Biyogüvenlik Kurulu Başkanı’nın açıklamasına göre GDO’lu 13 mısır çeşidinin hemen ardından, yaklaşık 20 adet yem amaçlı GDO çeşidi işleme alınacak. Bunların akabinde de 20’nin üzerinde gıda amaçlı GDO çeşidi devreye sokulacak
Gazetenizi elinize aldınız, keyifli bir pazar gününe hazırlık yapıyorsunuz. Henüz kahvaltınızı yapmadıysanız, şimdi bir an için durun ve kendinize çok güzel, mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlayın. Çıkın, sofranıza çeşit çeşit peynirler alın, yanına yumurtayı ihmal etmeyin. En çok nasıl seviyorsanız öyle pişirin yumurtanızı. Çocuklarınıza süt ısıtın, kahvaltınızın üzerine leziz bir fırın sütlaç yiyin. Bu, güvenle yapacağınız son kahvaltınız olabilir. Biyogüvenlik Kurulu önümüzdeki günlerde GDO’lu 13 mısır çeşidinin yem amaçlı ithalatına izin vererek bu yediklerinizi size zehir edebilir!
Söz konusu GDO’lu 13 mısır çeşidi önümüzdeki yıl bizi bekleyen tehlikenin sadece küçük bir habercisi. Biyogüvenlik Kurulu Başkanı’nın geçenlerde yaptığı açıklama bizlere bir uyarı niteliğinde: GDO’lu 13 mısır çeşidinin hemen ardından, yaklaşık 20 adet yem amaçlı GDO çeşidi işleme alınacak. Bunların akabinde de 20’nin üzerinde gıda amaçlı GDO çeşidi devreye sokulacak. Pazar pazar tadınızı kaçırdığımın farkındayım ama yediğimiz gıdaların tadını kaçıranlar aslında başkaları!
GDO ne amaçla kullanılır?
GDO’lar kaba bir ifadeyle doğal yollardan bir araya gelmeyen iki tür arasında laboratuvar ortamında gen aktarımıyla elde edilir. Örneğin bir bakterinin böcekleri öldüren bir zehir salgıladığını bilirsiniz ve o zehrin salgılanmasından sorumlu geni bulup çeşitli yöntemlerle mısırın DNA’sında rastgele bir yere monte edersiniz. Böylece mısırınız artık böcekleri öldüren bir toksin sahibi olur. Zaten bugün dünyada ticareti yapılan GDO’ların çoğunluğu sadece bu amaçla üretilir. Diğer bir GDO türü ise yabani otları öldürmeye yönelik kimyasal tarım ilaçlarına direnç gösteren bir bakteri geninin transferini içerir. Dünyada ticarete konu olan GDO’ların tamamı sadece bu özellikleri ihtiva eden türlerden ibarettir.
Bu GDO’lar ise temelde dört üründe yoğunlaşıyor: Soya, mısır, kanola ve pamuk. Ancak bu GDO’lar kendilerinden elde edilen soya lesitini, nişasta bazlı şeker ve mısırözü veya kanola yağı gibi ürünlerle tükettiğimiz işlenmiş gıdaların neredeyse tamamında kullanılıyor. Daha da önemlisi endüstriyel büyük ve küçükbaş hayvancılıkla, kümes hayvancılığı soya ve mısır diyetine dayandığı için GDO’lu yemlerle beslenen hayvanlardan elde edilen süt, et, yumurta, peynir gibi ürünler de GDO’nun kapsama alanına giriyor.
Yeni teknolojiler, eski kafalar
Tohum şirketleri ve onların destekçileri sık sık artan dünya nüfusundan, açlıktan, GDO’ların verimi artırarak bu dertlere deva olacağından dem vurur. Oysa yukarıda da dikkatinizi çekmiştir, dünyada ticareti yapılan GDO’ların hiçbiri verimi artırmak amaçlı değil. Örneğin Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2008 verilerine göre GDO’suz üretim yapan Türkiye’nin soya, konola ve pamuk verimliliği, bu ürünleri genetiği değiştirilmiş olarak üreten ABD’den daha yüksektir.
