkartılabileceği gibi sözkonusu projenin yapımı sırasında doğa geri dönüşsüz biçimde tahrip edilmiş. Eşsiz bir doğal güzelliğe sahip Karanlıkiçi kanyonunun neredeyse bir yanı tümüyle kanal ve tünel inşaatları yüzünden kazınmış durumda.
Likya ve Roma döneminde yerleşim alanı olduğu için, yöre tarihi eserler açısından zengin bir yer. Burada Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden kalma, kayaların içine oyulmuş ibadet yerleri var. Karanlıkiçi Mevkiindeki kimi tarihi eserlerin bir bölümü inşaat sırasında tahrip edilmiş. İnşaatta çalışanlar ve yöreyi eskiden beri bilenler, bu tahribatın tanıkları.
Kanyondan dağa doğru açılan 2 bin 618 metrelik tünel bir fay hattından geçiyor. İnşaatta çalışanlardan aldığımız bilgiye göre, dağın içinde önceden bilinmeyen 4 m. genişliğinde bir fay yarığı var. Bunun betonla doldurulmasının çok zaman aldığı belirtiliyor. Yörenin birinci derece deprem bölgesi olduğu göz önünde tutulursa, yapılan tünelin ve kurulan tesislerin ne kadar güvenilir olduğu; üzerinde durulması gereken bir konudur.
Eşen I HES için 27 Aralık 2004 tarihinde EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu) tarafından Göltaş firmasına Karabel Mevkiinde 60 MW gücünde bir HES kurulması için elektrik üretim lisansı verildi. Firmanın bağlı olduğu grubun yaşadığı sorunlar nedeniyle inşaat çalışmaları ağır aksak yürüdü ve baraj inşaatının tamamlanıp su tutulması ancak 2010 yılının son günlerinde gerçekleşebildi. Eşen I HESin ilk ünitesi 24 Mart 2011 tarihinde üretime geçti. Su, Karabel’deki baraj gölünden yaklaşık 6 km uzunluğundaki bir çelik boruyla taşınarak Ören ve Sahil Ceylan köyleri arasındaki santrale ulaştırılıyor.
Şu an Karabel yöresinde yaklaşık 6 bin dönüm verimli tarım arazisi su altında kaldı. Bunun için “acil kamulaştırma” uygulandı. 14 Eylül 2010 günü EPDK avukatları Yayla Ceylan ve Yayla Patlangıç köylülerinde düzenlenen toplantılarda, köylülere kamulaştırmaya ilişkin bilgi verdiler. “Saklıkent Koruma Platformu” olarak köylüler tarafından toplantılara çağrıldık ve şu gelişmelere tanık olduk:
Aynı gün içinde iki ayrı köyde toplantı düzenlenerek köylülere tarlalarının kamulaştırılacağı, yargıcın kamulaştırma bedeli belirlemek için geldiği sırada herkesin tarlasının başında olması gerektiği anlatıldı. Ayrıca toplantıda bir süre sonra barajda su tutulacağı da belirtildi. Ne yargıçların geliş zamanı, ne de su tutulmaya başlanacağı tarih konusunda bilgi verilmedi. Kamulaştırma fiyatlarının belirlenmesinden sonra bedellerin bankaya yatırılacağı, bedeli az bulanların dava açabileceği söylendi. Köylülerin soruları kısmen yanıtlandı. Gözlediğimiz ve konuştuğumuz kadarıyla köylülerin hemen hepsinin bu gelişmelerle ilgili herhangi bir ön bilgisi yoktu. HES projesi hakkında muhtarlar köylünün aydınlatılmasına çalışmamıştı. Büyük olasılıkla, yıllar önce köylerde projeyle ilgili düzenlenmesi gereken halkı bilgilendirme toplantıları yapılmış gibi gösterilmişti.
Toplantılar sırasında Göltaş adına şantiye şefi de konuştu. Şirketin su altında kalacak ev, okul, cami ve yolları yeniden yapacağını, kimsenin mağdur edilmeyeceğini üstüne basarak söyledi. Ellerinde bir sözleşme olmadığı sürece bu vaatlere inanmamaları konusunda köylülerimizi uyardık. Ancak resmi görevli olarak EPDK yetkililerinin de orada bulunması, köylülerin kandırılmasını kolaylaştırdı. Ve doğal olarak daha sonra bu sözlerin hiç biri yerine getirilmedi. Evi su altında kalan kimi yurttaşlar için yapımına başlanan evler yarım bırakıldı. Yollar su altında kaldı. Yıkılan caminin yerine yenisi yapılmadı.
Haber verilmeden 15 Aralık 2010 gecesi barajda su tutulmaya başlanması üzerine köylüler mağdur oldular. Ertesi gün platformumuzun da desteğiyle köylülerimiz yörede bir basın açıklaması yaptılar. Şu an 587 tapu sahibinin hemen hepsi bankadan kamulaştırma bedelini çekti. Genellikle dönüm başına 3 bin TL dolayında bir para ödendi. Dere yatağı olduğu için, burası yöremizin en verimli toprakları arasındadır. Yaklaşık 10 dönüm tarlası olan bir aile buradan kâr etmese bile, temel gereksinimlerini karşılayabilir. Ama eline geçen kamulaştırma bedeliyle aynı olanağa kavuşamaz. “Acil kamulaştırma” anlayışı çiftçiliğin bir yaşam tarzı olduğunu hesaba katmıyor, köylülerimizin eline üç beş kuruş tutuşturarak kente göçmelerine ya da toplum dışı kalmalarına neden oluyor.
Bu projenin yörede yarattığı bir başka sorun da, tarlaları baraj alanı dışında kalan köylülerimizin eskiden olduğu gibi dereden ya da gölden rahatça su alma olanağının ortadan kalkmasıdır. Çünkü köylülerimizin DSİ ile resmi bir sulama suyu alma anlaşması yoktur. Buna karşılık şirket suyun kullanım hakkını 49 yıl süreyle devralmıştır ve istediği zaman, resmen hakkı olmayanların suyunu kesebilir.
Burada dikkat çekici bir nokta da firmanın geçmişiyle ilgilidir. Bilindiği üzere Göltaş şirketler grubu Demirellere aittir. Şevket Demirel’in oğlu Yahya Murat Demirel’in Egebank’ı batırması üzerine, TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) 1999 yılında bankaya ve ilişkili gördüğü tüm şirketlere el koydu. Göltaş Enerji TAŞ da bu kapsamda 2008 yılına dek, 9 yıl süreyle TMSF yönetiminde kaldı. Dolayısıyla sözkonusu projeler, şirketin devlet kurumlarınca yönetildiği sırada gerçekleştirildi. Eşen II HESin faaliyete geçmesiyle birlikte TMSF şirketten alacaklarını tahsil etti ve daha sonra şirketi kârlı biçimde sahiplerine geri verdi. Bir kamu kurumu olan TMSF kendi zararını nasıl çıkaracağını düşünürken, yapılan yatırımların çevreye ve köylülerimize ne gibi zararları olacağını hesaplamadı.
Topraklarının önemli bir bölümü su altında kalan Yayla Patlangıç köyünün durumu da dikkat çeken ayrı bir konu. Yayla Patlangıç, ilçe merkezinden 60 km. uzakta olmasına rağmen 1992 yılında Fethiye Belediyesine bağlandı ve ilçenin bir mahallesi haline geldi. Bu sırada köylüler emlâk vergilerini belediyeye ödüyor ama karşılığında herhangi bir hizmet alamıyorlardı. Fethiye Belediyesi yöredeki insanların hizmet talebine uzun yıllar yanıt vermedi ve nihayet 6 Aralık 2004 tarihinde belediye meclisi kararıyla “hizmet veremediği için” Yayla Patlangıç’ı mücavir alan dışına çıkartma kararı aldı. Bu kararın valilik ve bakanlıkça onayı uzun sürdü. Yayla Patlangıç ancak 17 Aralık 2007 tarihinde köy statüsüne kavuştu. Bu arada hukuken bir mazeret oluşturmasa da, köyde yaşanan idari karışıklıklar yüzünden halkın resmi temsili sorunlu hale geldi. Elimizde belge bulunmamakla birlikte, büyük olasılıkla bu yıllarda planlanan HES hakkında halk geçici köy yöneticileri tarafından bilgilendirilmemiş olmalıdır. Çünkü HES projesi hakkında görüştüğümüz köylülerden hiç biri, bu konuyla ilgili herhangi bir resmi girişim olduğunu hatırlamıyor. Ancak Fethiye Belediyesinin köyü mücavir alan dışına çıkarttığı 6 Aralık 2004 ve Göltaş AŞ’nin elektrik üretim lisansı aldığı 27 Aralık 2004 tarihleri arasında yalnızca iki hafta olması, dikkat çekicidir. Ne olursa olsun, yöreye yapılacak HES ve olası zararları konusunda köylülerimizin geçici köy temsilcileri ve Fethiye Belediyesi tarafından bilgilendirilmeyişi büyük eksikliktir.
Eşen I HESle ilgili başka bir sorun da Sahil Ceylan Köyünde yaşandı. Baraj gölünde su tutulmaya hazırlanıldığı günlerde Göltaş AŞ santral binası ve iletim hattı yapılması için Ören ve Sahil Ceylan Köylerinde imar planı değişikliği talep etti. Konuyla ilgili 1/1000 ölçekli uygulama amaçlı imar planı değişikliği Kasım 2010’da iki köyde askıya çıkarıldı. Yüksek gerilim hatlarının bilim insanlarınca dile getirilen kanser yapıcı etkisi ve sözkonusu tesislerin daha sonra yöreye yapılması planlanan başka HESlerce de kullanılacak oluşu gibi nedenler yüzünden, Sahil Ceylan Köyünden yaklaşık 80 kişi ve muhtar, İl Genel Meclisi İmar Komisyonuna itirazda bulundular. Buna karşılık Ören Köy muhtarı ve köylüleri itiraz etmediler. İl Genel Meclisi yapılan itirazı kabul etmeyerek, şirketin değişiklik talebini onayladı. Bu sırada hiç kimse köye gelip proje yerini görmedi ve köylülerle görüşmedi. İl Genel Meclisi Başkanı Zeki Köylü 8 Aralık 2010’da basına şu açıklamayı yaptı:
“Çevre ve doğaya saygılı her türlü yatırıma sıcak bakıyoruz. Türkiye’de kurulacak HES’lerin içinde belki de en ideal yer seçiminin yapıldığı bu alan ile ilgili projeye karşı çıkmak yanlış. Bu yatırımın gerçekleşmesine engel olmak istemiyoruz. Zaten köylülerin ilgili dilekçesinde 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planına yapılan itirazın yanı sıra tesise daha çok itiraz edildiği ortada”
Bu sözler gerçeği yansıtmıyordu. Her şeyden önce yer seçimi son derece yanlıştı ve yapılan barajlar yüzünden yöre tümüyle tahrip olmuştu. Buradan sağlanan gelirden ülke ekonomisinden çok, batma tehlikesi içindeki bir aile şirketi yararlanmıştı. Üç büyük partinin temsilcilerinden oluşan il genel meclisi, şirketin talebini oy birliğiyle onayladı.
