Tarım ve Orman Bakanlığı endüstriyel tarım sistemini ve küresel tarım rejimini destekliyor. Endüstriyel tarım dediğimizde kısaca; sentetik tarım ilaçlarının, kimyasal gübrelerin kullanıldığı tarımı anlıyoruz. Bu tarım sistemi ve uygulanan tarım politikaları sonucu çiftçiler ikili bir fiyat sistemi içinde eziliyor. Çiftçilerin modern denilen girdilere ödedikleri fiyat roket hızıyla artarken, ürünleri için ellerine geçen fiyatlar ya artmıyor, hatta düşüyor veya artıyorsa da kullandıkları girdilerden ve tüketim malları fiyatlarından daha yavaş bir hızda artıyor. Bu fiyat makası çiftçilerin gelirini her yıl biraz daha daraltıyor. Bu evrensel bir olgu. Endüstriyel tarım sürdürülebilir değil. Toprağı, suyu kirletiyor. Erozyona yol açıyor. Küresel iklim değişikliğini arttırıyor.
Bu ikili fiyat makasını açabilmek için iki şey yapmak gerekiyor. Birincisi endüstriyel tarımı terk ederek tarım kimyasallarına (sentetik tarım ilaçları ve kimyasal gübreler) dayalı girdileri kullanmayan agroekolojik tarıma geçmektir. Bu makasın alt ucunu açıyor. İkincisi ise ürünleri zincir marketler ve diğer aracılara değil doğrudan tüketicilere ulaştırmanın yollarını aramaktır. Bu da makasın üst ucunu yukarı doğru açıyor. Böylelikle çiftçinin geliri artacaktır.
Dünya’da ve ülkemizde bu yolları arayan ve bulan insanlar çoğalıyor. Geleneksel köylüler olduğu kadar, köye dönen emekliler, daha önce kır emekçisi olup kentlere göç etmek zorunda olanlar, genç profesyonellerden oluşan bir grup insan agroekolojik tarım sistemini benimseyerek ve ürünlerini doğrudan tüketicilere ulaştırmaya çalışarak yeni bir yol açıyorlar. Bunlara; kapitalist sistemin rekabet gibi değerlerini benimseyen, endüstriyel tarımı izleyen, ancak bir türlü istediği yere ulaşamayan girişimci çiftçiler dediğimiz grup da değişim geçirmeye çalışarak katılabiliyor. Öte yandan eş zamanlı olarak şirketlere ve büyük çiftçilere dayanan kapitalist işletmeler de yoğunlaşıyor. Bütün bu süreçler iç içe yaşanmakta. Yeni köylülük dediğimiz bu kategoriler önümüze yeni bir ufuk açabilir.
Endüstriyel tarım ve aslında bunun bir miktar daha denetimli hali olan “iyi tarım” çıkar yol değildir. Bu sistemler çiftçiyi borçtan kurtarmaz, ekolojik yıkımı önlemez. Çiftçi; gelirinin çoğunu tarım kimyasallarına, şirket tohumlarına, mazota, endüstriyel yeme harcamak zorunda kalır.
Agroekolojik tarım organik tarıma indirgenemez. Ancak çıkış noktasından uzaklaşarak, uygulanmasında sistemin denetimine alınarak evcilleştirilen organik tarım, epeyce sorunları olmasına rağmen agroekolojik tarımın içinde kabul edilebilir. Permakültür, onarıcı tarım, biyodinamik tarım, Fukuoka’nın tarım anlayışı hepsi agroekolojinin geniş şemsiyesi içindedir. Aslında her ülkede binlerce yıldır geliştirilmiş bulunan bilge köylü uygulamaları, geleneksel ve yerel tarım bilgisi veya başka bir değişle “halkın bilgisi” agroekolojinin değerli kaynaklarını oluşturur. Bütün bu uygulamaların çağın teknik ve bilimsel olanakları ile birleştirilmesi çabaları da birçok ülkede sürmektedir. Dünya köylüler, çiftçiler, balıkçılar ve çobanlarının örgütü olan Via Campesina agroekolojiyi takip etmektedir. Ülkemizde Via Campesina üyesi “çiftçi sendikaları” agroekolojiyi desteklemektedir. Agroekoloji; Via Campesina’nın ısrarlı çalışmaları sonucu Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (kısaca FAO) tarafından kabul edilmiştir. Şimdi sorun agroekolojiyi tepeden inme bir şekilde şirketlerin lehine değil, çiftçi ve köylünün lehine uygulamak, gıda egemenliği ile de birleştirerek en geniş toplumun çıkarları doğrultusunda ve ekolojik bir dünyayı doğuracak şekilde geliştirmektir.
Ülkemizde ziraat fakülteleri agroekoloji konusunda çok geri kalmıştır. Bazı bölümlerde okutulan tarımsal ekoloji adında bir ders dışında ciddi bir kavrayış yoktur. Hâlbuki 1970’lerde Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde agroekoloji adında bir kürsü bile bulunuyordu. Daha sonra endüstriyel tarım sisteminin, yeşil devrimin baskısı ile agroekoloji konusu takip edilmemeye başlandı.
Agroekoloji hem bir bilim, hem bir uygulama hem de bir harekettir. Özellikle Güney Amerika’da çok yaygındır. Dünyada bu konuda çokça çalışma yapılmaktadır. Belediyeler bir plan dâhilinde agroekolojik tarım sistemini yaygınlaştırmalıdır. Yayım açısından uygulanan en etkili yöntem “çiftçiden çiftçiye” (İspanyolca Campesina a campesina) diye isimlendirilmektedir.
