Kadıköy Kooperatifi, çalışmalarını farklı mahallelerde sürdürmek ve yaygınlaştırmak amacıyla bir takım atölye düzenleyecek. Bu atölyelerden ilki, "Gıda Krizi ve Gıda Egemenliği" başlığını taşıyor. Atölye katılımcıları, farklı gruplara ayrılacak ve gıda krizini ve gıda egemenliğini tartışacak. 22 Ocak Pazar günü 15:00-17:00 saatleri arasında Kadıköy/Yeldeğirmeni Sanat Merkezi'nde gerçekleşecek atölyenin çağrı metni şöyle:
Gıda Krizi ve Gıda Egemenliği Atölyesine Davet!
Mutfak alışverişi en çok dikkat ettiğimiz, zaman ve para harcadığımız şey haline geldi. Bir gıda ürününü elimize alıyor, detaylıca inceliyoruz; hatta ürünün nereden geldiğini, kimin tarafından üretildiğini sorarken buluyoruz kendimizi. Fena bir başlangıç değil. Gıda krizindeyiz!
Soframıza gelen gıdanın üretim ve dağıtımında güven duyacağımız bir kurum kalmadı. Dünyanın en büyük gıda şirketleri ile kimyasal ilaç şirketleri aynı şirket ailesine ait. Milyon dolarlık hacimlerinin karşısında durmaya herhangi bir sağlık ya da gıda bakanlığının gücü yetmiyor. Gıdada güvenirliğin, denetimde kurumsallığın; dahası, uygun, planlı, doğayla dost bir tarım ve gıda politikasının olmadığı bir yerde, tüketimimizi şirketlerin çıkarından, egemenliğinden kimse kurtaramaz. Halbuki dünyada üretilen gıdanın yarısından fazlası çöpe gidiyor, açlık, niteliksiz beslenme ise oldukça yaygın.
Yaşadığımız bu gıda krizinin karşısında durabilmek ve gıda egemenliğini sağlayabilmemiz için neyin, nasıl, kim tarafından, ne kadar, nerede, hangi koşullarda üretildiğine, gıda zincirinin esas aktörleri; yani gıdayı üretenden adresine ulaştırana, raflara dizeninden sofrasında tüketene, gıdanın üreticileri ve kullanıcıları karar vermeli. Bu, gıda krizine gerçek bir çözüm üretmenin, gıda egemenliğini tesis etmenin bir adımı olabilir.
Sorarak ilerlemek, atılacak adımları beraber tartışmak için başta Yeldeğirmeni mahallesi sakinleri olmak üzere herkesi “Gıda Krizi ve Gıda Egemenliği” başlıklı atölyemize davet ediyoruz.
Kadıköy Kooperatifi
Tartışmayı kolaylaştırmak ve katılımcılara fikir sunmak açısından bir metin yayınlayan Kadıköy Kooperatifi, herkesi atölyeye davet ediyor.
Gıda Krizi: nedir, kendisini nasıl gösteriyor?
Gıda Krizi ifadesi esasında 2007-2008 yılında yaşanan küresel bir olguya dayanarak ifade edilmekte: petrol fiyatlarının artması ve buğday üretiminde yaşanan kuraklık, gıda fiyatlarının hızlı bir şekilde artmasına yol açtı. Bu olgu, bazı yoksul ülkelerde toplumsal ayaklanmalara dahi yol açtı. Gıdanın şirketlerin egemenliğinde, borsaya bağlı, halkın ihtiyaçlarına yönelik olmayan bu yapılandırılması, gıda krizinin en temel belirleyici özelliği olarak söylenebilir.
Gıda krizi kendisini öncelikle pek çok krizle aynı anda, birbiriyle ilişkili şekilde gösteriyor. Ekonomik krizle ve ekolojik krizle gıda krizi birbiriyle iç içe geçmiş durumda. Bir yandan artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılama ve verimlilik artışının gerekçeleri gösterilerek endüstriyel tarım kendini besleyecek ve ürettiğini pazarın kendi kârına en uygun düşen noktalarına dağıtacak daha fazla enerjiye ve fosil yakıta ihtiyaç duyuyor.
Üretiminin standarda kavuşması gerekçesiyle tarımsal üretimin tohumdan ambalajına her aşamasını birer belge, sertifika veya uzmanlık ile satın alınması, para ile bedeli ödenmesi gereken değerlere indirgiyor. Küçük üreticilerin üretime harcadığı kazandığını aşıyor, ya kendi ya başkasının toprağında ya da fabrikasında işçiye, kentin kenarlarında işsize ya da güvencesiz çalışana dönüşüyor. Toprakla olan yüzyılların bilgi birikimine dayanan ilişki, şirketlerin elinde tuttuğu bilgiye ve ürünlere dönüşerek kayboluyor.
