1940’lı yıllarda başlayan Anadolu kavramını romanlara yerleştirme çabalarının en önemli temsilcilerinden birisi olan Fakir Baykurt, bu tutumuna politik görüşünü ekleyerek birbirinden değerli onlarca eser verdi.
Fakir Baykurt aramızdan ayrılalı 12 koca sene geçmiş. Burdur’un Yeşilova İlçesi’ne bağlı Akçaköy’de doğan bir köy çocuğuydu Baykurt. Sonra bir yazar, bir şair, bir eğitmen ve bir eylem adamı…
Bir hayli geç, üniversite yıllarında tanıştım Fakir Baykurt’la. Bu yıl kaybettiğimiz kıymetli hocam Doç. Dr. Vakur Kayador’un Sözlü Anlatım dersinde bana verdiği ödev nedeniyle, biraz da gönülsüzce çalışmaya başladım yazar hakkında. Can Yüceller, Yaşar Kemaller, Attila İlhanlar dururken bu Fakir de kim oluyordu? Yunus Emre Kampusu’nun içinde bulunan Devlet Yurdu’nun, soğuk taş binasından elimde ‘Kaplumbağalar’ kitabıyla girdim. Altı kişinin kaldığı odamın hemen girişindeki üst ranzaya yerleştim, üzerime yorganımı çektim ve okumaya başladım. Soğuk bir kış gününün Eskişehir’i ayaza bırakan cılız güneşi odayı aydınlatmaya yetmiyordu; ancak içim Kır Abbas ve öğretmen Rıza ile sıcacık oluverdi, aydınlandı. O haftayı kütüphanede ‘Yılanların Öcü’nü, Irazca’nın Dirliği’ni, Kara Ahmet Destanı’nı ve Duisburg üçlemesinin ilk kitabı Yüksek Fırınlar’ı okuyarak geçirdim.
Cehaletin ne yoz, ne menem bulaşıcı bir hastalık olduğunu bu toprağın her insanı gibi ben de iyi bilirim. 16 kardeşe sahip babam, köyden okuma aşkıyla şehre kaçmış mesela. Annemi belki ‘kötü yola düşer’ diye dedem şehirde oturmasına rağmen okutmamış, dört kızının hiçbirine bu hakkı tanımamış. Nice akrabalarım Karadeniz’in sert ve çetin yaylalarından kışları karı ayakkabılarına, soğuğu içlerine çeke çeke bir saat yürüyerek varırlardı okullarına. Kimisi, yurtlarda annelerinden, babalarından küçücük yaşta ayrılıp okumak zorunda kaldı. Yurttan annesini özleyip kaçanını mı ararsın, çocuklarının hasretine dayanamayıp köyden şehre göçenini mi? Bu hikayelerle büyüyen ve bazılarına tanık olan üniversite sıralarındaki o küçük kız, Fakir Baykurt’u içine sine sine okudu o yüzden. Yoksulluğun, cehaletin, çaresizliğin ne olduğunu bir kez de Fakir Babası anlattı ona.
Tırpan’da, para için on dörtlük Dürü’yü köy ağası Kabak Musdu’ya satıvermişti babası ve hala köylerde kız çocukları para babalarına satılıveriyordu yeni bin yılda. Tırpan bir başkaldırıyı anlatıyordu, şimdilerin farkındalığı ‘Çocuk Gelinleri’ ta o zamandan kınıyordu Fakir Baykurt. Yaşar’ın ‘Keklik’i misali yoksulun nice toprağına, malına göz dikiyordu birileri. Köylünün, yoksulun bürokrasiyle hep bir derdi vardı…
Gitti Tahir, oldu Fakir
Fakir Baykurt hikaye ve romanlarında, saf, fedakar, yoksul ve samimi Anadolu köylüsünü betimliyordu. İyiyle kötünün, zenginle yoksulun, cehaletle bilginin savaşını çok iyi biliyordu. Kendisi de romanlarının kahramanları gibi okula hasret, kitaba aç bir köylü çocuğu olarak atılmıştı hayata. Evinde bir tek kitabı olmayan, okuma yazma bilmeyen bir ailenin altı çocuğundan birisiydi. Kara Veli ve Elif’in oğlu olarak Burdur’un Yeşilova İlçesi’ne bağlı Akçaköy’de dünyaya geldi. ‘1929 yılının haziran sıcaklarında, arpalar yolunurken, Akçaköy’ün yüksek gökleri altında açtım gözlerimi dünyaya. Doğuran yalan mı söyleyecek? Anam söyledi: Haziran ortası, 15.6.1929!’ Savaşa gidip bir daha dönmeyen amcasının adını Tahir’i belledi uzun süre isim olarak. ‘Babam da savaşlarda ölüp kalan kardeşinin adını koymuş: Öldü Tahir, doğdu Tahir! Bu oğlumun adı da Tahir oluversin gali!’ demiş.’ Ancak bu isimle arasındaki bağı hiçbir zaman kuramadı, yıllar yılı kendisine yakışacak bir mahlas düşündü. Bu isim, adına yollanan ancak Tahir yerine Fakir yazılan bir postayla ayağına kadar geldi. 1947’den sonra bir daha Tahir ismini kullanmadı, o artık Fakir Baykurt’tu.