Tarım ve Orman Bakanlığı organik tarıma daha çok zenginlere ve dış satıma yönelik bir konu olarak bakıyor. Onların temel anlayışı organik tarımda verimin düşük olacağı gibi çok tartışılır bir varsayıma dayanıyor. Öte yandan organik tarım büyük ölçüde sistem içine alınmış bulunuyor. Aslında ülkemizdeki başlangıcında da gelişmiş ülkelerin ithalat gereksinimleri itici güç olmuştur. Organik tarım kanunu bu sistem içine almayı kolaylaştırıyor. Organik tarım etiketini kullanmak için denetleme şirketlerinden sertifika almak gerekiyor. Bu ek bir masrafa yol açıyor. Ayrıca ev yapımı tarım ilaçları veya yerel tohum kullanmak, nöbetleşmeli tarım yapmak, kardeş bitkiler kullanmak gibi kültürel önlemler almak yerine bu defa gene biyopestisit denilen ve sentetik ilaçlardan daha da pahalı olan şirket ilaçları kullanılmaya başlanıyor. Bazı organik tarım üreticileri örneğin tek bir çeşit şeftali çeşidini yüzlerce dekara ekiyor, işçi sömürüsü yapıyor, ürünü çok uzak noktalara, bazen de yurt dışına ihraç ediyorlar. Bu ise ne biyoçeşitliliğe, ne işçi ve insan haklarına ne de ekolojik ilkelere uymuyor. Bu tür bir organik tarıma “endüstriyel organik tarım” da denebilir.
Organik tarıma yönelik destekler ise teşvik edici bir düzeyde ve yapıda değil. Bakanlık “iyi tarım sistemini” de öneriyor. İngilizcesi “good agricultural practices” yani “iyi tarım uygulamaları” iken, kısaltılarak sadece “iyi tarım” deniliyor. Bu bir algı çarpıtmasına yol açıyor. Çünkü “iyi tarım” dediğimiz aslında ne kadar “iyi”, çok tartışılır bir konu. İyi tarım aslında endüstriyel tarımın biraz denetimli bir şekli. Genel ve yanlış olan anlayış şöyle açıklanabilir: “Tarım ilaçları uygun dozda ve hasattan belli bir süre önce uygulandığında sağlık ve çevreye zarar vermez”. Ancak bu kökten yanlış. Çok düşük düzeylerde bile tarım ilaçları sağlık açısından zararlı olabiliyor. Bu konuda endokrin sistemi bozucu tarım ilaçları ilk akla gelenler. Diğer yandan iyi tarımda da organik tarım gibi denetleme şirketlerinden sertifika alınması zorunlu. Bu bir yandan da çiftçinin masraflarını arttırıyor. Bu denetlemelerin yeterince ciddi olmadığı konusunda çokça iddialar var. İyi tarım da bakanlıkça yine yetersiz bir şekilde destekleniyor. Organik ve iyi tarım uygulamalarının oranı çok düşük düzeyde ve çok da büyüyeceği yok. Zaten bakanlık bütün bu sistemlerin endüstriyel tarım ile birlikte yaşaması gerektiğini düşünüyor.
Yapılmış araştırmalar sebze ve meyvelerde maksimum kalıntı limiti denen ve hiçbir şekilde yenilmesine izin verilmeyen ürünlerin oranının oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Bu limitlerin altındaki ürünlerin de insan sağlığına zararlı olacağı söylenebilir. “Yıkarız gider” anlayışı oldukça yanlış ancak yaygın bir düşünce. Sistemik denilen bitki özsuyu yoluyla bitkinin bütününe yayılan tarım ilaçları oldukça büyük bir oran tutuyor. Belediyelerin sağlıklı gıda konusunda yetkileri yeterli olmasa da bu konuya tarafsız kalamayacakları da açık bir durum.
Belediyelerin agroekolojik bir tarım sistemini kabul ederek yaygınlaşmasına çalışması yararlı olacaktır. Agroekoloji; ekolojik ilkelerin biyoçeşitliği yüksek, verimli ve dayanıklı tarım sistemlerinin tasarımı ve yönetiminde uygulandığı bir tarım sistemidir.
Endüstriyel tarım veya iyi tarım çiftçileri içine girdikleri bataktan kurtaramaz. Ayrıca tüketiciler ve çiftçiler tarım ilaçları ile zehirlenmektedirler. Köylü ve çiftçilerin ikili fiyat makasından kurtulabilmeleri için aynı zamanda ürünlerini de doğrudan tüketiciye ulaştırmaları gereklidir. Çiftçilerin ürünlerini satın alan ve doğrudan veya değişik düzeylerde işleyerek tüketicilere ileten şirketler, ihracatçılar, marketler, zincir marketler köylü karşısında çok güçlü bir konumdadır. Bunu kırabilmek için yeni araçlara ihtiyaç vardır. Kooperatifler ilk akla gelen kuruluşlardır. Ancak kooperatiflerin agroekolojik tarım sistemini benimsemeleri ve ürünlerini aracılara değil, olabildiğince tüketicilere doğrudan satmayı hedeflemeleri gereklidir. Aksi takdirde kooperatifler modern denilen sentetik tarım ilaçlarını, gübreleri, yemleri vb. girdileri çok küçük bir indirimle çiftçiye ileten ve ürünleri şirketlere çok küçük bir primle satan etkileri sınırlı ve dayanıksız kuruluşlar haline dönerler. Sistemin bir parçası haline gelirler. Çok başarılı görünenler de aslında tarımsal girdi şirketlerine ve ürün satın alan şirketlere çalışan bir ara kademe olmaktan ileri gidemezler. Ekolojik kooperatif modelinin Hollanda, İtalya, Fransa gibi ülkelerde başarılı örnekleri görülmektedir.
