Su dünyamız için en önemli yaşam kaynağı. 3 yıl önce 5.’sinin İstanbul’da toplandığı Su Forumu bu kez 12- 17 Mart tarihleri arasında Marsilya’da düzenlendi. Fransa’da Başkanlık seçimlerine birkaç hafta kala gerçekleşen forumda gelişmekte olan ülkelerdeki temiz su savaşları ana gündem maddesiydi. Doğru su savaşları çıkacak ama eksik bir doğru. 21. yüzyıldaki su savaşları askerle değil, tatlı su kaynaklarının özelleştirilmesi, şirketlerin özellikle de çokuluslu şirketlerin eline geçmesi yoluyla başlamış durumda. Tabi ki forum katılımcıları işin bu tarafını göstermeden imtina ediyorlar. Geçmişten günümüze savaş sebebi olan, toprak ve yer altı zenginliklerinin son dönemlerde yerini suya bırakacağı gözüküyor.
Ortadoğu için güncel bir konu olan su çekişmeleri Türkiye, Irak ve Suriye’yi daha çok ilgilendirmekte. Dolayısıyla da stratejik bir kaynak olarak su, her geçen gün daha çok önem kazanıyor.
11 Eylül 1990’da New York Times’te çıkan bir habere göre su kaynaklarının iktisatlı kullanılmaması ve tedbir alınmaması durumunda 2025 yılında 37 ülkede ciddi kuraklık yaşanacağı tahmin edilmekte.
Şu anda bile, sağlıklı ve temiz suya erişimin çok zor olduğunu gösteren veriler var: 1.2 milyar insan, yani (dünya nüfusunun altıda biri) temiz sudan yoksun. 2.6 milyar insan ise (tüm dünya nüfusunun üçte biri), çok sağlıksız koşullarda. 400 milyon çocuğun, ( tüm dünyadaki her beş çocuktan biri) temiz ve sağlıklı suya erişimi yok.
Bilim insanlarına göre, “dünyanın yedek su deposu” sayılan buzulların erimesi ve denizlere karışması, yakın gelecekte susuzluğa yol açacak. Bu erime, “Küresel Isınma” ile açıklanıyor.
Buna neden olan “karbondioksit” salınımının yüzde 31’ini ABD, yüzde 28’ini Avrupa, yüzde 13′ ünü Rusya üretmekte, yani “karbondioksit” in yüzde 73’ünü, bu üç büyük kapitalist merkezi üretmekte.
Suya kapitalist tehdit
Eko-Sosyalist Michael Löwy’nin de dediği gibi su giderek daha kıt ve kirletilmiş hale geliyor. İnsanlar su içtiklerinde ve musluklarını açtıklarında bu sorunu yaşıyorlar. Kapitalizmin hayatın temel kaynaklarından birini, suyu tehdit ettiğine dair giderek büyüyen bir kavrayış var. Kentlerde su dağıtımının kamulaştırılması talebi çevresinde gelişmeye başlayan hareketler ortaya çıktı.
Örneğin Fransa’da, yerel yönetimin suyu özel işletmelere satıldı ki bu da fiyatları yükseltti ve suyun kalitesini düşürdü.
İkisi aynı anda oldu. Dolayısıyla giderek daha fazla insan su dağıtımının yeniden kamulaştırılması için mücadeleye katılma ihtiyacı duyuyor. Fransa’da tartışma konusu olan sorunlardan biri de su dağıtımı özel şirketlerin elinde mi kalacak, yoksa yeniden bir kamu hizmeti mi olacak?
Su konusunda ayrıca kapitalist tarımın suyun fantastik biçimlerde israf ettiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Suyu her zaman halka yönelik olmayan ürünler için, sınai ihtiyaçlar için kullanıyor. Dolayısıyla tarım modelini değiştirmeye, daha biyolojik yoğunluklu hale getirmeye yönelik mücadeleler de var. Yani su gerçekten de politik bir sorun; ekolojik ve toplumsal sorunları birleştiriyor.
Su ve arıtmanın ulusötesi şirketlerin eline bırakılması kapitalizmin yıllardır yapısal krizini çözmek için kullandığı araçlardan biri. Sonuç: Öncelikle yoksulların yaşam hakkının ihlali. Her gün dünyada 3 bin 800 çocuk sağlıklı suya ve atık su sistemine erişimden yoksun olmakla bağlantılı hastalıklar nedeniyle ölüyor.
Ama mücadele edip kazananlar da var. Bolivya’da halk, suyuna el koyan büyük şirketleri korkuttu; buna izin veren hükümeti devirip attı; ardından da şirketleri kovdu.
Güney Afrika’da yoksullaştırılan halk, örgütlenerek su hakkı için mücadele ediyor; ‘apertheid’ı en iyi bilenler olarak ‘Özelleştirme ayrımcılıktır’ diyor.
Su hakkıyla ilgili olarak genelde üç temel talep sıralanmaktadır:
1. Su hakkı insan hakkıdır. Bu haktan kesinlikle vazgeçilmemelidir.
2. Su kaynaklarında ve kullanımında kamu mülkiyetinden vazgeçilmemelidir
3. İnsanca yaşam için gerekli temiz su miktarı ücretsiz olarak verilmelidir.
4. Barajlar kırsal alanda suya erişim açısından büyük bir risktir. Akarsuların o bölgelerinde yaşayan toplulukların suya erişimini ciddi şekilde sınırlandırmaktadır. Özelleştirmenin başka çeşidi olan barajlar, suyun fiziki varlığını önemli ölçüde değiştirerek su döngüsünü tehlike içine sokmaktadır. Bununla suyun kirletilmesi söz konusudur. Bunun dışında barajlar yerelin özelliklerini ve yerel kültürlerimizi yok etmekte ve insanları kökünden ve doğadan koparmaktadır. Ekolojik dengeyi alt üst etmektedir. Bölgesel ya da uluslar arası ilişkilerde hegemonik bir güç unsuru olarak kullanılan barajlar ihtiyaç duyduğumuz barış ortamını değil, çatışmayı ve düşmanlıkları arttırmaktadır. Bunlara yol açan tüm baraj projelerinden hızla vazgeçilmelidir.
Su sorunu temelde Kapitalizm’in kaynakları yağmalaması, her şeyi metalaştırıp paraya çevirmesi ile ilgili bir sorun. Kapitalizm tasfiye edilmeden bu sorun tamamı ile çözümlenemeyecek. Zira Kapitalizm insanlığa karşı bütün suçların ana sorumlusudur. Ancak Bulutsuzluk Özlemi’nin sevilen şarkısında da denildiği gibi “çelişkiler keskinleşsin diye” böyle geçmesin ömrümüz istiyorsak Kapitalizm’in tasfiyesini beklemeden elimizden ne geliyorsa bugünden tezi yok yapmalıyız…
Kaynak : Emekdunyası – 21 Mart 2012