Annesi Elif, altı çocuğuyla dul kaldığında henüz ilkokula gidiyordu. Okuturum diye dayısı yanına aldı yeğenini fakat okula göndermek yerine çalıştırdı. Suculuk yaptı Fakir, kereste taşıdı. Tek isteği okumaktı; bir yolunu bulup annesinin yanına geri döndü. Isparta Gönen Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırdı sonra ve Gazi’de yüksek öğrenim gördü. Enstitü yılları gizli gizli Nazım şiirleri okuyarak ve Sabahattin Ali’nin öykülerini gözünde canlandırarak geçti. Yazın dünyasına ilk olarak şiirle başladı. Çok sevdiği Kuyucaklı Yusuf’un yazarı öldürüldüğünde içinde derin bir sızıyla Kurban’ı kaleme aldı. Sabahattin Ali’ye bir ağıttı.
Kovuşturmalar ve darbe günleri
Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdiği 1955 senesinde ilk hikaye kitabı Çilli yayımlandı. Kavacık’ta, Sivas Hafik’te, Konya’da, Artvin Şavşat’ta öğretmenlik yaptı. Seneler boyu, gördüğü köyler, şehirler, insanlar ve olaylar üzerine notlar aldı. Gönen Köy Enstitüsü’nden itibaren dönem dönem öğretmenleriyle çatışmaya da başlamıştı. O yıllarda enstitülüler genellikle ‘komünist’ olarak nitelendiriliyordu. 1959 yılında ‘Yılanların Öcü’ yayımlandı ve Yunus Nadi yarışmasını kazandı, ancak kitap nedeniyle kovuşturmaların da ardı arkası kesilmedi. CHP iktidarından Menderes’e, Demirel’e ve darbelere uzanan on yıllarda sürgünle, gözaltıyla ve mahpuslukla tanıştı.
‘Yoruldum, çok yoruldum/
Biraz değil çok yoruldum Mamak’ta / Tutukevinde demir parmaklıklar ardında / Yaz kış ranzalarda yatmaktan’ (1988)
27 Mayıs 1960 sabahı işsiz bir öğretmendi. 1965’te öğretmen arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı (TÖS) kurdu. 1969’da Türkiye genelinde dört gün süren Genel Öğretmen Grevi’nin önderlerinden birisiydi. Bu tarihe kadar ‘Efendilik Savaşı’, ‘Efkar Tepesi’, ‘Onuncu Köy’, ‘Karın Ağrısı’, ‘Irazca’nın Dirliği’ kitapları yayımlandı; eserleri Rusça, Bulgarca ve Almanca’ya çevrildi. 1971’de gözaltına alındı. ‘Ben 1971 12 Mart’ında iki kez gözaltına alındım ve tutuklandım. Yattım içeride. Yargılanmam dört buçuk yıl sürdü. Sonunda aklandım. Yattığım yanımda kar kaldı.’ Mahpusluk yıllarının ardından Fakir Baykurt için işler pek yolunda gitmedi. Birkaç kez ölümle burun buruna geldi. Etrafta öldürüleceği söylentileri dolaşıp duruyordu. 1979 yılında adeta politik bir sürgün olarak Almanya’ya gitti. ’12 Eylül 1980’de Almanya’daki yazınsal incelemelerimi sürdürürken, şimdi Marmaris’te resim boyayan generalle arkadaşları darbe yaptı. Dönsem tutuklanacağım.’
Fakir Baykurt, Almanya’da kaldığı süre boyunca yine eğitimci kimliğiyle çalışmalarını sürdürdü. Aynı zamanda öyküler ve romanlar yayımlamaya, şiir yazmaya devam etti. Anadolu insanını ve köy yaşamını konu edindiği romanlarının yanı sıra, göç olgusunu da eserlerine dahil etti bu dönemde. Fabrikaları dolaştı, işçilerle bir araya geldi, kaldıkları, yaşadıkları yerleri gözlemledi. ‘Yüksek Fırınlar’, ‘Koca Ren’, ‘Yarım Ekmek’ bu anlamda önemli eserleri arasında yer alır.
‘Yoruldum, çok yoruldum /
Biraz değil çok yoruldum Duisburg’da / Pasaport, vize, oturma izni, işlemler her yıl / Yoruldum yurda uzaklardan bakmaktan’
1940’lı yıllarda başlayan Anadolu kavramını romanlara yerleştirme çabalarının en önemli temsilcilerinden birisiydi Fakir Baykurt. Türk romanında köy gerçekliğini içselleştirerek yansıtan yazar, bu tutumuna politik görüşünü de ekleyerek eserler verdi. ‘Çabam bugüne değin, gerekli ölçüde ve nitelikte yazılmadığına inandığım köylü yaşayışını, halkçı ve devrimci açıdan sürdürmektir’ Fakir Baykurt, yıllarca yaşadığı Almanya’da pankreas kanseri nedeniyle 11 Ekim 1999 yılında yaşamını yitirdi, cenazesi Türkiye’ye getirilerek Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
FAKİR BAYKURT YILLARCA YAŞADIĞI ALMANYA’DA PANKREAS KANSERİ NEDENİYLE 11 EKİM 1999 YILINDA YAŞAMINI YİTİRDİ. CENAZESİ TÜRKİYE’YE GETİRİLEREK ZİNCİRLİKUYU MEZARLIĞI’NDA TOPRAĞA VERİLDİ.
Kaynak : AKşam – 14 Ekim 2011