Çiftçi ve tüketici dostu, ekolojik ve sürdürülebilir yerel gıda sistemleri, dayanışmacı ekonomiler kurmak gerekiyor. Bunlar arasında topluluk destekli tarım grupları, gıda grupları, ekolojik köylü pazarları, tüketici kooperatifleri bulunmaktadır. Belediyelerin bu tür oluşumları desteklemesi çok yararlı olacaktır. Belediyeler hızlı sonuç almak isteyebilirler. Bunun için kurmayı düşünecekleri tanzim satış veya belediye mağazaları benzeri girişimler, gerek bürokratik yapıları gerekse de idarecilerin tüketiciye sağlıklı ve ucuz gıda sağlamak ve ekolojik ilkeleri korumak yerine kısa zamanda kâr sağlama, kişisel başarı elde etme güdüleri yüzünden istenilen gelişmeyi sağlayamayacakları düşünülebilir. Bu tür bir yol seçildiğinde belediye şirketleri kooperatifler, gıda grupları, ekolojik pazar grupları ile sıkı işbirliği yapmalıdır.
Belediyeler satın alma gücünü kullanarak bazı değişimleri başlatabilir veya olumlu bazı kuruluşları (kooperatif, gıda grubu vb.) destekleyebilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu gücün sınırlı olduğudur. Bu nedenle her şeyi kendi gücüyle yapmak yerine otonom kuruluşların oluşması ve gerek entelektüel gerekse de maddi kaynaklar açısından toplumun harekete geçirilmesinin önemli olduğu unutulmamalıdır. Belediyeler Tarım ve Orman Bakanlığının genel politikasını belirleyemediğine göre nerede ne üretileceğine tam olarak yön verecek bir üretim planlamasını yapamayacağı dikkate alınmalıdır.
Çiftçi ve tüketici dostu bir yapının oluşmasında kamu ve kooperatifler elindeki soğuk hava depolarının, işleme tesislerinin, ulaştırma olanaklarının kapasitesi de çok önemlidir. Bu nedenle bu yapı iyi incelenerek belediye yardımıyla genişletilmesi çok yararlı olacaktır.
Giriş
Belediyeler ile ilgili yapılan yasal değişiklikler büyükşehir ve ilçe belediyelerinin köy, kırsal kalkınma, tarım ve sağlıklı gıdaya erişim ile ilgili sorumluluk alanlarını genişletmiştir. Bu durumda belediyelerin bu alanlarla ilgili stratejileri büyük bir önem kazanmaktadır.
Tarım ve Orman Bakanlığı ve bir bütün olarak merkezi yönetim; endüstriyel tarım sistemini, gıdanın dağıtımında şirketlere dayanan bir sistemi, tarım politikasında gelişmiş ülkelerin çıkarlarını destekleyen neoliberal bir anlayışı takip ediyor.
Belediyeler bu alanlarda nasıl bir strateji uygulamalı? Nasıl bir tarım sistemini yaygınlaştırmaya çalışmalı? Gıdanın pazarlanmasında nasıl bir politika izlemeli? İlgileneceğimiz konular bunlar.
Her ne kadar belediyeler, ülke düzeyinde uygulanan tarım politikası karşısında bazı kısıtlarla karşılaşacak olsa da bu alanda bir manevra alanı olduğu söylenebilir. Bu yazıda bu konular üzerinde duracağız. Ancak, belediyelerin ülke politikalarını belirleme olanağı olmadığı için, ülke çapında nasıl bir tarım politikası olması gerektiği üzerinde durmayacağız.
Çiftçiliğin Ürün ve Girdi Fiyatları Makası Arasında Ezilmesi
Ülkemizde ve dünyada çiftçilerin en çok yakındığı konu; özellikle 1980 sonrası uygulanan tarım politikaları sonucu ürünlerinden ellerine geçen fiyatın artmaması, hatta bazı yıllar şiddetli düşüşler göstermesine karşılık, satın aldıkları girdiler olan sentetik tarım ilaçları, kimyasal gübreler, sanayi yemi, tohum, mazot ve makinelere ödedikleri fiyatın çok daha hızlı artışıdır. Bu durum adeta bir makasın iki ucu arasında ezilmeye benzemektedir. (Grafik 1) Çiftçi ne kadar endüstriyel tarıma bağlandı ise bu ezilme daha da güçlü olmaktadır.

Grafik 1: Tarım sektörünün girdi ve ürün fiyatları arasında sıkışması Kaynak: Ploeg, 2012.

Grafik 2: Girdilerin işletmeden sağlanması, ürünlerin doğrudan tüketiciye satışı ve çeşitlenmesi Kaynak: Ploeg, 2012.
Bu ikili fiyat makasının açılması gereklidir. (Grafik 2) Makasın alt ucunun açılması modern denilen bu girdilerden kurtulmakla mümkündür. Kurtuluş satın alınan girdilerin işletme içinde üretilmesidir. Endüstriyel tarımdan agroekolojik bir tarıma geçiş ile bu mümkün olabilmektedir. Bir üretim dalının yan ürünleri veya atıkları diğeri için girdi olabilmektedir. Tarım ilaçları yerine hastalıklara dayanıklı yerel tohumların kullanılması, ev yapımı ilaçların yapılması, kimyasal gübreler yerine hayvancılığı sisteme dâhil ederek hayvan gübresi kullanılması, yeşil gübre, kırmızı solucan gübresi, komposto kullanılması, yoğun su yerine malçlama yapılması, kardeş bitkiler kullanılması, sürümden vaz geçerek anıza ekim yapılması, zeytinliklerde, meyvacılıkta sürümden tümden vazgeçilmesi gibi uygulamalarla modern denilen bu girdilerin çoğundan kurtulmak mümkün olmaktadır. Bu makasın alt ucunu aşağı doğru eğmektir. (Grafik 2) Makasın üst ucunun açılması için ise ürünlerin doğrudan tüketiciye satılmasının yollarının aranılmasıdır. Bu da ekolojik köylü pazarları, topluluk destekli tarım grupları, gıda toplulukları, tüketim kooperatifleri ile ilişki kurulması, kargo sistemi ile interneti kullanarak pazarlama, eko-kooperatiflerin kurulması, agro-turizm gibi yollarla sağlanabilmektedir.