Diğer yandan geçmişin aracı tüccarlarının, kamu kurumlarının ve üretici örgütlerinin yerini kredi veren bankalar, süpermarket zincirleri, soğuk zincir nakliye, sertifikasyon şirketleri ve onların laboratuvarları alıyor. Gıdayı kentlerde yaşayanlar gittikçe daha pahalıya satın alıyor. Market raflarına yerleştirilen ürünlerin 3te 1i çöpe gidiyor. Toprağın verimliliği artacağı yerde canlığını kısa sürede tüketerek enerji ihtiyacını karşılayacağı iddia edilen santral inşaatlarının veya kentsel yayılmanın yeni adresi haline geliyor. Ekonomik ve ekolojik krizin bedelini mahallelerden mezralara yaşamını emeğiyle geçindirmeye çalışan bizler ve doğadaki tüm canlılar ödüyoruz.
Bunların yanında, kriz kendisini başka bir biçimde daha gösteriyor. Mutfak alışverişimizde, neyi nereden alacağımız, ne yiyeceğimiz, ciddi bir sorun haline geldi. Sağlıklı-temiz gıda, sağlıklı yaşam, artık insanların hayatının standardı değil; doğal tarım yöntemlerini, özgür mera hayvancılığını terk etmiş, su kaynaklarını kirletmiş veya şirketlere satmış bir ülkede, yediğimiz ve içtiğimiz her şey üzerinden şüphe duymak doğal bir olgu haline geldi.
Gıda, tarım ve hayvancılık üzerinde, ekolojik değerler ve yaşam üzerinde kamunun, halkın egemenliğinin yitirildiği; kamu adına karar veren yetkililerin şirketler lehine karar aldığı bir dönemde, bu açıdan da bir gıda krizinden söz etmemiz gerekir. Bu açıdan gıda üretiminin başladığı tohumdan, gıdanın tüketildiği sofraya kadar olan bütün süreci tekrardan tartışmaya açmak, hem bu döngüde karar inisiyatifini ele almak, hem de buna yönelik kamu politikaları talep etmek zorunluluğu ortaya çıkıyor.
Gıda egemenliğiGıda egemenliği kavramı da ilk kez 1996 yılında, küresel çapta bir örgütlenme olan La Via Campesina (Çiftçi Yolu) tarafından kullanıldı. Çiftçi ve köylülerin haklarını korumak ve bunu bir toplum meselesi olarak tartışmak isteyen Via Campesina, bu amaçla gıda egemenliği kavramını öne sürdü, ve 20 seneyi aşkın bir süredir farklı toplum kesimleriyle beraber gıda egemenliği hareketini inşa ediyor.
Gıda üretim ve tüketimi, “gıda sistemi” olarak ifade ettiğimiz bir döngü içerisinde gelişir. Tohumdan sofraya olarak ifade edilen bu döngü, gıdanın hangi koşullarda, kim tarafından, ne tür girdilere bağlı olarak üretileceğini, gıdayı tüketenlere nasıl taşınacağını, dağıtılacağını, satılacağını kapsar. Yani gıda sistemi, içerisinde gıdanın üretimi ve tüketimi/kullanımını gerçekleştiren bir takım aktörleri içermektedir.
Bu açıdan gıdanın nasıl üretildiği, gıdayı üretenlerin kim olduğu ile doğrudan ilişkilidir. Çünkü gıda üretimi bir takım amaçları içerisinde barındırır. Tarihsel olarak çiftçilik, toplumun gıda tüketimini sağlamak için gıda üreten kesimi ifade eder. Ve bugün hala, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü – FAO’nun verileri ile söyleyecek olursak, küresel çapta gıda üretiminin %70’inden fazlasını küçük çiftçiler gerçekleştirmektedir.
Küçük çiftçiler, yani ürün bazında değişen toprak ölçütlerine göre, kendi ailesini geçindirebilecek ve onurlu bir hayat sürebilecek kadar üreten ve kazanan toplumsal kesim biçiminde tariflenebilir. Bahsi geçen rakam inanılmazdır, çünkü, dünya çapında yoksulluğun %80’i yine, küçük çiftçileri de kapsayan biçimde, kırsal bölgelerde yaşanmaktadır.
Şirketler ise, gıda sisteminde en büyük pastaya sahip aktörlerdir. Şirketler esas olarak kendi kâr amaçları için üretim yapar. Burada bir çelişki vardır. Çünkü, mevcut gıda sisteminde gördüğümüz şey, şirket amaçlarının toplum amaçlarının önüne geçtiği; Monsanto, Syntegna, Cargill gibi bir kaç ulusaşırı şirketin gıda sistemini elinde tuttuğu ve yönettiğidir.
Dünyanın her bölgesinden çiftçi ve köylülerin, yerli halkların, balıkçıların, tüketici örgütlerinin, kooperatiflerin, akademisyenlerin tartıştığı, savunduğu ve geliştirdiği “gıda egemenliği” kavramı şirket egemenliği karşısında, üretici ve tüketicilerin beraber karar verdikleri, kendi ihtiyaç ve çıkarlarına göre gıda sistemini belirledikleri bir egemenlik anlamına gelmektedir. Daha spesifik olarak gıda egemenliği, gıda sisteminin gerçek aktörlerinin, yani üretici ve gıdayı kullanan tüketicilerin, neyin, ne kadar, nasıl, kim için üretileceğine beraber karar verdikleri modelin ismidir.