3- Burgular Gebeş ve Eşen HES projeleri: Her iki proje için de Kiler Holding’e bağlı Ekol Elektrik Üretim Dağıtım AŞ tarafından 4 Aralık 2008 tarihinde elektrik üretim lisansı alındı. 19 Nisan 2010 günü Fethiye Eşen Beldesinde Burgular Gebeş HES için, ertesi gün Kaş Palamut köyünde Eşen HES için “halkı bilgilendirme toplantısı” yapıldı. Her iki toplantıya da, sonradan platformumuzda gönüllü olarak çalışacak pek çok kişi katıldı. Başlangıçta bu tür toplantıların anlamını bilmediğimiz için, projelerden haberi olmayan köylerimizi katılmaya davet ettik. Ancak kendi deneyimlerimizle bugün öğrendiğimiz üzere, bu tür toplantılar gerçekte halkı bilgilendirmek için değil, ileride projelere karşı açılacak davalarda halkın bilgilendirildiği izlenimi yaratmak için düzenleniyor. Artık bu toplantılara katılmıyor ve yetkililerden yapılamadığı yönünde tutanak tutulmasını istiyoruz.
Eşen toplantısında Burgular Gebeş HES regülâtörünün Saklıkent Kanyonundan 2 bin 150 m. uzakta, Eşen Çayına bağla Karaçay üzerinde kurulacağı anlatıldı. Buraya 10 m. Yüksekliğinde bir bent yapılacak ve arkasında yaklaşık 7 m. yüksekliğinde su tutulacak. Bendin yanında, suyun getireceği alüvyonu toplamak için iki tane çökeltme havuzu inşa edilecek. Bendin arkasında ise, kanyona doğru uzanan 230 bin metrekare genişliğinde bir gölet oluşturularak ve burada biriken su 8 bin 500 m. uzunluğundaki beton kanalla orman içinden geçirilerek Palamut Köyüne ulaştırılacak. Köyün alt yanındaki Eşen Çayı kıyısına inşa edilecek santrale düşürülen sudan elektrik üretilecek. Bu santralin 9.67 MW gücünde olması planlanıyor. Proje Muğla sınırları içinde başlıyor, Antalya il sınırları içinde bitiyor.
Burada bir parantez açarak Saklıkent Milli Park Alanı’nın daraltılmasının, “Burgular Gebeş HES ve regülâtörü” adıyla geçen projenin yer seçimini nasıl etkilediğine bakalım.
Saklıkent yöresi 1996’da Bakanlar Kurulu kararıyla milli park ilan edildi. Park sınırları iyi düşünülmeden belirlendiğinden, kanyon çevresindeki Kayadibi, Arsa, Aklar, Korubükü köyleri arazilerini de içine alıyordu. Koruma amacıyla işletilen katı kurallar köylüleri mağdur ettiğinden, yetkililerden öteden beri park alanının daraltılması talep ediliyordu. Bu sırada milli park sınırı Saklıkent Kanyon ağzından Karaçay üzerinde kuş uçuşu 4 km. uzağa kadar ulaşıyordu. 12 Ekim 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Saklıkent Milli Park alanı yalnızca kanyonu kapsayacak biçimde daraltıldı. Buna karşılık yöre, jeolojik özellikleri nedeniyle doğal sit olarak korunmaya devam edildi. Doğal sit, kanyonun ağzından Karaçay üstünde 2 km. uzağa kadardır ve HES kurulacak yer, doğal sit sınırının hemen dışındadır.
Yörenin coğrafi özelliği ve tarım alanlarının dağılımı göz önünde tutulduğunda, bu sınır değişikliğinin HES şirketine avantaj sağladığı görülür. Eski milli park sınırlarına göre HESle ilgili her tür yapılaşma kanyondan en az 4 km. uzakta olacaktı. Oysa bu uzaklıkta nehir ya da kanal tipi santral kurmaya elverişli yer bulmak zordur. Çünkü kanyon ağzından uzaklaşıldıkça dere yatağı genişlemekte ve herhangi bir santral inşaatının maliyeti artmaktadır. Ayrıca derenin kanyona yakın bölümlerindeki tarım alanı ve dolayısıyla kamulaştırma bedeli, derenin alt yanındakinden azdır. Dolayısıyla milli park sınırının geri çekilerek kanyon ağzına 2 km. uzaklıktaki dar bir boğaza bent yapmak, diğer seçeneklerden daha uygun görünmektedir. Böylece bendin arkasında biriktirilen su, doğal eğimden yararlanılarak bir kanal yardımıyla tribün kurmaya elverişli düşü elde edilene kadar taşınabilmekte ve uygun noktanın bulunduğu Palamut Köyüne HES tribünü kurulabilmektedir. Milli park sınırının eskisi gibi kalması durumunda, şirketin bu mesafeye 2 tane HES kurmak yerine bir HESle yetinmesi gerekecektir. Park geri çekildiğinde, 2 HES için gereken yer kazanılmaktadır. Dolayısıyla milli park alanının daraltılması köylülerimizin mağduriyetini giderirken, HES şirketine yarar sağlamıştır. Bu yüzden şirketin elektrik üretim lisansı alması, milli park alanının daraltılması ve projenin uygulamaya sokulma tarihleri birbirine yakındır. Köylülerimiz milli park alanının daraltılması için haklı olarak itiraz ederken kendi yaşadıkları alanlarla ilgili sorunları dile getirmişler, Karaçay üzerinde herhangi bir daraltma talebinde bulunmamışlardır. Ama köylülerimizin bu talebini fırsat bilenler, milli park alanını HES şirketinin de işine gelecek biçimde daraltmışlardır.
Eşen Beldesindeki bilgilendirme toplantısında köylüler ne kadar toprağın su altında kalacağını öğrenmek istedi ama yanıt alamadılar. Bu tür sorular üzerine şirket yetkililerinin muhtarlarla ayrıca toplantı yapmak istemesi tepki çekti. Uzun ve sert tartışmalar sonucu dile getirilen şikâyetlerin il Çevre ve Orman müdürlüğü yetkililerince tutanaklara geçirildiği görüldü. Konuyla ilgili şikâyet dilekçeleri resmi yetkililere verildi.
Öte yandan projenin çevreye vereceği çeşitli zararlarla ilgili sorulara da yanıt alınamadı. Ne kadar ağaç kesileceği, yörenin deprem bölgesi olması nedeniyle gerekli jeolojik zemin etüdü yapılıp yapılmadığı, Karaçay’ın en önemli özelliği olan yoğun alüvyon, çakıl ve iri taşlar getirmesine ilişkin herhangi bir hesaplama olup olmadığı, çıkacak hafriyatın miktarı ve nasıl bertaraf edileceği, yöredeki içme suyu tesislerinin nasıl etkileneceği gibi konularda hiçbir somut bilgi edinilemedi. Projenin görünen en önemli zararı, kısa sürede regülâtörün dolarak kullanılmaz hale geleceği ve Saklıkent Kanyonunu da dolma tehlikesiyle tehdit edeceğiydi. Köylüler buna kanıt olarak Kanyon ağzından 4 km. uzakta DSİ tarafından yapılan Korubükü köprüsü altındaki 2 m. yükseklikteki bendin yol açtığı sorunları dile getirdiler. (Köprü ve bent eski milli park sınırları gözetilerek kanyondan bu uzaklığa yapılmıştı.) Bu bent bir kış içinde dolarak dere yatağının yükselmesine yol açtı. İlk yapıldığında dereden yüksekliği 2m kadar olan dere kıyısındaki yol, artık kış aylarında su altında kalıyor.
Baraj gölü altında kalacağı belirtilen arazilerin bir bölümü 2B kapsamında. Yasaya göre bu arazilerin amaç dışı tahsisi mümkün görünmüyor. HES şirketinin buraları nasıl kullanacağı şu an itibariyle belirsiz görünüyor.
İkinci bilgilendirme toplantısı ertesi gün Palamut Köyü kahvesinde yapıldı. Toplantı yeri ve koşulları çok elverişsizdi. Düzenleyen Antalya İl Çevre ve Orman Müdürlüğü yetkilileri, halka bilgi vermekten çok bilgi kaçırmak ister gibiydiler. Toplantıya aynı şirket yetkilileri katılarak önceki sunumu tekrarladılar. Yine benzer tartışmalar yaşandı ve bu kez toplantı sonunda köylülerin hiçbir itirazının tutanağa geçirilmediği görüldü. Resmi yetkililer şirket temsilcisi gibi davranarak tutanakların örneğini vermek istemediler. Ancak uzun ısrarlar sonucu bir kopya alınabildi. Toplantı sırasında şirket yetkililerinin daha önce de Palamut Köyüne geldiği ve sulama suyu sıkıntısı çeken köy halkına bedava su sağlama vaadinde bulundukları anlaşıldı. Ayrıca 1978 yılında yapılan ama birkaç yıldan fazla kullanılamayarak zamanla tahrip olan sulama kanallarını yenileyeceklerini de belirtmişlerdi. Benzer sözler komşu köy Çavdır’da da verilmişti. Şirket, yöredeki diğer köylerin karşı çıktığı projeleri gerçekleştirmek amacıyla iki köye ayrıcalıklı davranıyor ve köylüler arası rekabeti körükleyici bir tutum izliyordu. Şu an köylülerimiz bu tür sözlerin kandırmaca olduğunu ve yerine getirilmesinin olanaksızlığını gördüğü için şirketin hiçbir vaadine inanmıyor.
Şirketin yöredeki ikinci HES projesi Saklıkent Kanyonundan yaklaşık 8 km. uzakta, Fethiye Antalya yolu üzerindeki Kınık köprüsünün 800 m. doğusunda yer alıyor. Burada 12 m. yüksekliğinde bir bent yapılarak yaklaşık 10 m. yüksekliğinde su tutulacak ve 7.83 MW gücünde bir HES kurulacak. Yörede 800 bin metrekare genişliğinde gölet oluşacak. Yine somut olarak ne kadar tarlanın su altında kalacağına ilişkin bilgi verilmiyor. Bu durum en çok tarlaları su altında kalacak olan Çukurincir, Gölbent ve Palamut köylülerini etkiliyor.