Köylü Tarımı, Girişimci Tarım, Kapitalist Tarım
Tarım kesiminde üç grup çiftçi bulunmaktadır. Köylü tarımı ekolojik varlıkların sürdürülebilir kullanımına, köylü geçimini savunma ve geliştirmeye yöneliktir. Çok fonksiyonluluk en temel bir özelliğidir. Emek daha çok aile içinden sağlanmakta, bazen de kırsal kesim içinde karşılıklı yardımlaşma ile sağlanmaktadır. İkinci grup girişimci tip tarımsal üretim yapanlardır. Finansal ve sanayi sermayesine dayanmaktadır. Ölçek olarak büyüme önemlidir. Üretim ileri düzeyde ihtisaslaşmıştır ve tamamıyla pazara yöneliktir. Girdiler ve çıktılar olarak pazara bağımlıdır. Buna karşılık köylüler çeşitli mekanizmalarla tarım uygulamalarını bu pazarlardan uzaklaştırmaya uğraşmaktadırlar. Üçüncü grup büyük ölçekli şirket (veya kapitalist) tarımıdır. Bu tarz, devletin yürüttüğü ihracata yönelik tarım desteklemeleri ile gelişmektedirler. (Ploeg, 2008) Emek; aylıklı veya geçici işçilik ile sağlanır. Üretim kâr maksimizasyonuna dayalıdır. Girişimci çiftçiler başarılı olduklarında kapitalist çiftçi olurlar. Köylüler sosyal açıdan diğerlerinden büyük ölçüde ayrışırlar.
Yeniden köylüleşme niteliksel bir kaymayı içerir. Bu bazen Brezilya MST’de olduğu gibi eskiden köylü olan gecekondu halkının tekrar köylüleşmesi olabildiği gibi endüstriyel tarıma köklü bir şekilde bağlı girişimci kesimin agroekolojik tarım yöntemlerini benimseyerek köylüleşmesi şeklinde de olabilir. Ülkemizde de köylü kökenli, işçi ve memur olarak çalışmış kişilerin emekli olarak köye dönmeleri ve yeni köylülüğü benimsemeleri olayına da rastlıyoruz. Hatta genç veya orta yaşlı olan ve hiçbir şekilde köy ile ilgili bir geçmişi olmayan kişiler yeni köylülük saflarına katılmaktadır. Ploeg bu süreçlerin tek yanlı olmadığına da işaret etmektedir:
“Genellikle, gerek köylüleşme gerekse köylülükten çıkma aynı yerde ve aynı zamanda cereyan etmekte, bu iki süreç birbiriyle karmaşık biçimde ilişkilenmektedir…Köylü olma nihai adım olmak şöyle dursun tek bir adım olarak görülmemektedir. Süreçte söz konusu olan, zaman içinde süreklilik taşıyan ve keskin dalgalanmalar sergileyen bir akıştır. Köylülük durumunu bir dizi derece belirler. Pazarlara bağımlılık, piyasa kurumları ve ekonomi dışı zor, kazanılabilecek göreli özerklik, eldeki kaynakların miktarı ve bunlar üzerindeki denetim ve yaratılan üretmenlik düzeyleri bu bakımdan hep önemli olan etkenlerdir…Tarih boyunca yeniden köylüleşmenin birçok uğrağı olmuştur…Yeniden köylüleşme olgusunun incelenmesini gerektiren ikinci neden, köylü üretim tarzının belli başlı küresel sorunlar açısından (işsizlik, açlık, gıda kıtlığı, sürdürülemezlik, aşırı enerji tüketimi vb.) taşıdığı önemin (yeni) keşfedilmiş olmasıdır. Üçüncü neden, dünyanın her yerinde insanların (aralarında çok sayıda genç olmak üzere) kendilerini köylü olarak yeniden kurmalarıdır…Halen tüm Avrupa’da çiftçiler tarıma yönelik ağır bir basınçla karşı karşıyadır. Fiyatlar azalmasa bile yerinde saymakta, buna karşılık maliyetler artmaktadır. Bununla bağlantılı olarak önemli bir yoksullaşma durumu ortaya çıkmıştır. Klasik bir yanıt olarak ölçek büyütme ise, daha fazla büyümenin yüksek maliyetleri (kota, arazi, çevresel mekân) ile daha ileri düzeyde liberalleştirme ve küreselleşmenin artık gelecek vaat etmemesi nedeniyle etkisiz kalacak gibi görünmektedir (daha kötüye götürmese bile). Kanımca iki temel eğilim tespit edilebilir. Bunlardan ilki, dibe doğru daha ileri yarış anlamına gelecek klasik girişimci yanıttır. Avrupa’daki çiftçilerin çoğunluğunun yönelimini yansıtan ikincisi ise, tartışmalı ve saklı kalmakla birlikte sağlam, güçlü ve umut verici yeniden köylüleşme sürecidir. Bu süreçte özerklik yeniden yaratılmaktadır; bu özerklikle aynı anda yeni gelişme biçimleri, yeni katma değer ve daha yüksek gelirle birlikte yeni istihdam fırsatları ortaya çıkmakta, özerklik düzeyleri de yükselmektedir. (Ploeg, 2012)”
Nereye Gideceğiz?
