Küresel sermaye, enerji yatırımlarını sermaye birikiminin ve sermayenin merkezileşmesinin bir yolu olarak görmektedir. Bu nedenle de doğayı katletmenin yeni yol ve yöntemlerini bulmakta, kamuoyunun tepkisini en aza indirmek içinde değişik yöntemler kullanmaktadır. Bunların başında da “algı yönetimi” gelir. Enerji konusundaki “algı yönetimi” ise “temiz enerji/yenilenebilir enerji kaynakları” adı altında doğanın yağmalanması suyun, güneşin, rüzgarın v.b meta haline getirilmesidir.
Sermaye Hidro Elektrik Santrallerini (HES), biyoyakıtları, jeotermali, Rüzgar Enerji Santrallerini (RES), Güneş Enerji Santrallerini (GES) v.b lerini yenilenebilir enerji diyerek pazarlamaktadır. “Temiz enerji” nin ne olduğu somutlanmadığı sürece bu kavram kafa karıştırmaya devam edecektir. Bütün enerji sistemleri elbette doğaya bir tarz müdahaledir ve ekolojik dengeyi mutlaka zarar verir. “Çevreyle dost enerji üretim sistemi ” yoktur, “en az zarar vereni ” vardır. Doğayı ve canlılara en az zarar veren enerji kaynaklarının da neler olduğu tartışmalı bir konudur. Bu tartışmaların netleşmesi için sermayeden bağımsız bilim insanlarının yapmış olduğu araştırmalar üzerinden fikir oluşturmak en doğru yöntemdir. Bu tartışma bitirilmeden herhangi bir enerjinin üretimi ve kullanımını “ekolojik dengeyi koruyan, çevre dostu” ilan etmek sermayenin “algı yönetimi” ne yardımcı olmak anlamını taşır. Ne yazık ki birçok politik anlayış bu yanılgıya düşmekte, Nükleer santrallere, Termik santrallere karşı çıkarken “Rüzgar Enerjisi Santralleri, Güneş Enerjisi Santralleri bize yeter!” diyerek bu santrallere yapılan yatırımları, nerede inşa edildiklerine bile bakmaksızın desteklemektedirler.
Doğaya en az zarar veren enerji üretiminin ve kullanımının tespit edilmesi söz konusu olsa bile, yer tercihi itibariyle insanların ve diğer canlıların ortak yaşam alanlarını olumsuz etkiliyorlarsa, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşama büyük zararlar veriyorlarsa bu enerji yatırımlarından da vazgeçilmesi gerekir.
Şimdi sizlere “Temiz enerji” olduğu iddia edilen iki enerji sisteminin yaratmış olduğu ekolojik tahribatı ve bu tahribatın sosyal, ekonomik ve kültürel yaşama nasıl zarar verdiğini örneklendirmek istiyorum.
Türkiye’nin batı kıyıları ve kıyıya yakın bölgeleri verimli tarım arazileri ile kaplıdır. Ve buralarda ülkenin önemli gelir kaynaklarından olan üzüm, incir, zeytin gibi çok uzun yıllar ürün veren bitkiler yetişmektedir. Binlerce dekar arazide bu ürünler yetiştirilmektedir.
Son yıllarda Türkiye de İncir üretiminin merkezi sayılan Aydın ve çevresinde birçok jeotermal kuyusu açılmış, jeotermalden elektrik üreten santraller kurulmuştur. Aynı şekilde üzüm üretiminin merkezi sayılan Alaşehir, Salihli ve Sarıgöl ovalarında da onlarca jeotermal kuyusu açılmış, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan 2000 civarında kuyu açılabilmesi için de izinler alınmıştır. Açılan bu kuyulardan yeraltı sularına ve sulama sularına başta bor olmak üzere ağır metallerin bulaşma riski yüksektir. Bu ağır metaller toprağı kirletir ve topraktaki bu kirlilik de onlarca yıl kaybolmaz. Jeotermal kuyularından ve jeotermal elektrik santrallerinin verdiği bir başka kirlilikte atmosferde yarattığı kirliliktir. Jeotermal enerji santrallerinde,gaz ve sıvıların bırakılması kimyasal kirlenmeye yol açar.Jeotermal enerji kullanılırken, hidrojen sülfür (H2S) ve karbondioksit (CO2) v.b gazlar açığa çıkar. H2S’in kötü kokusu ve zehirleyici etkisi vardır. Karbondioksit, jeotermal gazların en önemli bileşenidir ve bu gazların %95 ini oluşturur. Atmosfere salınan buhar ve gazlar ortamın nemini ve sıcaklığını da yükselterek ekosisteme zarar vermektedir, nem bitkisel üretimdeki hastalıkları ve zararlıları arttırmaktadır.