Şu an bu iki HESle ilgili yöredeki köy muhtarları, belde belediye başkanları ve köylülerin vekâletiyle yürütülen; projelerin kamu yararı taşımadığının belirlenmesi, su kullanım anlaşmalarının ve elektrik üretim lisanslarının iptali için açılmış üç tane dava var. Köylülerimiz, baraj yapımını savunmak üzere yöreye gelenlerle görüşmüyor. HESler yapılırsa, işlerini ve tarlalarını kaybedeceklerinden endişe ediyorlar. Projelerin gerçekleşmemesi için yasal ve meşru haklarını kullanmakta kararlılar. Örneğin 21 Haziran 2011 günü şirket yanlısı bir anket yapmak için köylere gelenler, herhangi bir çalışma yapamadan geri döndüler. O sırada bir kahvede bulunan 6 muhtar ve çok sayıda köylümüz bir tutanak hazırlayarak, yörede bu tür çalışmalar yapılmasına uygun ortam olmadığını yazılı olarak belirttiler ve HES yapılmasını istemediklerini bir kez daha kayıt altına aldılar.
Bu projeler Kayadibi, Aklar, Korubükü, Palamut, Çavdır, Çukurincir, Karaköy, Gölbent, Demirler köylerini ve Eşen, Kınık, Ova, Kumluova, Karadere beldelerini yakından ilgilendiriyor. İnşaatın yaklaşık iki yıl içinde bitirileceği belirtiliyor. Bu süre boyunca adı geçen köy ve beldeler, çamurlu akacağı için çayın suyunu tarlalarında kullanamayacaklar. Ayrıca HES yapıldıktan sonra suyun akışı düzensiz hale gelecek ve Fethiye HESin yol açtığı su sıkıntısına benzer sorunlar yaşanacak. Yörede köylüleri toplantılar ve çeşitli protestolar düzenleyerek, konuyla ilgili kararlılıklarını göstermeyi sürdürüyorlar.
4- Söğütlüdere Köyü HES projeleri: Söğütlüdere ilçe merkezinden yaklaşık 40 km. uzaklıkta, ortalama 300 m. yükseklikte 200 haneli bir köy. Köyün yakınındaki su gözeleri, Eşen Çayının bir kolunu oluşturan Yukarıakçay’ı besliyor. Beyobası Enerji Üretim AŞ tarafından 2004 yılında bu çay üzerinde üç tane HES kurmak için elektrik üretim lisansı alınmış. Ancak şirket 2007 yılına dek bunlarla ilgili herhangi bir fizibilite çalışması ve proje araştırması yapmamış. Bu yıllarda mevzuatta yapılan düzenlemeler sayesinde HES yatırımları daha kârlı hale getirilmiş ve enerji alanıyla ilgisi olmayan pek çok şirket bu alana yönelmiş. Bunlardan biri de, asıl işi turizm, ulaşım ve inşaatçılık olan Akfen Holding’tir. Holding, enerji yatırımları yapmak için 2007 yılında Beyobası AŞ ile birlikte iki tane daha enerji şirketi satın almış. Dolayısıyla Beyobası AŞ’nin elindeki elektrik üretim lisansları da, Akfen Holding tarafından kullanılmaya başlanmış. Şirket yetkileri ilk kez bu tarihlerde köye gelip giderek HES yapılması için köylüleri ikna etmeye çalışmışlar.
Şirket elemanları her zaman uyguladıkları bir taktiği Söğütlüdere’de de uygulayarak, önce köye en çok zarar verecek bir yere HES yapmak istediklerini belirtmişler. Bu tür yerler genellikle tarlaların su altında kalacağı, evlerin zarar göreceği bir alan oluyor. Köylülerimiz doğal olarak bunun bir taktik olduğunu düşünmüyor ve projeye tümüyle karşı çıkmak yerine yapılacağı yere karşı çıkarak, daha uzak bir yere yapılmasını istiyorlar. Bu tür yerler de, genellikle orman ya da sit alanı oluyor. Böylece Söğütlüdere’de de tarlalardan uzak ama yöredeki su kaynaklarına yakın, orman içi bir yer seçilmiş. Bu amaçla 21 Ocak 2010 tarihinde “Sekiyaka II” adıyla yeniden üretim lisansı alınmış. Şu anda şirketin elindeki iki üretim lisansının birleştirilmesiyle, 6.95 MW gücünde bir HES kurulması için çalışmalar başlatılmış durumda. Olayların gelişimi şöyle oldu:
Söğütlüdere muhtarı ve köylüler, şirketin üretim lisansı alarak köye elemanlarını yollaması üzerine, 2010 yılı başlarında bir basın açıklaması yaparak yörelerinde HES istemediklerini belirttiler. Bu haber Fethiye’de yerel gazetelerde çıktı. Bunun üzerine Saklıkent Koruma Platformu olarak köye gittik, proje için düşünülen yerleri gördük ve köylülerle konuşarak bilgi aldık. Köylüler, proje hakkında hiçbir bilgileri olmadığı için haklı olarak endişe ediyorlardı. Bilgi edinmeleri ve yasal haklarının korunması amacıyla kendilerine yardımcı olabileceğimizi belirttik. HES projesi çok sayıda yerleşim biriminin içme suyu kaynaklarına yakın olduğu için, gelecekte içme suyu sıkıntısına yol açabilirdi. Ancak Söğütlüdere muhtarı ve azalar uyarılarımızı dikkate almayarak, şirketle uğraşmanın çok masraflı ve zor olabileceği gerekçesiyle anlaşmayı tercih ettiler. Buna göre köy karar defterine, yıllık belli bir para karşılığı şirketin yöreye HES kurmasının destekleneceği kararını geçtiler. Dile getirdiğimiz sorunlar er geç görülecek ve kendi köyleriyle birlikte geniş bir çevrenin de yararlandığı suyu şirkete satanların yanlış yaptığı ortaya çıkacaktır.
Köyün su kaynakları Üzümlü beldesi başta olmak üzere Söğütlüdere, Çayan, Paşalı, Ortaköy, İncirköy, Koru, Kızılbel köylerinin ve birkaç mahallenin içme suyunu karşılıyor. Yakın köylerin sulama suyu da bu kaynaklardan geliyor. Ayrıca burada, her geçen gün sürekli ek inşaatlarla büyütülen ve köylülerin kirlilik yarattığı için rahatsızlık duyduğu bir balık çiftliği bulunuyor. Kaynakların deniz seviyesinden yüksekliği yaklaşık 800 m. Sözkonusu HESle ilgili kanal ve tünelin yüksekliği yaklaşık 640 m. HES projesine göre, kaynağından alınan su 1.400 m uzunluğunda kapalı bir kanalla köyden taraftaki bir dağın eteklerine kadar getiriliyor. Dağın içine, 4 m. Çapında ve toplam uzunluğu 3 km olan bir tünel açılarak, kanalla getirilen su bu tünele aktarılıyor. Tünelin çıkışında iki yükleme havuzu, biri 350, diğeri 950 m uzunluğunda iki ayrı cebri boru ve yine iki tribün yer alıyor.
Şu an buradaki HES inşaatı, Sekiyaka I ve Sekiyaka II projelerinin birleştirilmiş halidir. Normal koşullarda şirketin kaynaklardan aldığı su, bu büyüklükte bir HES çalıştırmaya yetmez. Çünkü su balık çiftliğinin yanı sıra, sulama birliği tarafından tarımsal amaçlı olarak da kullanılıyor. Dolayısıyla şirket su miktarını arttırmak için dağın içine tünel açıyor. “Galeri” de denilen bu tür tüneller, toprağın içindeki suyu toplamak amacıyla kullanılır. HES şirketleriyle DSİ arasındaki su kullanım sözleşmeleri yalnızca bir dereden akan belli miktardaki suyu almak için değil, bir havzadaki suyu kullanmak üzere yapılır. Dolayısıyla derenin suyu yeterli olmasa bile, yöredeki yer altı suları hesaplanarak projeler geliştirilebilir. Söğütlüdere’deki proje bu niteliktedir. Açılan galeri ile dağın içindeki su toplanacak, çevredeki kaynaklar zaman içinde kuruyacaktır. Bu durum, er ya da geç içme suyu kaynaklarını da etkileyecektir. Ayrıca yaklaşık 2 yıl sürecek inşaat çalışmaları sırasında çıkacak hafriyat, atılacak dinamit ve yörede ağır tonajlı iş makineleri çalışması; heyelan, çevre kirliliği, gürültü ve su kaynaklarının kaybolması gibi başka sakıncalara da yol açacaktır. Çayın suyundan sulama amacıyla yararlanan bir kısım Söğütlüdereli, köyün alt yanında bulunan yerleşim yerlerinin konumu itibariyle su sıkıntısı çekebilirler. Şu an kullandıkları suyu HES şirketi almaya başladığında, bu sıkıntı görülecektir. Köy muhtarlığının tutumu nedeniyle köyün bir kısmı şirket karşıtı, bir kısmı yandaşı durumuna gelmiş ve köy içinde bölünme oluşmuştur. Söğütlüdere’de çalışan şirket, köylülerin direnmesi sonucu Köyceğiz Yuvarlakçay’daki projeden vazgeçmek zorunda kalarak buraya yönelmiş bir şirkettir. Muhtarlığın belli bir paraya karşılık suyu HES şirketine bırakması yasal olsa bile, meşru değildir. İleride şirketten alınacak bu para, köy içinde yeni sorunlar yaratacaktır.
5- Çökek HES: Batı Anadolu şirketler grubu bünyesindeki “Batıçim Enerji Üretim AŞ” 20 Temmuz 2010 günü Eşen Çayının kollarından birini oluşturan Tezli Deresi üstüne 9 MW gücünde bir HES kurmak için “Çökek HES” adıyla üretim lisansı aldı. Şirketin bağlı olduğu grup ülkenin en büyük çimento üreticisi. Şirketin 2007 yılından itibaren yaptığı açıklamalarda, küresel kriz nedeniyle inşaat sektöründe görülen gerileme ve çimento ihracatındaki düşüş yüzünden yatırımların enerji alanına kaydırılacağı belirtiliyor. Bu amaçla önce çimento fabrikasının baca gazlarından yararlanılarak elektrik üreten bir santral kuruluyor. Ardından İzmir Aliağa’da bir termik santral kurma projesi başlatılıyor ama halkının yoğun tepkisi üzerine bu projeden vazgeçiliyor. Bunun yerine, çevreye zarar vermeyeceği gerekçesiyle HES yatırımlarında karar kılınıyor. Ve Batıçim, EPDK’nın açtığı ihalelerde ilgi görmeyen “Çökek HES” projesini alıyor.