Büyük gıda ve girdi şirketlerinin hegemonyası giderek yükselmektedir. Hemen hemen sadece çalışan başına ve/veya dekara verime odaklanmış ve kâr maksimizasyonunu hedeflemiş neoliberal düşünce devlet politikaları ve eğitim/araştırma sektörlerindeki hegemonyasına da dayanarak tarımı biçimlendirmektedir. Sonuç köylü kesiminin şiddetli bir şekilde gelir ve otonomi kaybıdır. Tüketicilere yansıması ise yükselen gıda fiyatları, gıda güvenliğindeki büyük kayıplardır. Çevrenin yok olma sürecine girmesi ise bütün bir toplumu etkilemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde tarımda çalışan nüfus çok azalmış olabilir, ancak tarım; çiftçi ve tüketicilerin doğa ile kurdukları önemli bir bağlantıyı oluşturmaktadır. Bu nedenle önemi azalmamıştır.
Toplumsal sorunlara soldan bakan bazı kesimler ise köylülüğün yok olmasına karşı bunun kaçınılmaz olduğu görüşü yanında, köylülüğü sosyolojik geriliğin kaynağı olarak görmektedirler. Ancak gerek tarihte gerekse günümüzde köylülüğün oldukça ileri ve sorumluluk alan girişimleri de her zaman görülmüştür. Neoklasik iktisadın desteklediği girişimci çiftçiler de köylüler gibi ellerine geçen ürün fiyatlarının düşmesi ve girdi fiyatlarının artışı nedenleri ile büyük gıda ve girdi sanayilerinin altında ezilmektedir. Sonuç olarak gerek girişimci çiftçilerde gerekse de kentli ve bir zamanlar köylü olan hatta hiç köyle ilişkili olmayan kesimlerde “yeniden köylüleşme” denilen bir süreç başlamıştır. Geleneksel köylüler de bu sürece katılmakta ve değişim geçirmektedirler. “Yeni köylüler” denilen bu geniş kesim girdi sanayine bağlı olmaktan çıkarak otonomi kazanmak amacıyla agroekolojik tarım yöntemlerini benimsemekte, girdileri tarım içinden sağlamaktadır. Ürünlerin satışında ise süpermarket zincirleri, gıda şirketleri, tüccarlar vb. kesimlerden bağımsızlık kazanmak amacıyla doğrudan tüketiciye ulaşan pazarlama kanalları kullanmaya başlamaktadırlar. Bu kanallar arasında ekolojik köylü pazarları, topluluk destekli tarım grupları, eko-kooperatifler, tüketici kooperatifleri, internet üzerinden doğrudan pazarlama, agroturizm gibi birçok form bulunmaktadır. Bu süreç ülkemiz de dâhil olmak üzere dünyanın birçok köşesinde gözlenmektedir. Brezilya MST hareketinde olduğu gibi doğrudan kentten kıra göç eden çoğu eski köylü veya köy kökenliler kolektif tarım işletmeleri bile kurabilmektedirler.
Küresel iklim değişikliği, çevre kirliliği ve gıdalardaki yoksullaşma, kirlenme, gıda fiyatlarının tüketiciler için katlanamaz boyutlara ulaşması gibi endüstriyel tarımın ve uluslararası dev gıda şirketlerinin, uluslararası süpermarket zincirlerinin yol açtığı sorunların çözümünde bu “yeni köylülüğün” önemli bir rol oynayabileceğini söyleyebiliriz. Şüphesiz aşağıdan yukarı olan bu değişimler kendiliğinden bu hegemonik yapının kolayca değişebileceği anlamına gelmemektedir. Sorunun tarım politikası olduğu kadar genel politikayı da etkileyen yönleri bulunmaktadır. Ülkemizde de embriyo olarak gelişmekte olan bu sürecin başta araştırmacılar olmak üzere gerekli ilgiyi çekmesi yararlı olacaktır.
Var olan sıkışıklıktan çıkmak için agroekolojik tarım sistemlerinin benimsenmesi kaçınılmazdır.
Tarım İlaçları ve Zararları
Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezinde Bülent Şık önderliğinde yapılan bir araştırma yediğimiz tarım ürünlerinde ciddi düzeylerde tarım ilacı kalıntısı olduğunu ortaya çıkardı.1 2
Ülkemizin her yerine sebze, meyve gönderen önemli bir merkez olan Antalya’da yapılan araştırmada 2013 ve 2014 yıllarında Ocak-Nisan arasında semt pazarlarından tesadüfen toplanmış 709 domates, biber, hıyar, kabak, çilek, patlıcan ve portakalda 335 pestisit (tarım ilacı) kalıntısı aranmıştır.