2008’de Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in organizasyonunda Dünya Tarım Raporu olarak anılan 2 bin sayfalık devasa bir rapor yayınlandı. Yüzlerce bilim insanınca tam üç yılda hazırlanan bu raporun amacı, 21. yüzyılda dünya tarım politikalarının ne olması gerektiğine dair yol haritası oluşturmaktı. Rapor GDO’lara dair iki temel sonuç ortaya koyuyor: 1) GDO’lar verimi artırmıyor. 2) GDO’lar açlığa çare değil.
Bilim ve teknoloji çalışmaları yapan bir sosyal bilimci olarak bu sonuç elbette beni şaşırtmadı. Teknoloji kendi başına çözüm üretmez. Sosyal sorunların çözümü teknolojik değil sosyal bir meseledir. Dünyada açlık çeken 1 milyarın üzerindeki insana karşılık, bundan daha fazla sayıda obez insan yaşıyorsa, bu makas son 50 yılda kapanacağına daha fazla açılmışsa, Amerika’daki gıdaların üçte biri, Avrupa’daki gıdaların da dörtte biri çöpe atılıyorsa, açlık bir üretim eksikliği değil paylaşım adaletsizliği sorunudur.
Böyle gelmiş ama böyle gitmez diyen Dünya Tarım Raporu tam, da bunu söylüyor bize. Dünyanın son 50 yılına damgasını vuran ve hem ekolojik hem de sosyal birçok yıkıma yol açan mevcut endüstriyel tarım uygulamaları çıkmaz bir sokak. Çözüm, bilimsel altyapısı hiç gelişmemiş teknolojileri devreye sokarak çevre ve insan sağlığını daha fazla tehlikeye atmaktan değil, biyoçeşitliliği ve ekosistemi yok eden, doğal varlıkları hızla kirletip tüketen, üretici ve tüketicileri açlığa ve sağlık sorunlarına mahkum eden, yüksek fosil yakıt ve kimyasal ilaç kullanımına dayalı endüstriyel tarım yöntemleri üzerine inşa edilmiş mevcut hegemonik gıda zincirinin sil baştan gıda zincirinin yeniden örgütlenmesinden geçer. GDO’lar bu çarpık yapının hem bir sonucu hem de o yapıyı daha da kronik hale getiren çok tehlikeli bir deneydir.
Denek değiliz!
GDO’lara Türkiye’nin kapılarını ardına kadar açacak politikalar, sofralarımızı gıda amaçlı GDO’lar yoluyla doğrudan, yemler yoluyla da dolaylı olarak bu tehlikeli deneyin bir parçası haline getirecektir. Dahası, GDO’lu yemlerle beslenen hayvanlardan elde edilen et, süt, yumurta, peynir gibi ürünlerin üzerinde GDO’lu yemle beslenen hayvanlardan elde edildiğine dair en ufak bir etiketleme zorunluluğu olmadığı için bu deneyin parçası olduğumuzdan haberdar bile olamayacağız. Oysa bu durum, “GDO ve ürünlerinin üretici ve tüketicinin tercih hakkının ortadan kaldırılması durumunda bu başvurular reddedilir” diyen Biyogüvenlik Kanunu’na da aykırı bir durum.
Greenpeace’in de bileşeni olduğu GDO’ya Hayır Platformu 2004’ten bu yana ülkemizi GDO’ların tehlikelerinden korumak için büyük bir mücadele veriyor. Yeni yılda Greenpeace GDO’lara karşı kampanyasını diğer platform bileşenleriyle birlikte çok daha yoğun olarak sürdürecek. Bu kampanyanın en önemli bileşeni ise “Ben bu tehlikeli deneyin bir parçası olmak istemiyorum. Soframın, ülkemin ve doğanın bir açık hava laboratuvarına dönüşmesine izin vermeyeceğim” diyen halkımız olacak. Yediğinizi zehir etmeye kalkanlara karşı sesinizi duyurabilmeniz için hepinizi kampanyamıza destek vermeye davet ediyoruz.
TARIK NEJAT DİNÇ: Greenpeace Akdeniz Tarım Kampanyası Sorumlusu
Kaynak : Radikal – 1 Ocak 2012