Söz konusu HES yeri, Eşen Çayının kollarından birini oluşturan Tezli Deresi üstündedir. Tezli havzasında Sarıyer, Bayır, Çökek, Dereköy ve Kıncılar köyleri bulunuyor. Derenin suyu yaz aylarında 60 litre/saniyeye kadar düşerken, kışın bu miktar 5 metreküpü aşıyor. Dere içme suyu ve tarım amacıyla kullanılıyor. Derenin üst yanında küçük bir balık çiftliği yer alıyor. Havzada, bir kısmı yazın da akan çok sayıda pınar var. Vadi çevresindeki dağların yüksekliği 2 bin metreyi aşıyor. Yüksek kayalıkların ufalanmasıyla oluşan vadi yamaçlarının toprak yapısı gevşektir. Yöre birinci sınıf orman alanıdır. Köylünün kıt olanaklarla yaptığı tarım ve hayvancılık dışında tek gelir kaynağı orman işçiliği. Yöre heyelan bölgesi ve 60’lı yıllarda yaşanan büyük bir heyelan sonucu Dereköy yerleşim yeri ilçe merkezinde kurulan Menteşoğlu Mahallesine taşınmış. Ancak köylüler mahalleden ev alsalar da, yurtlarını terk etmemişler. Bugün Dereköy muhtarlığı faaliyettedir.
Derenin yaz aylarındaki suyu bu büyüklükte bir HES yapmak için yeterli görünmüyor. Benzer durumda genellikle kış aylarındaki su bolluğundan yararlanmak için derin baraj gölleri oluşturuluyor ya da dağın içine galeriler açılarak gevşek toprak içindeki suyun toplanmasına çalışılıyor. Bu yollarla yeterli su miktarı ve düşü mesafesi elde edilerek, hedeflenen enerji üretimine ulaşılıyor. Bu havzada denizden yaklaşık 600 metrelere yapılacak olan barajdan dere yatağı üzerine döşenecek borularla 200 metrelere kadar inmek mümkündür. Büyük rakım farklılığı nedeniyle yörede çok sayıda tribün çalıştırılabilir. Dolayısıyla şu an bir tane olarak görünen HES sayısı gelecekte artabilir. Çünkü benzer dere yataklarında hep böyle olmuş, önce bir projeyle başlanarak arazinin alabildiği kadar HES yapılmıştır.
Nasıl yapılırsa yapılsın, buradaki inşaat çalışmaları sırasında kullanılacak tonlarca dinamit ve ağır iş makineleri heyelanlara yol açacaktır. Patlamalarla su kaynaklarının gevşek toprak içinde kolayca yön değiştirmesi mümkündür. Ayrıca baraj alanında sağlam kayalık zemin bulunmadığı için, büyük miktarda betonla zeminin desteklenmesine ve sızdırmazlığın bu yolla sağlanmasına çalışılacaktır. Çimento sanayinin devi bir şirket açısından böyle bir projenin maliyetini karşılamak sorun yaratmayabilir ama yöre açısından bu bir cinayettir.
11 Temmuz 2011 günü şirket yetkilileri ve resmi görevliler Dereköy’de Çökek HESle ilgili halkı bilgilendirme toplantısı yapmak istediler. Ancak bu konularda önceden bilgi sahibi olan halk toplantıya katılmadı. Resmi olarak toplantı yapmaya elverişli ortam bulunmadığına ilişkin bir tutanak düzenlendi. Şimdilik yörede herhangi bir çalışma yapılmıyor. Platformumuz HESler konusunda yöredeki köylülerimizi bilgilendirmeyi sürdürüyor.
6- Kargı Çayı üstündeki Erikoğlu-Keserali HES: EPDK’nın kurulduğu 2003 yılında Kargı Çayına HES kurma girişimleri başladı ve elektrik üretim lisansları alındı. Değişik adlarla ve tarihlerde başvuru yapan şirketlerin tümü Erikoğlu Holding’e bağlıdır. Denizli merkezli holdingin asıl işi, elekt
rik kablosu üretimi ve tekstildir.
İlk HES kurma girişimi, yakın çevrenin geleneksel piknik alanı olan Kızıldere Mevkiinde oldu. Ancak Karacaören köylülerinin itirazı üzerine yer değişikliğine gidilerek proje daha aşağı kaydırıldı. Şirket HES kurmak için yer ararken, 2007 yılında Yanıklar Köyü içini bile düşündü. Bu kez de Yanıklar köylüleri itiraz edince, proje uzun süreliğine uykuya yattı. Nihayet HES kurmanın kolay ve kârlı hale getirilmesi üzerine, yine aynı gruba bağlı Eres Enerji Üretimi TAŞ 1 Ekim 2009 tarihinde EPDK’dan Kızıldere Mevkiine 1,7 MW gücünde bir HES kurmak üzere üretim lisansı aldı. Projeye göre Kızıldere piknik alanında yapılacak 5 m. yüksekliğinde bir barajda su tutulacak, buradan 3 km. beton kanalla taşınarak yeterli düşünün sağlandığı balık çiftliklerinin üst tarafına santral kurulacak. Şirketin buraya HES kurma çabaları ve buna karşı gelişen tepkilerin seyri şöyle oldu:
İnşaata başlamak için gerekli projelerin hazırlanabilmesi amacıyla 5 Mayıs 2010 günü Karacaören Köyünde 1/1000 ölçekli imar planı değişikliği askıya çıkarıldı. Platformumuz konudan bu tarihte haberdar olarak ilgilenmeye başladı. Karacaören köylüleri muhtar öncülüğünde plana itiraz ettiler. Ancak bu itiraz dikkate alınmadı ve plan değişikliği kabul edildi. Bunun üzerine muhtar ve köylüler, Aydın Bölge İdare Mahkemesinde plan değişikliğinin durdurulması, sözkonusu yatırımın kamu yararı taşımadığının saptanması ve elektrik üretim lisansının iptali için üç tane dava açtılar. Davalar halen sürüyor. Bunun yanı sıra projeyle ilgili olarak verilen “Çevresel Etki Değerlendirme Raporu gerekli değildir” kararının iptali için de başka bir dava açıldı. Bunların yanı sıra, projenin uygulanmasından zarar görecek olan anıtsal nitelikteki çınar, sığla, kızılağaçların kayda geçmesi için yapılan başvurularımız ve bunlarla ilgili resmi incelemeler de sürüyor.
Tüm bu işlemler sürerken, şirket şantiye kurmak için Mayıs 2011 tarihinde yöreye geldi. Haziran ayı içinde gizlice bir sondaj çalışması yaptı. Ve son olarak 7 Temmuz 2011 günü yörede şantiye yerini genişletmek ve kanal inşa etmek için yöreye iş makineleri soktu, ağaç kesmeye başladı. Şirketin bu girişimlerine karşı Karacaören, Yanıklar, Kargı Çöğmen, Gökçeovacık, Çiftlik, Göcek, Karagedik, köy, belde ve mahallelerinden katılımlarla çeşitli basın açıklamaları, yürüyüşler ve Kızıldere piknik alanında toplantılar düzenlendi. 10 Temmuz 2011 günü köylüler şantiye önüne kadar yürüyerek ağaç kesilmesini protesto ettiler.
Köylülerimizin yörelerinde HES faaliyetine karşı çıkışları sırasında, Yanıklar Köyü sınırları içinde kalan Keserali Mahallesinde orman içine kurulan HES şantiyesinin kaçak olduğu ortaya çıktı. Bu durumu yaklaşık 3 ay boyunca tespit edemeyen Fethiye Orman işletme müdürlüğü, köylülerimizin konuyu takip etmesi sonucu nihayet 8 Ağustos 2011 tarihinde şantiyenin kaçak kurulduğuna karar verdi. Buradaki eşyalar toplanıp Karacaören köyüne taşınarak mühürlendi ve durum tutanakla saptandı.
Muhtarlar ve köylülerimizle birlikte platformumuz, 10 Ağustos 2011 tarihinde Muğla Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğüne başvurarak, yöredeki sığla ağaçlarının ve henüz kaydı yapılmamış anıt ağaçların şirketin tahribatından korunmasını talep ettiler. Müdürlük Fethiye Kaymakamlığına ve Orman İşletme Müdürlüğüne yolladığı yazılarla yörede koruma altında bitki olup olmadığı belirlenene dek, HES şirketinin her türlü faaliyetinin durdurulmasını istedi. Bunun üzerine şirket faaliyetleri durduruldu.
Ama bu kararın hükmü yalnızca birkaç gün sürdü. Şirket Orman İşletme Müdürünün de bilgisi dâhilinde, yörede önceden kesilen ağaçları topladığı gerekçesiyle yeniden çalışmaya başladı. İş makineleriyle bir yandan su kanalının ve yükleme havuzunun yapılacağı yeri hazırlamaya, diğer yandan ağaç kesmeye devam etti. Bunun üzerine Kargı, Yanıklar muhtarları ve köylülerimizle birlikte tekrar Kaymakamlığa başvurarak çalışmaların durdurulmasını sağladık. Bu sırada şantiyenin bulunduğu yere giden arkadaşlarımız yasadışı faaliyet yürüten şirket elemanlarının verdiği zararın, Göcek Jandarma Karakolundan gelen görevlilerce kayıt altına alınmasına tanık oldular.
Ancak, bunlar da şirketi durdurmaya yetmedi. Şirket temsilcileri, 10 Ağustos’ta yöredeki her türlü çalışmanın durdurulması kararı veren Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Müdürlüğünden, 22 Ağustos günü bu konuda yetkili olmadığına ilişkin başka bir karar çıkarttı. Müdür bu kararı, 17 Ağustos 2011 günü bir hükümet kararnamesiyle Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarının kaldırılmasına dayanarak veriyordu. Dolayısıyla birkaç açıdan birden hukuksuzluk yapılıyordu.
Öncelikle ilgili kararnamede, kaldırılmış olsalar bile kurulların önceden verdiği kararların altı ay süreyle geçerli olduğu belirtiliyordu. Dolayısıyla bizim önceden aldığımız karar geçerli olup, şirketin yörede çalışması yasadışıydı. İkincisi, kurul ortadan kaldırıldıktan 5 gün sonra tekrar bir karar vererek, şirketin çalışmasına yol açıyor ve yöremizdeki bürokratlar bunu geçerli sayıyordu. Dolayısıyla Kargı Çayında hukuk hiçe sayılıyordu. Bunlarla ilgili olarak Fethiye Orman İşletme ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu müdürleri hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
Köylülerimizin direnişini arttırması üzerine şirket başka yollar deneyerek, Karacaören Muhtarı ve Göcek Belediye Başkanıyla görüşüp, projede değişiklik yapacağını söylemeye başladı. Ortada herhangi bir proje ya da resmi başvuru yoktu. Ama buna rağmen şirket elemanları yerel yöneticilere piknik alanının tahrip edilmeyeceği ve çok az ağaç kesileceği sözü verdiler. Bu yöneticiler de sanki başlıca işleri buraya HES yaptırtmakmış gibi, şirkete onay verdiler. Bu yüzden şu hatırlatmayı yapmakta yarar görüyoruz:
Yerel yöneticiler bulundukları yörenin mülk sahibi olmadıkları gibi, karar sahibi de değildirler. Yalnızca yasada gösterilen işleri yapabilirler. İstiyorlarsa kendi hesaplarına şirketle anlaşabilirler. Ancak, halkın istemediği yönde kararlar alıp, uygulamalarda bulunmaya yetkili değillerdir. Şirketlerin böyle durumlarda yerel yöneticilerle görüşmesindeki amaç, kaybetmek üzere oldukları bir davada halkı bölerek üstünlük kurmaya çalışmaktır.