Dünyada bir ürünün kesinlikle yenilemeyeceğini belirleyen bir değer var. Buna Maksimum Kalıntı Limiti (MKL) (İngilizce kısaltmasında MRL) deniyor. Maksimum Kalıntı Limiti bir gıda ürününde bulunan pestisit kalıntısı miktarının belli bir eşik değerin üzerine çıkmaması gerektiğini belirtir. Örneğin herhangi bir pestisit kalıntısının bir kilogram domateste en çok kaç miligramın altında olması halinde tüketilebileceğini gösterir. Bu eşiklerin üzerinde çıkarsa bu ürünün kesinlikle satılamayacağı ve yenilemeyeceği kabul edilir. Her ülkede bu eşikler az çok farklı olabilmektedir. Peşinen söyleyelim ki bu araştırmayı yapanlar da dâhil olmak üzere birçok araştırmacı bu eşiklerin altında da bazı tarım ilaçlarının (aslında bunlara zehir demek daha doğru) zararlı olabileceğini ortaya koyuyorlar. Örneğin endokrin sistem bozucu olarak tanımlanan bazı maddeler hormon yapımızı bozuyor. Bu maddeler MKL değerlerinden daha düşük düzeyde olsa dâhi zarar verebiliyor. Biz gene de genel kabul gören MKL değerlerini esas alarak araştırma sonuçlarına bakarsak, bir genelleme olarak örneklerin ilk yıl %21’i, ikinci yıl ise %25’inin bu değerlerden yüksek olduğunu görüyoruz. Geri kalanlarda da zehir var, ancak miktarları MKL değerlerinden aşağıda. Bu sonuçlar şu anlama geliyor. Elimizde adeta birinde mermi olan dört gözlü bir tabanca var ve Rus ruleti oynuyoruz. Domateste 2013’de %6’sı, 2014’de %12’si; kabakta sırasıyla %40 ve %36’sı limit üstü zehir içeriyor. Hâlbuki Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı son on yılda sürdürülen bazı çalışmalarla limit üstü ürün oranının %1’lerin altına düşürüldüğünü söylüyordu. Kamu tanıtım videolarında “merak etmeyin, her şey kontrol altında” demekteler. Bunun değişik nedenleri var. Örneğin 2014 yılına kadar yürürlükte olan pestisit yönetmeliğinde gıdalarda kontrol edilmesi gereken yaklaşık 400 adet pestisit varken, bakanlığın yaptığı kontrollerde kalıntısını araştırdığı pestisit sayısı genel olarak 107 adedi geçmemektedir. Diğer yandan laboratuvarlarda pestisit analizlerinde cihazların sık sık bakımı ve kalibrasyonu yapılması gerekmektedir. Bunların her yerde düzenli yapılamadığı biliniyor. (Şık, 2018; 182-183)
Bu konunun çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Bazı tarım danışmanları daha çok ihraca yönelik üretim yapan çiftçilere değişik etken maddeli ilaçları kullandırarak hiç birinde limit üstü çıkmamasını sağlayacak yönde bazı taktikler veriyorlar. Ancak birden çok pestisitin bir üründe olması durumunda bunların birlikte insan üzerinde nasıl bir etki yaptığına dair araştırmalar dünyada da çok kısıtlı. Bu araştırmada analiz edilen örneklerin %85’inden fazlasında birden fazla pestisit çıkmış, %1 örnekte ise 8-13 arasında pestisit varmış. Buna çoklu pestisit diyoruz. Düşünün bir domates yiyorsunuz içinde 13 ayrı zehir var. Hepsi de limit altı olabilir. Güvende misiniz? Çok, çok şüpheli.
“Yıkarız gider” derseniz çok yanılırsınız. Çok iyi yıkamak ve bazı meyve ve sebzeleri derin soymak bir düzeye kadar pestisitleri uzaklaştırsa da özellikle sistemik dediğimiz, bitkinin her yerine yayılabilen ilaçlardan kurtulamayacağımız bir gerçektir. Ayrıca çiftçiler de ilaçları atarken çok zarar görmektedirler. Bu ürünleri zehirsiz üretmenin yolları var. Niye bu yollar aranmaz?
Endüstriyel tarım dediğimiz kimyasal tarım ilaçları, kimyasal gübreler, şirket tohumları, yoğun su, gereğinden fazla ağır makinelerle yapılan tarım sistemi bir taraftan dünyayı kirletir ve ısıtırken, diğer yönden de şirketler ve süpermarketlere dayalı pazarlama ağı ile çiftçiyi yoksullaştırmakta, tüketiciyi gıdaya yabancılaştırmakta ve sömürmektedir. Çiftçilerin satın aldıkları girdiler giderek sayıca artmakta ve fiyatları hızla artmaktadır. Agroekolojik bir üretim sistemini benimseyerek çiftçi bu girdilerin çoğundan kurtulabilir.
Tarım ve Orman Bakanlığı organik tarıma daha çok zenginlere ve dış satıma yönelik bir konu olarak bakıyor. Onların temel anlayışı organik tarımda verimin düşük olacağı gibi çok tartışılır bir varsayıma dayanıyor. Öte yandan organik tarım büyük ölçüde sistem içine alınmış bulunuyor. Organik tarım kanunu bu sistem içine almayı kolaylaştırıyor. Organik tarım için denetleme şirketlerinden sertifika almak gerekiyor. Bu ek bir masrafa yol açıyor. Ayrıca ev yapımı tarım ilaçları veya yerel tohum kullanmak, nöbetleşmeli tarım yapmak, kardeş bitkiler kullanmak gibi kültürel önlemler almak yerine bu defa gene biyopestisit denilen ve sentetik ilaçlardan daha da pahalı olan şirket ilaçları kullanılmaya başlanıyor. Bazı organik tarım üreticileri örneğin tek bir çeşit şeftali çeşidini yüzlerce dekara ekiyor, işçi sömürüsü yapıyor, ürünü çok uzak noktalara, bazen de yurt dışına ihraç ediyorlar. Bu ise ne biyoçeşitliliğe, ne işçi ve insan haklarına ne de ekolojik ilkelere uymuyor.
