Haber: Aslı Öcal, Olcay Bingöl
Geçtiğimiz 24 Ocak’ta Hollanda’nin Lahey kentinde Uluslararası Sosyal Çalışmalar Enstitüsü (International Institute of Social Studies – ISS) ve Köylü Araştırmaları Dergisi (Journal of Peasant Studies) tarafından düzenlenen “Gıda Egemenliği: Eleştirel bir diyalog” başlıklı seminer, dünyanın dört bir yanından araştırmacı ve aktivistleri bir araya getirdi. Gıda egemenliği kavramının ve teorik geleceğinin tartışıldığı konferansta açılış konuşmasını La Via Campesina Genel Sekreteri Elizabeth Mpofu gerçekleştirdi. Gıda egemenliğini inşa etmede yerel tohumların ve agroekolojinin önemini vurgulayan konuşmanın ardından Birleşmis Milletler Özel Raportörü Olivier de Schutter söz aldı. Ortaya atıldığı tarihten bu yana gıda egemenliği tanımının genişlediğini belirten De Schutter, günümüzde hakim olan “ikinci nesil” gıda egemenliği anlayışının kentleri ve tüketicileri kavram içine dahil ederek doğa bilincini beraberinde getirdiğini ifade etti. Böylelikle pasif durumda olan tüketicilerin aktif vatandaşlara dönüşmesinin sağlandığına dikkat çekti. Rekabete ve verimliliğe karşı çeşitliliği benimseyen ve pazara bağımlılığı en aza indirgeyen gıda egemenliği vizyonunun adeta bir gıda demokrasisi tasarımı olduğunu belirterek gıda demokrasisinin sadece ekonomik ve politik değerleri dönüştürmekle kalmadığına aynı zamanda yeni sosyal ilişkiler ve ağlar yarattığına değindi.
Öte yandan, seminerde gıda egemenliği kavramını eleştiren bildiriler de yer aldı. Toronto Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Tania Li, Endonezya’da dağ köylüleriyle yürüttüğü alan araştırmasına dayanarak, gıda egemenliğinin tüm küçük çiftçiler için nihai bir çözüm olarak algılanamayacağını, bazı köylülerin yoksulluk karşısında pazara erişimi bir çıkış olarak tercih ettiğini öne sürdü.
Daha sonraki panelde yer alan Almanya İnsan Hakları Enstitüsü’nden (Deutsches Institut für Menschenrechte) Michael Windfuhr, dünyada bir milyardan fazla aç insan olmasına rağmen baskın politikaların yerelde üretilmiş gıdaları tüketmek üzere değil, uluslararası ticareti desteklemek üzere belirlendiğinden söz etti. Gıda Egemenliği’nin, üreticileri merkeze alarak uluslararası ticarete konu olan ürünlerdense mümkün olduğunca yerelde üretilen, besleyici gıdaya erişimi bir insan hakkı olarak tasarladığını vurguladı.
Seminerde, gıda egemenliği tanımının tarihsel süreçte nasıl geliştiği tartışılırken aynı zamanda kavramın zayıf noktalarına dikkat çekildi. Gıda egemenliğinde kimin egemen olduğu (yerel yönetim, halk, devlet, bölge) ve bunun nasıl meşru kılınacağı ortaya çıkan bazı soru işaretleriydi.
Hollanda’nın Wageningen Üniversitesi’nde köylülük ve köylü mücadeleleri konusunda çalışmalar yürüten akademisyen Jan Dauwe van der Ploeg, konuşması sırasında Bertolt Brecht’ten Ulm’lu Terzi’yi (*) okuyarak öyküyü sosyalizmin ilk seferinde başarısız olması şeklinde yorumlayıp bir ders çıkarmamız gerektiğini belirtti. Kurmaya çalıştığımız yapıların ilk seferinde başarısız olmasının, başarının mümkün olmadığı anlamına gelmediğini, tıpkı Gıda Egemenliği mücadelesinde de olduğu gibi umutla ve vazgeçmeden çalışmamız gerektiğini belirtti.
Peter Rosset ise sunumunda Brezilyalı sosyolog Sousa Santos’un “bilgi diyaloğu” kavramını kullanarak Via Campesina hareketinin birbirine eşit mesafeden bakan çeşitli bilgeliklerden meydana geldiğini öne sürdü. Bu nedenle, gıda egemenliğinin sabit bir tanıma indirgenemeyeceğini adeta “yaşayan bir organizma” olduğunu dile getirdi.
Konferansta, Susan George, Theodor Shanin, Marc Edelman, Jan Douwe Van der Ploeg, Annette Desmarais, Peter Rosset, Philip McMichael gibi gıda egemenliği ve köylü hareketleri konusunda araştırmalarıyla tanınan aktivist akademisyenlerin yanı sıra La Via Campesina, FIAN, Food First, TNI gibi çeşitli örgütlerden temsilciler bir araya geldi.
Seminere Türkiye’den katılan Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Zühre Aksoy “Tarımsal Biyoçeşitlilik, Küresel Çevre Adaleti ve Gıda Egemenliği” adlı bildirisinde, Güneydoğu Bölgesi’nde fıstık yetiştiren ve bu sayede genetik çeşitliliğin korunmasına katkıda bulunan çiftçilerle yürüttüğü alan araştırmasına değindi.
Ayrıca, Olcay Bingöl Via Campesina Avrupa Koordinasyonu (ECVC) adına Türkiye tarımı örneği üzerinden dünyadaki tarım politikalarının yapılanması konusunda bir konuşma yaptı. Tarımda metalaşma ve özelleştirmelere değinerek tüm dünyada tohum pazarının şirketlerin kontrolüne geçtiğini, tohum üretimi ve geliştirilmesi konusunda devletin düzenleyici sorumluluğunu terk ettiğini, Türkiye özelinde su ve köy hizmetlerinin ticari prensiplerle yönetildiği ve yürütüldüğünü, suyun ticarileştiğini, tarım nüfusunun tasfiye edildiğini ve bu sürecin Büyükşehir Kanunu’yla hızlandığını dile getirdi. La Via Campesina ve ona bağlı örgütlerin, gıda egemenliği çerçevesinde çiftçilerle tüketici konumundaki aktif vatandaşları bir araya getirdiğini ve böylelikle kırsal ve kentsel mücadeleler arasında köprü kurulduğunu ifade ederek seminer katılımcılarını Nyeleni Avrupa Gıda Egemenliği Ağı içerisinde etkin yer almaya ve mücadeleleri ortaklaştırmaya davet ederek sözlerini sonlandırdı.
Geçtiğimiz Eylül ayında Yale Üniversitesi’nde ilki yapılan Gıda Egemenliği seminerinde sunulan İngilizce tebliğlere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
http://www.yale.edu/agrarianstudies/foodsovereignty/papers.html
*Ulm’lu Terzi
Piskopos, uçabilirim,
dedi terzi piskoposa.
Bir uçayım da gör!
Ve bir çift şeyle,
kanada benzer,
tırmandı kilisenin koca çatısına.
Piskopos yürüdü gitti.
Al sana bir palavra,
insan kuş değil ki,
uçamaz hiçbir vakit,
dedi piskopos bu işe.
Terzi cartayı çekti,
dedi halk piskoposa,
amma da gülünç iş ha,
kırık kanatlarla saplandı yere,
işte durur parça parça
alanın katı toprağında.
Çalsın kilisenin çanları!
dedik ya, palavra,
insan kuş değildir,
uçamaz hiçbir vakit,
dedi piskopos halka.
Bertolt Brecht