Ayrıca sorun yalnızca piknik alanına HES yapılmasından ibaret değildir. Yeni yüz binlik planda, Kargı Çayı üzerinde toplam 6 tane HES görülmektedir. Bunlardan üç tanesinin üretim lisansı alınmış durumdadır. İkisi ile ilgili çalışmaları Eres Enerji AŞ yürütürken, üçüncü HES projesi Çöğmen Köyü sınırları içinde İmar Enerji AŞ’ye aittir.
Kargı Çayını besleyen Kızıldere, Çöğmen Köyü sınırları içinden geçiyor. 2005 yılından bu yana buraya “Göcek HES” adıyla bir santral kurma çalışması var. Ancak yörede arkeolojik sit bulunduğu için proje uzun süredir hayata geçirilemiyordu. 2010 yılının son günlerinde çıkarılan ve sit alanlarında yeni düzenlemeler getiren bir kanun değişikliğinin arkasından bu proje tekrar canlandı.
Kargı Çayı üzerine yapılması düşünülen HESler şu zararlara yol açacaktır: Öncelikle yöre endemik bir tür olan günlük ağacının doğal üreme koridoru olduğu için, her tür yapılaşma girişimi bu ağacın yaşamasını tehlikeye sokacaktır. İkincisi yapılaşmanın yoğun olarak görüleceği yörede zeytinlikler bulunuyor ve bu durum 3573 sayılı Zeytincilik Kanununa aykırıdır. Üçüncüsü yöre doğal özellikleri bakımından zengin biyolojik çeşitlilik barındırmasına rağmen, bugüne dek konuya ilişkin herhangi bir tür araştırması ya da bilimsel çalışma yapılmamıştır. Dördüncüsü, çay aşağıdaki yerleşimlerin hayat kaynağıdır.
Saptadığımız bu olgular çerçevesinde Danıştay’a açtığımız dava 31 Ekim 2011 günü olumlu sonuçlanarak, şimdilik yöredeki HES faaliyetiyle ilgili her türlü resmi kararın yürütmesi durduruldu. Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 10 Ağustos 2011 tarihinde yöreyle ilgili inceleme kararının sonucu alınana dek, herhangi bir faaliyet yürütülemeyecektir. Şirketin bu tarihten itibaren yörede yaptığı her türlü iş, kesin olarak yasadışıdır.
DERELERİMİZE NEDEN DURMADAN HES YAPILMAK İSTENİYOR?
Bugün Fethiye’de 35, ülke genelinde yaklaşık 2 bin 200 HES projesi var. Öte yandan 21 Temmuz 2011 günü Resmi Gazetede yayınlanan “Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmelik” gereğince, 0,5 MW altında 10 bin tane daha HES kurulmasına hazırlanılıyor. Buna göre işletmeler kendi gereksinimleri için, basit bir işlemle istedikleri yere HES kurabilecek, kullanamadıkları elektriği satabilecekler. Dolayısıyla ülkemizde şirketlerin eline geçmemiş en küçük bir akarsu dahi kalmayacağı gibi, bu tür küçük HESlerin sağladığı enerji sayesinde doğanın en uzak köşeleri bile işletmelerin kullanımına açılacak. Sonuçta HES çerçevesinde yapılan düzenlemelerle, ülkemiz doğasının her köşesi tahrip olacak.
HES yapımını savunanlar genellikle şu üç gerekçeyi öne sürüyorlar:
1- Her geçen gün toplumun gereksinimleri artıyor, ülkemizde enerji açığı var.
2- Petrolümüz olmadığından enerjide dışa bağımlıyız, bu yüzden yerli kaynak kullanımını arttırmalı ve HES yapımına ağırlık vermeliyiz.
3- Sularımız boşa akacağına üzerine HES kurarak kârlı hale getirmeliyiz.
Acaba bunlar doğru mu? İnceleyelim ve görelim:
1- Enerji açığı konusu: Ülkemiz ekonomisi plansız olduğu için enerji açığından değil, ancak enerji savurganlığından bahsedebiliriz. Elektriğin üretiminden tüketimine kadar yüzde 15’leri aşan bir kayıp ve kaçak oranı yaşanıyor. Bu oran benzer ülkelerde yüzde 6–8 arası. (TMMOB, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu, 2009 Kayseri.) Çünkü kamu yatırımları kısıldığı için trafolar ve elektrik hatları bakımsız, çalışan personel yetersiz kalıyor. Sokak aydınlatmasında, evlerde ve sanayide tasarruf desteklenmiyor. Özellikle sanayide tasarrufa gidilmesi durumunda, kimi sektörlerde yüzde 50 oranında daha az elektrik tüketimi mümkündür. Örneğin sanayide en çok elektrik tüketilen alanlardan biri, hurda demirden yüksek voltajlı elektrik yardımıyla demir elde edilmesidir. Bu yöntem pek çok ülkede uzun süreden beri enerji savurganlığına yol açtığı için terk edilmiştir. Petrolümüz olmadığı halde durmadan yeni karayolu açılmasına karşılık demiryolu yapılmaması ve toplumun sürekli tüketime özendirilmesi, belli başlı savurganlık örnekleridir. Öte yandan hem enerji yetersiz demek hem de elektrik dış satım anlaşmaları yapmak da, ayrı bir çelişkidir.
2- Enerjide dışa bağımlılık sorunu: Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olduğu gerekçesiyle öz kaynakları arttırmak için HESlere gereksinim olduğu belirtiliyor. “Petrolümüz yok ama derelerimiz var” diye daha çok HES yaparak enerjide dışa bağımlılık giderilemez. Çünkü bağımlılığın nedeni petrolü dışarıdan almak değil, yürürlükteki politikalardır. Bunlar aynı kaldığı sürece her köye bir HES kurulsa bile bağımlılık bitmez. Nitekim HES projeleri de hem yatırım sermayesi hem de üretilen elektriğin dışarı satımı bakımından küresel sermayeyle içli dışlıdır.
Genel olarak enerjiyle ve özel olarak HESlerle ilgili politikalarda dışarı nasıl bağımlı davranıldığını bir örnekle görmek mümkündür. Başbakanlığa bağlı “Avrupa Birliği Genel Sekreterliği” tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin neden AB’ye alınması gerektiğini anlatan “Avrupa’nın Geleceğinde Anahtar Türkiye” adlı broşürde şöyle deniyor:
“Türkiye Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu arasında bir enerji koridorudur. Dünya ham petrol ve doğal gaz rezervlerinin yüzde 70’ten fazlasının bulunduğu Rusya, Kafkasya ve Ortadoğu Türkiye’ye komşudur.
AB’nin şu an enerjide yüzde 50 olan dışa bağımlılık oranının 2030 yılında yüzde 70’e çıkacağı öngörülüyor. Büyük ölçekli enerji projelerinin bir bölümünün (Bakü-Tiflis-Ceyhan; Nabucoo petrol boru hatları, vb.) planlanıp geliştirildiği ülke olarak, Türkiye enerji arzında getirdiği çeşitlik sayesinde AB’nin enerji güvenliğini güçlendirecektir.
Yenilenebilir enerji kaynakları alanında en zengin ülkelerden biri olan (dünyada jeotermal enerjide 5. hidroelektrik enerjide 8. sırada) Türkiye’nin katılımı, AB’nin tükettiği enerji içindeki yenilenebilir enerji oranını arttıracaktır.”
Derelerimizin kullanım hakkının şirketlere devredilme nedeni enerjiyle değil, dışarıdan gelecek parayla ilgilidir. Bu para çeşitli biçimlerde geliyor ve ülkemiz doğasının mülk haline getirilerek küresel çıkarlar doğrultusunda kullanılmasına yol açıyor. Küresel sermaye HES şirketlerine ortak olarak ya da düşük faizli, kullanışlı, uzun vadeli krediler vererek bu alanda yatırım yapıyor. Öte yandan HESlerden elde edilen elektrik, “yenilenebilir enerji” adı altında, temiz enerji kaynaklarına gereksinim duyan gelişmiş ülkeler tarafından satın alınıyor. Dünyada şirketlerin ve anlaşmaya imza atan ülkelerin atmosfere ne kadar zararlı gaz bırakacağı belirlenmiş durumda. Bu sınırı aşma tehlikesi yaşayan gelişmiş ülkeler, petrol, kömür, nükleer gibi kirli enerji kaynakları yerine güneş, rüzgâr, su, jeotermal vb. temiz enerji kaynaklarına yöneliyorlar. Bu tür temiz enerji kaynakları da, Avrupa’ya oranla ülkemizde daha çok bulunuyor. Son yıllarda ülkemizde HES yatırımlarının hızla artmasının bir nedeni, HES şirketlerinin ürettikleri enerjiyi kârlı bir fiyattan gelişmiş ülkelere pazarlama şansının artmasıdır. Ülkemizde uluslararası enerji ticareti mevzuatıyla ilgili düzenlemeler yapılmış ve ilk elektrik ihracatı 5 Ekim 2011 günü Yunanistan’a gerçekleştirilmiştir.
Öte yandan dış ticaret açığının yüksek oluşu, hükümeti dışarı satılacak ne varsa satmaya ve döviz girişini arttırmaya yönlendiriyor. Maden ve arazi satışı gibi, HES kurma bahanesiyle akarsularımız da satılıyor. Bu çabalar enerji açığını değil, ülke ekonomisinin muhasebe hesaplarındaki açığı düzeltmek içindir. Elbette uluslararası sermaye açısından yararlı olan bu durumun topluma ve doğaya faturası ödenemez boyutlardadır.
3- Sularımız boşuna akmasın iddiası: HESleri savunanların en gülünç tezlerinden biri de, sularımızın boşuna akmasındansa elektrik üretimi için kullanılmasını dile getirmektir. Sular boşuna akmaz. Dereler, milyonlarca yıldan beri yaylalardan denizlere, insandan börtü böceğe kadar yeryüzünde hayatın kaynağıdır. Tarih boyu uygarlıklar su boylarında kurulmuştur. İnsan suyun sahibi değil, emanetçisidir. Eğer su kâr kaynağı gibi görülürse, parası olan suya sahip çıkar ve başta yoksullar olmak üzere tüm canlıların yaşama hakkı elinden alınır. Bugün HESlerin asıl amacı elektrik üretmek değil, sulara sahip olmaktır. “Su akar Türk bakar” diye bir söz uydurup bununla dalga geçenler, gelecek kuşakların bir damla su bulamaz hale gelmesinin koşullarını hazırlıyorlar.