Organik tarıma yönelik destekler ise teşvik edici bir düzeyde ve yapıda değil. Bakanlık “iyi tarım sistemini” de öneriyor. İngilizcesi “good agricultural practices” yani “iyi tarım uygulamaları” iken, kısaltılarak sadece “iyi tarım” deniliyor. Bu bir algı çarpıtmasına yol açıyor. Çünkü “iyi tarım” dediğimiz aslında ne kadar “iyi”, çok tartışılır bir konu. İyi tarım aslında endüstriyel tarımın biraz denetimli bir şekli. Genel ve yanlış olan anlayışı şöyle açıklanabilir: Tarım ilaçları uygun dozda ve hasattan belli bir süre önce uygulandığında sağlık ve çevreye zarar vermeyeceği düşünülüyor. Ancak bu kökten yanlış. Diğer yandan iyi tarımda da organik tarım gibi denetleme şirketlerinden sertifika alınması zorunlu. Bu bir yandan da çiftçinin masraflarını arttırıyor. Bu denetlemelerin yeterince ciddi olmadığı konusunda çokça iddialar var. İyi tarım da bakanlıkça yine yetersiz bir şekilde destekleniyor. Organik ve iyi tarım uygulamalarının oranı çok düşük düzeyde ve çok da büyüyeceği yok. Zaten bakanlık bütün bu sistemlerin birlikte yaşaması gerektiğini düşünüyor.
Şirketler sistemi içinde organik sertifikalı üretim yapan, biyopestisit denilen tarım ilaçlarını ilaç şirketlerinden, diğer tarım ilaçlarından daha da pahalı alan ve ürünlerini şirketler veya süpermarketler yoluyla pazarlamaya çalışan çiftçi endüstriyel tarım yapan çiftçiden çok da iyi bir durumda olmamaktadır. Güvenilirliği sorgulanan sertifikalara para ödeyen, ürünlerine çok küçük bir prim alan, hatta çoğu zaman tarım ilaçları ile üretilen endüstriyel tarım ürünleri ile aynı fiyatı alabilen çiftçi devletten aldığı organik tarım destekleri de dikkate alınmasına rağmen kendini teşvik edici bir sistem içinde bulmamaktadır. Bu nedenle de sistem tarafından kontrol edilen “organik” üretim çok yavaş bir hızla gelişmekte, ürünler daha çok yüksek gelirli kesimlere hitap etmektedir. Büyük üreticiler tarafından yapıldığında monokültür uygulanan, bu nedenle biyoçeşitlilikten söz edilemeyen, ücretli emeğe dayanan, şirketlerin biyopestisitlerini kullanan, sertifika zorunluluğu olan bu tür bir organik tarım istenilen yönde bir gelişim değildir. Ekolojik, ekonomik ve sosyal problemlerin çoğu çözülmemiştir. Bu nedenle bu sisteme “endüstriyel organik tarım” diyebiliriz. (Özkaya, 2012) (Özkaya, Özden, 2104)
Agro Ekolojik Tarım
Agroekolojik tarım tarımsal üretim sistemlerine uygulanan ekolojik süreçlerin incelenmesidir. Agro= tarım, eco= çevre, ev, loji= bilim demektir. Agroekoloji hem bir bilim, hem bir hareket, hem de uygulama demektir. Ülkemizde agroekoloji anlaşılmamıştır. Ziraat fakültelerinde ve tarımsal kuruluşlarda dikkate alınmaz. Agroekoloji organik tarıma indirgenemez. Ancak çıkış noktasından uzaklaşarak, uygulanmasında sistemin denetimine alınarak evcilleştirilen organik tarım, epeyce sorunları olmasına rağmen agroekolojik tarımın içinde kabul edilebilir. Birçok bilim ve teknik dalının agroekolojiye katkıları vardır. Sosyal, ekonomik ve politik konular da bu bilim de önemli bir ağırlığa sahiptir. Miguel A. Altieri bu alanda önde gelen araştırmacı ve eğitimcilerdendir. (Altieri, 1995) (Altieri ve ark., 2012) 3
Agroekoloji birçok yaklaşımı içerir. Bunlar permakültür, onarıcı tarım, organik tarım, koruma tarımı, Fukuoka’nın tarım sistemi, biyodinamik tarım gibi örneklendirilebilir.
Agro ekolojinin bakış açısını küçük bir örnekle anlatalım. Mısır bitkisine zarar veren böcekleri endüstriyel tarımda birçok zehirle (onlar tarım ilacı diyorlar) öldürüyorlar. Hatta GDO uygulanıyor. Agro ekolojik çözümler ise çok iyi. Bunlardan birine “it ve çek teknolojisi” (push and pull technology) deniyor kısaca. Mısır sıraları arasına böcekleri kokusuyla iten bir sıra ot ekiliyor. Tarlanın çevresine ise bu böcekleri çeken otlar ekiliyor. Tarlanın içine giren böcekleri içerdeki otlar ittiriyor. Çevredekiler ise çekiyor. Mısırlar temiz kalıyor. Kimler kazanıyor: Çiftçi zehirlere para ödemekten kurtuluyor. Hem çiftçi hem de tüketiciler zehirlere maruz kalmıyorlar. Çevre sağlıklı kalıyor. Kaybedenler ise tarım kimyasalları satan şirketler oluyor.
Agroekolojik stratejiler olarak çoklu ürün (polikültür), kardeş bitkiler (birlikte ekim), hayvancılıkla bütünleştirme, nöbetleşme, ara ürün, yeşil gübre gibi çok değişik yollar söylenebilir. Halkın bilgisi, geleneksel tarım bilgi sistemi de agroekolojinin değerli kaynaklarıdır. Ev yapımı ilaçları reçetelerini içeren kaynaklar vardır. (Tezcan, 2014) Bunlar küçük ölçeklerde olduğu kadar büyük ölçeklerde de uygulanabilir.
Belediyeler agroekolojik bir tarım sisteminin hâkim olması için çaba göstermelidir. Endüstriyel tarım, iyi tarım çözüm değildir. Organik tarımın sınırları içine sıkışmak da çıkar yol değildir. Aslında çözümü çiftçilerin ürünlerini doğrudan tüketiciye ulaştıran tüketim kooperatifleri, gıda toplulukları, ekolojik köylü pazarlarının eş zamanlı olarak geliştirilmesi ile birlikte düşünmek lazımdır. Aracılara veya ihracata yönelik bir organik tarım çözüm olmayacaktır. Bu alternatif kanallardaki güven sorunu katılımcı onay (sertifikasyon) sistemi ile sağlanabilir.