İncir ve üzümün bir kısmı üreticiler tarafından kurutularak depolanmakta ve satışa sunulmaktadır. Ancak incir kurutmasının yapıldığı yerlerde jeotermal elektrik santralleri varsa incirler artık kurumamakta, çürümektedir. Üzüm üretiminin olduğu bölgelerde ise bu santraller yeni yeni üretime geçmiştir, önümüzdeki birkaç yıl sonra üzüm üreticileri de aynı problemle karşılaşmaya başlayacaklardır. Üretime geçen jeotermal elektrik santrallerinin olduğu bölgeye gidildiğinde yoğun bir kükürt kokusu tüm atmosferi şimdiden sarmış durumdadır. Üzüm ve incir üreticileri ürünlerindeki hastalık ve zararlılarla mücadele etmek için daha fazla kimyasal ilaç kullanmak zorunda kalmaktadırlar. Kimyasal ilaç kullanımı da çevreye, toprağa ve canlı yaşamına zarar verdiği gibi daha fazla enerji tüketimine de yol açmaktadır. Çünkü bu kimyasal ilaçların üretimi için yeni fabrikalar kurulmakta veya var olanların kapasitesi arttırılmakta , üretilen kimyasal ilaçlar kıtalararası taşınmakta, üretildiği ve kullanıldığı ülkelerde depolanabilmesi için de yeni depolar inşa edilmekte, kullanılacak araziye gelene kadar taşınmaktadır.Ayrıca bu ilaçların kullanılabilmesini sağlayacak ekipmanlar için fabrikalar kurulmakta,o ekipmanların depolanması, nakliyesi v.b de düşünüldüğünde yoğun bir enerji tüketimi söz konusu olmaktadır. Bütün bu döngü küresel iklim krizini tetiklemekte, derinleştirmektedir. Bu bölgelerde yaşayan çiftçiler ise artık üreterek yaşamlarını sürdüremediklerinden dolayı üretimden vazgeçip toprağını terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Toprağını terk eden çiftçiler sanayide, madenlerde güvencesiz,güvenliksiz çalışan ucuz işgücünü oluşturmaktadır.
Bunlar “Temiz enerji” iddiasıyla üretilen enerji üretiminin ortaya çıkarttığı sonuçlardan bazılarıdır.
“Temiz enerji” iddiasındaki bir diğer örnek ise Rüzgar Enerjisi Santrallerinin (RES) yarattığı tahribattır.