HESLERİN ZARARLARI NELERDİR?
1- HESlerin Akdeniz ve Ege yöresine ilişkin en önemli zararı, akarsuların denize kavuştuğu alanlardaki alüvyon ovalarının tuzlanmasına neden oluşudur. Yöremizdeki akarsular Karadeniz’dekilerden farklı olarak denize aktıkları alanlarda geniş alüvyon ovaları oluşturuyor. Çukurova, Kumluca, Finike, Eşen, Dalaman ovaları bunlar arasında sayılabilir. HES yapıldığında “can suyu” adı altında bir miktar su dere yatağına bırakılıyor, kalanı barajı doldurmak için kullanılıyor. (“Can suyu” hesaplaması, DSİ’nin genellikle yetersiz ölçümlerine göre yapılıyor. Buna göre akarsuyun son on yıllık debi ortalamasının yüzde 10’u “can suyu” olarak tanımlanıyor. Oysa doğanın kendi can suyu ayarlaması, akarsuyun en kurak mevsimdeki su miktarıdır. Bu da yıl boyu değil, yalnızca bir mevsimliktir.) Barajda tutulan su ancak elektrik üretilirken salınıyor. Bu durum suyun akışını düzensiz hale getiriyor. Öte yandan sular yüksek rakımlarda tutularak kanal, boru, tünel yardımıyla bir santralden diğerine geçirilirken; kilometreler boyu kapalı sistemler içinde taşınıyor. Şirketler aynı suyu defalarca elektrik üretmek için kullandıktan sonra, ancak denize dökülmeye yakın yerlerde doğal yatağına bırakıyorlar. Bu da suyun yükseklerden başlayarak toprağa sızmasını ve yeraltı su rezervlerini düzenli olarak beslemesini önlüyor. Tüm bunların sonucu, denizden yüksekliği yalnızca birkaç metre olan alüvyon ovalarındaki tatlı ve tuzlu su dengesi bozuluyor. Ovaların azalan tatlı suyunun yerini tuzlu su alıyor, böylece yöre tarım yapılamaz hale geliyor. Bu durum Çukurova’da gözleniyor. (Kaynak. Yüksek Jeoloji Mühendisi Tahir Öngür.) Seyhan ve Ceyhan ırmakları üstüne ardı ardına HES yapılması, böyle bir soruna yol açmıştır. Son 30 yılda Çukurova’nın denize kıyı oluşturan 2 km genişliğindeki bölümü tuzlanarak kullanılamaz hale geldi. Bir kez tuzlanan toprak geri getirilemiyor. Bu tehdit yöremiz için de geçerlidir.
2- Baraj alanları doğal göl değildir. Bu nedenle kendi kendine yeterli bir sistem oluşturmazlar. Doğal göllerdeki ancak binlerce yılda ortaya çıkan kendi kendilerini temizleyici ve canlılıklarını koruyucu özellikler, baraj göllerinde görülmez. Dolayısıyla akarsuların taşıdığı bitki kalıntıları ve hayvan leşleri baraj göllerini kısa sürede mikrop yuvasına dönüştürür. Herhangi bir dengeleyici doğal düşmanı olmadığı için, bu göllerde parazit ve sivrisinek gibi canlılar sınırsız biçimde çoğalır. Bu nedenle Keban ve Atatürk gibi büyük baraj göllerinin altındaki yerleşimlerde suya bağlı hastalıklarda artış gözlenmektedir. (Kaynak: Yıldız Teknik Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Prof. Dr. Beyza Üstün.)
3- Suyun geçtiği yere hayat veren özelliği, ardı ardına yapılan HESlerle tam tersine döner. Elektrik üretme gerekçesiyle su doğal yatağından alınır, borular ve kanallarla taşınarak baraj ve galerilerde toplanır. Bu sırada “can suyu” diye adlandırılan az bir miktar su dere yataklarına bırakılır. Bunun sonucu, yaşamlarını suya bağlı olarak sürdüren hayvan ve bitkiler yok olurlar. Çünkü dere yataklarına bırakılan su miktarı, havzalardaki binlerce yıllık yaşam döngüsünün sürmesine yeterli değildir. Oysa su havzaları yalnızca orada yaşayan canlılar açısından değil, yeryüzündeki canlı hayatın sürmesi açısından da çok önemlidir. Çünkü çoğu göç ederek yaşayan kuş, böcek gibi türler ve rüzgârlarla taşınan bitki tohumları; yolları üstündeki su havzaları sayesinde hayatta kalırlar.
4- Baraj, beton kanal, tünel ve çelik borular tüm canlılar için birer ölüm tuzağıdır. Su içmek için bu yapay ortamlara yönelen canlılar genellikle düşüp boğulurlar. Doğadaki canlılar, yaşam alanlarında önlerine çıkan buna benzer engelleri geçemeyerek ölürler. Bu tür yapılar, balıkların üreme mevsiminde göç etmelerini engellediği için yok olmalarına neden olur. Bu sorunun giderilmesi amacıyla kimi HES yapılarına merdiven basamağı gibi balık geçitleri yapılması, komiktir. Çünkü balıkların bu tür geçitlerden geçebilmesi için hem yüksek atlama dalında bir atletizm eğitimi alması, hem de yollarını bulmak için ellerine harita verilmesi gerekir. Ayrıca koruma amacıyla çeşitli su yapılarının ağzına konulan ızgaralar büyük balıkları durdursa da, küçükleri engelleyemez. Böylece elektrik tribünleri, küçük su canlıları için bir kıyma makinesine dönüşür. Bu tür gülünç ve işe yaramaz projelerle, kâr uğruna doğayı tahrip eden şirketler “çevreci” görünmeye çalışmaktadır.
5- Su doğada taştan taşa sıçrayarak, çeşitli yer altı katmanlarından süzülerek ve çağlayanlardan dökülerek hem oksijen alır, hem de her türlü canlıyı besleyecek mineraller yüklenir. Bu yüzden akarsu pislik tutmaz, bol oksijen taşıdığı için bakteri barındırmaz ve tüm canlıları besleyici özellikler taşır. Bu su HES çalıştırmak amacıyla boru, tünel, kanal gibi kapalı sistemler içine alınarak bentlerin arkasında bekletilmeye başlandığında, taşıdığı tüm özelliklerini yitirir. Kapalı sistemlerde kilometreler boyu akıtılan su, su olmaktan çıkar ve HES şirketlerinin para kazanmak için yararlandığı herhangi bir sıvı haline gelir. Bu arada şirketin dere yatağına bıraktığı az miktardaki su da su olma özelliğini yitirir. Çünkü içindeki canlılar azalan sudaki oksijeni hızla tüketir, ölerek suyun kirlenmesine yol açarlar.
6- Baraj göllerinde çürüyen organik maddeler metan gazı üretir. Metan gazı, atmosferdeki ozon tabakasını delen en etkili gazlardan biridir. Bu bakımdan orta büyüklükteki (örneğin Eşen I gibi ) bir baraj gölünün ürettiği metan gazının atmosfere verdiği zarar, yine orta büyüklükteki (Yatağan termik santrali gibi) bir kömür santralinden çıkan zararlı gazlardan daha az değildir.
7- Barajların ömrü 50 yılı geçmez. Baraj yatakları genellikle bundan da kısa bir sürede çamurla dolar ve derinlikleri azaldığı için elektrik üretme işlevlerini yerine getiremez hale gelirler. Üzerlerine çok sayıda baraj yapılan akarsular, 30–40 yıl gibi bir süre sonunda adeta “baraj mezarlığına” dönüşür. Ovalardan dağların doruklarına kadar sıralanan beton bloklar ve çamur deryalarından oluşan barajlar, doğal hayatın kendi kendini sürdürebilmesinin en önemli engelleri arasındadır. Bu yüzden gelişmiş ülkelerde artık baraj yapılmıyor ve işe yaramaz hale gelen barajlar da yıkılıyor. Barajlar, ancak bizim gibi doğal kaynakları henüz tükenmemiş ülkelerde “kolay” ve “temiz” enerji kaynağı olarak görülüyor. Bu uygulama, göz göre göre doğanın yok edilmesi anlamına geliyor.
8- Yer altı ve yer üstü sularımız, 1954’te DSİ’nin kurulmasından bu yana kamu adına devlet tarafından yönetiliyordu. DSİ yıllarca içme ve sulama suyu sağlamasının yanı sıra, baraj yapımı, taşkınların ve erozyonun önlenmesi gibi işlerle de uğraştı. Ancak 26 Haziran 2003 tarihinde çıkarılan bir yönetmelikle suların kullanım hakkı şirketlere devredilerek, bu durum değiştirildi. Bu tarihten başlayarak şirketlerle DSİ arasında su kullanım sözleşmeleri imzalandı. Böylece sularımız üzerinde özel sektör söz sahibi oldu. Bu tür sözleşmelerle HES şirketleri akarsuların kulanım hakkını 49 yıl süreyle alabiliyorlar. Mevzuatın buna izin vermesi sayesinde, şirketin isteğine bağlı olarak bu süre daha da uzatılabiliyor. Yetkililer bu sözleşmelerin tapu yerine geçmediğini ve suların satılmadığını söyleseler de, durum öyle görünmüyor. Bir şeyin kullanım hakkını ele geçirmenin ona sahip olmak anlamına geldiğini, herkes biliyor. Nitekim bir şirket DSİ’den su kullanım hakkını aldıktan sonra, o güne dek aynı sudan elinde herhangi bir resmi belge ya da kayıt olmaksızın yararlanan herkesin suyunu kesebiliyor. Bu durum, suyun mülk haline getirildiğinin en açık kanıtıdır. Bir kez su mülk haline geldiğinde; tarım, sanayi ve içme suyu olarak satılması ve bunun üzerinden kâr edilmesi kolaylaşıyor. Bu nedenle HESlerin yakın gelecekte enerji ihtiyacını karşılamaktan çok su ticareti için kullanılacağını tahmin etmek zor değildir. Böylece hem “su boşuna akmasın” diye o güne dek yeterince kazanç sağlanamayan bir doğa parçasından yararlanılacak, hem de bu girişim başka atıl kapasitelerin harekete geçirilmesini kolaylaştırarak şirketlerin daha fazla kâr etmesine yarayacaktır. HES etrafında dönen böyle bir ticari hareketliliğin somut örneği Dalaman Çayı üzerinde görülebilir. (Şu an bu çay üzerinde 7 adet HES var ve yüz binlik plana göre 15 tane daha yapılarak toplam sayının 22’ye çıkarılması düşünülüyor.) Çayın üzerine Bereket Enerji AŞ tarafından ardı ardına kurulan ve 2003’ten bu yana işletilen 5 tane HES, yörede adeta zincirleme bir ticari hareketlilik yaratmış durumda. Su bir barajdan diğerine kanalla aktarılırken, kuruyan dere yatağında bir şirket kum ve çakıl ocağı açmış. Hemen aynı yerde, başka bir şirket beton santrali kurmuş. Buradaki büyükçe baraj göllerinden biri, yine bir şirkete alabalık yetiştirmesi için kiralanmış. Barajdaki 100 kadar kafeste alabalık yetiştiriliyor. Ama Dalaman Çayından yararlanmak bu kadarla sınırlı kalmıyor. Yine bu ticaret zincirine bağlı bir inşaat şirketi de, barajın hemen yakınında, orman içine göl manzaralı iki tane site inşa etmiş. Ve tüm bunlara ek olarak, baraj gölünde su sporları yapma hakkı da, yine inşaat şirketiyle ilintili başka bir şirket tarafından kiralanmış. Benzetme uygun düşürse, Dalaman Çayının etinden, sütünden, derisinden, yününden, tırnaklarından… kısacası her şeyinden para kazanılıyor. Buna karşılık dere yatağı kuruyor, su hızla kirleniyor ve derenin yarattığı dünyanın en verimli ovası olan Dalaman Ovası, yapılaşmaya açılıyor. Sonuç olarak HES bahanesiyle akarsularımız şirketlere devrediliyor ve binlerce yıldır kıyısında uygarlıklar yaşatan sularımız ticari mal haline geliyor. Bugün para kazansın diye birine verilen akarsuyun, yarın başkasına satılması kaçınılmazdır. Böylece küçük bir akarsuyu ele geçirerek, kırları ve kentleri denetim altına almak çok kolaylaşır. Şirketler suyu alıp sattıkça, parası olan suya sahip olur ve yoksulların sudan yararlanması zorlaşır. Su satıldıkça şirketlere, kendi halinde aktıkça tüm canlılara hayat verir.
9- HES yapılacak yerlerdeki tapulu araziler “zorunlu kamulaştırma” kapsamında yok pahasına köylülerin elinden alınıyor. Bu uygulama, köylülerin toprak sahipliğine ve yaşam alışkanlıklarına bir anda son veriyor. Tarlalarını ve hayvanlarını kaybeden köylülerimiz kentlere göçmek zorunda kalıyor. Aslında bu gelişme, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası gibi kuruluşların yıllardır ülkemizi yönetenlere önerdikleri politikalara uygun düşüyor. Bu kuruluşlar yıllardan beri Türkiye’de köy nüfusunun fazla olduğunu söyleyerek, devletin tarımı ve köylüyü destekleyici uygulamalardan vazgeçmesini istiyorlar. Çünkü onlara göre köylüler üretken olmadığı için, toplumun sırtında asalak gibidirler. Oysa dünyanın her yerinde köylüler kendi kendine yeterli olan bir nüfusu temsil eder. Kendi karınlarını doyuracak kadar üretim yapar ve ancak kalanını satmak için çalışırlar. Bu sırada köylülerin para harcama kapasitesi, kentte yaşayanlardan azdır. Dolayısıyla köylülerimizin pazar ve piyasayla fazla ilişkileri yoktur. Oysa kapitalist ekonomi, alım gücü olsun olmasın herkesi daha çok mal tüketmeye, daha çok alışveriş yapmaya ve para harcamaya yönlendirir. Çünkü kapitalist şirketler ancak daha çok mal satabilirse kâr ederler. Dolayısıyla ülkemizde kırsal nüfusu yerinden ederek kentlere göçmelerine yol açan HES, madencilik, konut yapımı, balık yetiştiriciliği, büyük tarım işletmeciliği ve turizm faaliyetleri gibi girişimler; ekonomik bakımdan yatırımcı şirketlerin kâr etmesine yarar ama topluma zarar verir. Bu olumsuz gelişmeler sonucu kentlerdeki işsiz sayısı artarken, toplumun üretkenliği azalır. Buna karşılık kırsal kesimde yok olan küçük üreticilerin yerini, hızla büyük ölçekte üretim yapan şirketler alarak toplumsal yaşamda egemen hale gelirler. Bu yüzden tarımda standart ve tek tip ürün yetiştiriciliği yaygınlaşır. Bu durum bir yandan tarıma dayalı ticarette kolaylıklar sağlar, diğer yandan küçük çiftçinin rekabet gücünü yok ederek büyük işletmelerin gelişmesinin önünü açar. Dolayısıyla HES projeleri küçük üreticilerimizi yok etme politikalarının bir parçasıdır.
10- HES şirketleri yatırımlarını gerçekleştirmeye çalışırken, köyler arasında ve köy içinde rekabet yaratıyor. Şirketler, projelerinin yöreye vereceği zararları gizlemek için köye yol, cami, okul vs. yapacakları ve köyden işçi alacakları vaatlerinde bulunuyorlar. Bu da köylülerin soruna kişisel çıkarları açısından bakmalarına neden oluyor. Aralarında, şirket yanlısı ve şirket karşıtları olarak bölünüyorlar. Hakka, hukuka, birbirlerine olan inançları ve dayanışma duyguları giderek azalıyor; paranın her şeyi satın alabileceği fikrine kapılıyorlar. Böylece HES girişimleri yalnızca elle tutulur, gözle görülür şeyleri değil; binlerce yılın kültür birikimi olan gelenek, görenek ve iyi alışkanlıklarımızı da yok ediyor.
11- Genellikle gözden ırak alanlarda faaliyet yürüten HES şirketlerinde çalışma koşulları çok ağırdır. Elektrik üretim lisansı sahibi şirketler, maliyeti düşürmek için genellikle ucuz ithal malzeme kullanır ve doğayı alabildiğine tahrip ederler. Bunun yanı sıra, projelerini taşeron şirketler aracılığıyla gerçekleştirirler. Ülkemizde taşeron demek, ağır koşullarda ve kuralsız biçimde çalışmak demektir. Örneğin bu tür teknik beceri gerektiren işlerde üç vardiya çalışılması ve fazla mesai yapılmaması gerekirken, iki vardiya ve uzun süreler boyu çalışılır. 2011 yılı verilerine göre HES inşaatlarında kötü çalışma koşulları nedeniyle son 4 yılda 61 işçi yaşamını yitirmiştir. Bu işçilerden biri de, 17 Ağustos 2010 günü Eşen I inşaatında yaşamını yitiren Şükrü Ekinci’dir.
12- HES tribünleri çevresindeki enerji iletim hatları yüksek gerilimli elektrik akımı taşırlar. Bu da çevrelerinde düşük frekanslı elektromanyetik alan oluşmasına neden olur. Dünya Sağlık Örgütü, bu tür manyetik alanları kanser yapıcı etkenler arasında saymaktadır. Nükleer tıp ve onkoloji uzmanı Prof. Dr. Cumali Aktolun yüksek gerilim hatlarının yakın çevresine radyasyon yaydığını, yerleşim alanlarına güvenli uzaklıklarının en az 600 m olması gerektiğini, bundan daha yakın mesafelerde yaşayan çocuklarda lösemi ortaya çıkma olasılığının temiz ortamda yaşayan çocuklara göre yüzde 70 daha fazla olduğunu belirtiyor. Ayrıca iletim hatlarının orman içinden geçirilmesi sırasında yaklaşık 100 m genişliğinde bir şerit boyunca bitki örtüsü temizleniyor. Bu tür nedenler yüzünden iletim hatlarının konum ve uzunluğunun HES projeleri içinde yer alarak, çevresel etki değerlendirmesinin projeyle birlikte yapılması gerekiyor. Ama mevzuat, HES projesinin ve iletim hatlarının çevresel etkilerini ayrı ele alıyor. Dolayısıyla biten bir santral inşaatından sonra, nasıl konumlanmış olursa olsun kaçınılmaz olarak iletim hattının yapımına da izin veriliyor.
13- HES yapım aşamaları tümüyle bir hukuksuzluk sürecidir. Çevresel etki değerlendirmeleri projelerin ilerlediği ve pek çok iznin verildiği bir safhada yapılır. Dolayısıyla ÇED raporları tümüyle göstermeliktir. Oysa bu raporların yalnızca tesisin olası zararlarını görmek bakımından değil, aynı zamanda projenin toplumsal yararını belirlemek ve dolayısıyla planlı bir yaşam oluşturmak açısından da büyük önemi vardır. Örneğin bir tarlaya kamulaştırma bedeli ödeyip geçmek, kendine yeterli bir köy yaşamının yok olmasını önlemez. ÇED raporlarını göstermelik hale getirmekle, hukukun hakkı koruyucu niteliği bir yana bırakılmaktadır. Bu konularla ilgili olarak düzenlenen halkı bilgilendirme toplantılarında dile getirilen sorunlar tutanağa geçirilmemekte ve tutanakların katılımcılar tarafından alınması neredeyse olanaksız kılınmaktadır. Yine benzer biçimde yurttaşların sürecin her aşamasında yapılanlara ilişkin bilgi edinme hakkı, kâğıt üstünde kalmaktadır. Hiçbir kamu görevlisi, konu hakkında doyurucu bilgi vermemektedir. Yapılan yazışmalar bürokrasinin derin kuyularında kaybolup gitmektedir. Yargı yolunun pahalı ve karmaşık olması, genellikle en büyük mağduriyetleri yaşayan yoksul yurttaşların hak aramasını olanaksız kılmaktadır.
14- HES şirketlerinin bir başka zararı da, zihinlerimizde yarattığı kirliliktir. Genellikle büyük şirketlerin asıl ortağı olduğu HES yatırımları kamuoyuna öyle bir sunulmaktadır ki, kâr için yapılan bir iş olmaktan çıkarılarak adeta ülke kalkınmasının kilit taşı haline getirilmektedir. Dolayısıyla bu anlatımlarda kalkınma için çevrenin zarar görmesinin kaçınılmaz olduğu işlenmekte, ancak bu zararın “sürdürülebilir” nitelikte olması gerektiği söylenmektedir. Bu konu da laf cambazlıklarıyla “koruma –kullanma dengesi” adı altında anlatılmaktadır. Kâr için doğayı mülk haline getiren ve kendi çıkarları doğrultusunda yok edenler; sürdürülebilir, yenilenebilir, dengeli, kalkınmacı bir hayattan bahsedemezler. Bu tür sözlere inanan aydınlarımız da, yalnızca kâr amaçlı çalışmalara destek vermiş olurlar. Söz konusu kavramların tümü, zihinlerimizi bulandırarak doğanın ve toplumun tahrip edilmesini gizlemek için uydurulmuş, gerçekleri yansıtmayan söylemlerden ibarettir.