Türkiye’nin tam batısında Zeytin ağaçları ile kaplı Karaburun yarımadası vardır. Burası dağlık arazidir, oksijen miktarı da oldukça yüksektir, çiftçiler zeytin üretimi ve keçi yetiştiriciliği yaparlar. Son yıllarda bu bölgede onlarca Rüzgar Enerji Santralinin(RES) yapılmasına izin verildi. Yüzlerce Zeytin ağacı köklendi, RES’leri kuracak ekipmanları taşıyabilmek için kilometrelerce yol açıldı. RES’lerin çalışmaya başlamasıyla birlikte o bölgede yetiştirilen keçiler hastalanmaya başladı.Karaburun yarımadasında binlerce dekar Zeytin ağacı vardır. Rüzgarların denizden getirdiği mikro organizmalar Karaburun’un yarımadasında zeytinlerin bir kısmının hiçbir müdahaleye gerek kalmadan ağacında yenebilecek şekilde olgunlaşmasını sağlar. Bu zeytinler hiçbir ek işleme tabi tutulmadan sofraya gelir.Bu zeytinler yetiştiği bölgenin adıyla ”Karaburun hurması” adıyla anılır. Karaburun yarımadasının mikrokliması bu bölgeye özeldir. Bölgede yaşayan yarasa popülasyonu da zeytin zararlılarına karşı en etkin biyolojik mücadeleyi vererek çiftçilere yardımcı olmaktadırlar.Yarasalar zeytine zarar veren böcekleri v.b yediklerinden dolayı zeytin ağaçları ve meyveleri kolay kolay hastalanmazlar,çiftçiler de zeytin ağaçlarının bakımı için herhangi bir kimyasal ilaç kullanmazlar.Bilindiği gibi yarasalar çıkardıkları yüksek frekanslı ses dalgalarının, etraflarındaki cisimlere çarpıp geri dönmesi yardımıyla yönlerini bulurlar, RES’lerin çalışmaya başlamasıyla birlikte RES’lerin kanatlarının yarattığı ses dalgaları yarasaları olumsuz etkilemiş, yarasa popülasyonu da yok olmaya başlamıştır. Yarasalar tamamen yok olduğunda çiftçiler de biyolojik mücadeledeki en büyük yardımcılarını kaybetmiş olacaklardır.Yarasalar yok olduğunda zeytin ağaçlarının ve meyvelerinin çeşitli hastalıklara yakalanmasının da önü açılacaktır.Bu durumda da bu güne kadar kimyasal ilaç kullanmayan üretici kimyasal ilaç kullanmaya başlayacaktır.
Dolayısıyla incir ve üzümde yaşanan döngü burada da baş gösterecek; Kimyasal ilaç kullanımı çevreye,toprağa ve canlı yaşamına zarar verdiği gibi daha fazla enerji tüketimine de yol açacaktır. İlaçlara olan ihtiyaç artıkça yeni fabrikalar kurulacak,kurulu olanların kapasitesi arttırılacak, üretilen kimyasal ilaçlar kıtalararası taşınacak, üretildiği ve kullanıldığı ülkelerde depolanabilmesi için yeni depolar inşa edilecek, kullanılacak araziye gelene kadar taşınacaktır.Bu ilaçların kullanılabilmesini sağlayacak ekipmanlar için fabrikalar kurulacak veya kurulu olanların kapasitesi arttırılacak, o ekipmanların depolanması, nakliyesi ve kullanılması içinde enerji tüketimi söz konusu olacak ve sermaye yeniden “enerji ihtiyacı”ndan bahsederek yeni enerji santralleri kurmak için doğayı katletmeye, ekolojik dengeyi bozmaya devam edecektir.Bu döngü böyle devam edecektir.
Bütün bu döngü küresel iklim krizini tetiklemekte, derinleştirmektedir. İşte “temiz enerji” diye propagandası yapılan enerji üretiminin de ortaya çıkarttığı sonuç budur.”Kimin için enerji?” sorusuna doğru cevap verilebildiği ölçüde bu döngüyü engelleyebiliriz. Bu santrallerin kurulduğu bölgelerde çiftçiler ve duyarlı halk mücadele etmeye, santral inşaatlarını durdurmaya çalışmaktadırlar.Bu mücadeleleri çoğaltıp ortaklaştırabilirsek “İklim Krizine” gerçekçi çözümler üretilmesini sağlayabilir, sermayenin ekolojik dengeyi bozacak yatırımlar yapmasını engelleyebiliriz.
Adnan ÇOBANOĞLU Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (ÇİFTÇİ-SEN) Genel Örgütlenme Sekreteri
(*) Bu makale İspanya’dan yayın yapan internet dergisi Soberania Alimentaria için yazıldı.Makalenin özeti http://www.soberaniaalimentaria.info/numeros-publicados/54-numero-23/319-es-la-energia-limpia-tan-limpia-como-se-supone