* * *
2023 yılına kadar ülkemizdeki tüm akarsular üstüne yapılabildiği kadar çok HES yapılması planlanıyor. Bunun enerjiyle ilgisi yoktur. Çünkü bu plan tümüyle uygulansa bile, HESlerin 2023’teki toplam enerji içindeki payı yüzde 5 dahi olmayacaktır. Oysa basit tasarruflarla bile bu kadar enerji kazanılabilir. Bunun için sularımızın şirketlere verilmesi mantıksızdır. Amaç, suyu mülk haline getirmektir. Çünkü insanlık tarihi boyunca toprak uzun süredir mülk olmasına rağmen, hayat kaynağı olan tatlı sularda bu durum çok az görülür. Şimdi bu durumun yaygın olarak görülmesi ve başta akarsular olmak üzere tüm su kayaklarının mülk olarak alınıp satılması, küresel düzeyde yaşanan ekonomik krizle ilgilidir
İçinde yaşadığımız ekonomik sistemin adı kapitalizm, Türkçesi ile “sermaye düzenidir.” Kapitalizm, sermaye sahipleri ancak daha çok kâr ettiği sürece ayakta kalabilir. Bunun için de daha çok mal satılması, durmadan yeni yatırımlar yapılması, daha büyük miktarlarda mal üretilmesi ve bizlerin tüketemesek bile daha çok mal satın almamız gerekir. Uzunca bir süredir bu işleyiş tıkanmıştır. Dolayısıyla sermaye sahipleri yeterince kâr edememekte ve üretimi kısarak yatırımlarını azaltmakta, işçi çıkartmaktadırlar. Başta hükümetler olmak üzere tüm banka ve şirket sahipleri, bu krizin aşılması için çalışmaktadırlar. Krizi aşmanın tek çaresi, daha çok kâr edilebilecek alanlara yatırım yapmaktır. Daha çok kâr edebilmenin yollarından biri de, maliyeti düşük malları yüksek fiyattan satmaktır. Örneğin petrolün dünyadaki ortalama maliyeti 20 dolar düzeyindedir ama satış fiyatı 100 dolardır.
Yeryüzünde maliyeti en düşük şey doğadır. Çünkü su, toprak, hava insan eliyle yaratılmadıkları için doğa parçalarına herhangi bir kıymet biçilemez. Eğer doğa mülk haline gelirse, bu sıfır maliyetli bir mal olur. Dolayısıyla çok kârlı biçimde satılabilir. Bunun gerçekleşmesi için hükümetlerin doğayı mülk haline getirici kararlar alması yeterlidir. Nitekim krizi hafifletmek için hükümetler bunu kolayca yapmaktadır. Ve su doğanın kapısıdır. Bir akarsuyu ele geçirerek, çok geniş arazileri denetim altına alabilirsiniz. Eğer akarsular şirketlerin eline geçerse, yalnızca kır hayatı değil, tüm hayat denetim altına girer. Bunun sonucu ormanların özelleştirilmesi, maden için dağların delik deşik edilmesi, tarımın büyük şirketlerin eline geçmesi ve işsizliğin artması kaçınılmaz olur. Başta köylülerimiz olmak üzere toplumun HESlere karşı yoğun bir direnç göstermesi, bu nedenlerdendir. İnsanlarımız, toplumun ve doğanın geleceği için büyük bir mücadele vermektedir.
Platformumuz bu bilinçle, özel çıkar gözetmeden, bu mücadeleye destek için oluşturuldu. Katılımcıları sivil toplum örgütü temsilcileri, yerel yöneticiler ve gönüllülerden oluşuyor. Çalışmalarımızda siyaset, inanç, bölge, kültür farkı gözetmiyoruz. Kimseyi bizim gibi düşünmeye zorlamıyoruz. Hiçbir iktidar gücüne yaslanmıyor ve haklarımız için mücadele etmekten çekinmiyoruz. Avrupa Birliği, Dünya Bankası ve şirketlerin çevre fonlarından destek ya da bağış almıyoruz. Bunu yapan sözde “çevreci” kuruluşlarla çalışmıyoruz. Ortak ve açık karar alıyoruz. Masraflarımızı gönüllü bağışlarla kendimiz karşılıyoruz. Hukukçularımız, verdikleri hizmet karşılığı masrafları dışında ücret almıyor.
HES karşıtlığı, insanın diğer canlıların efendisi olmadığını ve doğayla uyumlu biçimde yaşaması gerektiğini öğrenmenin mücadelesidir. Başta akarsular olmak üzere orman, deniz, dağ, kırlar kimsenin mülkü olamaz. Eğer buralar mülk haline gelirse, üstünden para kazanmak için durmadan alınıp satılırlar. Sonunda parası olan doğaya sahip çıkar ve dilediği gibi kullanır. Bu durumda yoksullarla ormandaki börtü böceğin kaderi de aynı olur. Mülkün sahibi, mülkünde kendinden başka canlıya yaşam hakkı tanımaz…
HES’LERE HAYIR!
SU HAYATTIR, SATILAMAZ!
Mevzuat:
* 24 Ocak 1980, devlet ekonomiden çekilerek, ülkemizde piyasa ekonomisinin saltanatı başladı.
* 4 Aralık 1984, 3096 sayılı kanunla özel sektörün elektrik piyasasına girmesi kabul edildi.
* 8 Haziran 1994, 2996 sayılı kanunla “yap işlet devret” modeli kabul edilerek, özel sektörün elektrik üretmesine izin verildi.
* 24 Kasım 1994, 4046 sayılı özelleştirme kanunuyla, enerji tesislerinin satışının önü açıldı.
* 20 Şubat 2001, 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) kuruluş kanunu.
* 4 Ağustos 2002, EPDK yönetmeliği çıktı, elektrik üretim lisansı verilmeye başlandı.
*26 Haziran 2003, Su Kullanım Hakkı Sözleşmesi Yönetmeliği çıktı.
*18 Mayıs 2005, 5346 sayılı kanunla, yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretmesinin önü açıldı ve HES sayısında patlama yaşandı.
*24 Mayıs 2006 EPDK kuruluş kanununda yapılan değişiklikle, HES kurulacak alanlarda “acil kamulaştırma” yapılması kabul edildi.
*18 Nisan 2007, Elektrik İşleri Etüt İdaresinin 1935 tarihli kuruluş kanununda değişiklik yapıldı, kurumun yetkileri genişletildi.
* 31 Ağustos 2007, DSİ Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığından ayrıldı, Orman Bakanlığına bağlandı.
* 17 Temmuz 2008, ÇED Yönetmeliğinde değişiklik yapılarak, 10 MW altındaki HESler ÇED kapsamı dışına çıkarıldı.
*15 Ağustos 2009, DSİ tarafından, HESlerin özel şirketlerce denetlenmesine izin veren yönetmelik çıkartılarak, kâr için çalışan bir şirketten kâr için çalışan şirket sorumlu kılındı.
*18 Eylül 2010, Türkiye elektrik sisteminin Avrupa elektrik sistemine (ENTSO-E) bağlanması kabul edildi.
*29 Aralık 2010, 6094 sayılı yasayla, koruma altındaki doğal ve tarihi alanlarda elektrik üretim tesisi kurulmasına izin verildi.
*25 Şubat 2011, Mera Yönetmeliği değiştirildi, elektrik üretim tesisi kurulmasına izin verildi.
*21 Temmuz 2011, Lisanssız Elektrik Üretimi Yönetmeliği yayınlanarak, 0,5 MW Altında ve yaklaşık sayıları 10 bin dolayında olan HESlerin yapımının önü açıldı.
*17 Ağustos 2011, sit alanlarıyla ilgili yetkiler Kültür ve Turizm Bakanlığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verildi.
Son on yıl içinde, “özelleştirme politikaları yoluyla daha çok elektrik üretmek ” adı altında, ülkemizde daha önce ekonomik faaliyetin görülmediği yeni bir alan olan su sektörü yaratıldı. Enerji yatırımları ve suların ticarileştirilmesi amacıyla, yukarıda ancak bazı örneklerini verdiğimiz gibi, mevzuatta sayamadığımız kadar çok değişiklik yapıldı.
HESlerin neden olduğu şiddet ve ölümler:
- * Yuvarlakçay’da 1136 köylü kesilen anıt ağaçları delil olarak korudukları için haklarında soruşturma açıldı.
- * Korkuteli Sülekler’de 73 yaşındaki Murat Günay ve torunu 24 yaşındaki Ahmet Doğan, yapılmak istenen HESe karşı direndikleri için güvenlik güçlerince tartaklandı.
- *Alakır’da 84 yaşındaki değirmenci Ahmet Türkan, HES direnişi nedeniyle ifade vermeye çağrılınca kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.
- *Akseki Gümüşdamla köyünde HES inşaatı yüzünden patlayan su boruları, 1 800 köylü susuz kaldı.
- *19 Ocak 2010 günü HES yapımını protesto eden köylülerden 7’si mahkemeye çıkartıldı, 5’i tutuklandı. Bu HESin yapımına direnen köylüler çeşitli ölçüde şiddete maruz kaldılar.
- * 1 Haziran 2011 günü Başbakan’ın Hopa ziyareti sırasında yörelerine HES yapılmasını protesto edenler arasındaki emekli öğretmen Metin Lokumcu, atılan biber gazından etkilenerek kalp krizi geçirdi ve yaşamını yitirdi.
- * 4 Kasım 2011 günü Trabzon Solaklı Vadisinde, 2 bin 500 metre yükseklikteki bir dereye HES yapmak için gelen şirket elemanlarına karşı köylüler direndiler. İş makinelerini yöreye sokmayan köylüler günlerce yöreden ayrılmadı ve sonunda davalar bitene dek, şirket yöreye girmekten vazgeçti.
- * 2007–2011 yılları arasında, ülkemizin çeşitli yörelerindeki HES inşaatlarında genellikle uzun saatler boyu ve kötü koşullarda çalışan işçilerimizden 61’i, iş cinayetleri nedeniyle yaşamını yitirdi.
- Şu an Artvin’den Kastamonu Loç Vadisine; Fethiye ve Antalya’dan, Munzur ve Hasankeyf’e kadar HES karşıtlığı sürüyor. Ayrıca bu mücadele Sinop Gerze’den, Mersin Akkuyu’ya uzanan nükleer santrallere ve ülkenin dört bir yanını yok eden termik santrallere karşı verilen mücadelelerle de el ele gidiyor.