(Katılımcı Onay Sistemi için bakınız: https://dogalbilinclibeslenme.wordpress.com/katilimci-onay-nedir/)
Belediyeler öncelikle agroekolojik tarım sistemini çiftçiye tanıtmak için çaba göstermelidir. Bu çalışmalarda çiftçiden çiftçiye yayım yaklaşımının kullanılması daha etkili olmaktadır. Latin Amerika’da campesina a campesina olarak bilinen bu yaklaşım bu alanda başarılı olmuş çiftçilerle diğer çiftçileri buluşturmak olarak kısaca açıklanabilir. Konuyla ilgili kitap, broşür, web sayfası, video vb. birçok doküman belediyeler tarafından hazırlanabilir veya bu konudaki çalışmalar desteklenebilir. Köylerde agroekolojik teknikler konusunda yapılacak demonstrasyonlar, tarla günleri vb. çok etkili olabilecektir.
Belediye kendi ihtiyacı ve marketlerinde satmak için aldığı ürünlerin önemli bir kısmını analiz ederek, daha çok kooperatif veya gıda grupları üyesi çiftçilerden alabilir. Zehirli olup olmadığına bakmaksızın bütün üretimi desteklemek doğru değildir. Ürünlerin önemli bir kısmında sıfır tarım ilacı şart koşulabilir. Belediyenin, aldığı ve kullandığı veya pazarladığı hiçbir ürünün maksimum kalıntı limitinin üzerinde olmayacağını garanti etmesi yararlı olacaktır.
Tarım Orman İl ve İlçe Müdürlükleri tarım ilaçları konusunda denetim yapma yetkisine sahiptir. Belediyelerin bu yetkisi yoktur. Belediyeler bu konuyu Tarım ve Orman Bakanlığı ile görüşmelidir. Belediyelerin temiz gıda sağlanması konusunda yetkileri yetersizdir. Belediyeler tarım ilaçları ve diğer toksik maddeler konusunda analiz yapacak laboratuvarları geliştirmesi yararlı olacaktır.
Agro Ekolojik Tarımda Verim Düşer mi?
Ülkemizde ve dünyada organik tarımda elde edilen verimlerin daha düşük olduğu konusunda bir algı bulunmaktadır. Bu ne derece doğrudur? Bu konuda yapılan bir araştırmanın sonuçlarını paylaşabiliriz. (Ponisio, 2015)
Bir meta araştırma olan bu çalışma, bu konuyu araştıran 115 ayrı araştırmanın, binden fazla gözlemini içermektedir. Genel olarak ele alındığında organik veriminin konvansiyonel tarımdan %19 daha az olduğu görülmektedir. Ancak ürün tipleri, yönetim uygulamaları ele alındığında çok farklı sonuçlar elde ediliyor. Örneğin baklagillerde, çok yıllık ürünlerde ve kalkınmış ülkelerde organik ve konvansiyonel uygulamalarda verimler arasında önemli bir fark bulunmuyor. Ancak baklagillerden olmayan ürünlerde, tek yıllık bitkilerde ve gelişmekte olan ülkelerde organik ve konvansiyonel arasında verim farkı vardır. Diğer yandan organik sistemde çoklu ürün ve ürün rotasyonları uygulandığında konvansiyonele göre verim açığı sırasıyla %9 ve %8’e düşmektedir. Bu sonuçlar eğer bazı gelişmeler sağlanırsa organik tarımın konvansiyonel tarımdan verim farkının çok azalacağını ortaya koymaktadır. Organik tarım konusunda araştırmalar çok yetersizdir. Ayrıca organik tarıma uygun çeşitler geliştirmek konusunda çok az şey yapılmaktadır. Şirketlerin çeşit geliştirme çalışmaları hep konvansiyonel tarım koşullarında yapılmaktadır. Diğer yandan ABD’de Rodale Enstitüsünün yaptığı 30 yılı geçmiş bir verim farkı araştırmasında soya, mısır ve buğdayda organik üretimde verim bir miktar daha fazla bulunmuştur. Çok daha önemlisi mısırda kurak geçen yıllarda organik üretimde verim konvansiyonele göre %31 daha fazla bulunmuştur. (Rodale Institute, 2019) Küresel iklim değişikliğine uyum açısından bu çok önemlidir.
Endüstriyel tarım yapılan bir alanda yerel tohum ve agroekolojik tarım sistemi uygulanmaya başladığında, öncesinde toprakta biyolojik hayat sona ermiş olduğu için ilk yıllarda dekara verim düşük olabilmekte, daha sonra verim yükselmektedir. Diğer taraftan endüstriyel tarımda verim daha çok tek bir ürünün dekara verimi açısından ele alınmaktadır. Hâlbuki agroekolojik tarımda çoklu ürün, ürün nöbetleşmesi ve kardeş bitkiler (karışık ürün) uygulamaları olduğundan bütün bir çiftliğin verimine odaklanmak daha anlamlı olmaktadır. Şüphesiz ürünün kalitesi ve sağlıklılığı ayrı değerlendirilmesi gereken özelliklerdir. Diğer yandan tarım işletmesinin dayanıklılığı da verim kadar önemli bir konudur. Ekonomik veya iklimsel krizlerden daha az etkilenmek ve daha kısa zamanda eski haline dönmek olarak tanımlayabileceğimiz dayanıklılık çiftçiye çok büyük yararlar sağlar.
Belediyeler Adil ve Ekolojik Bir Gıda Dağıtım Sistemine Destek Olmalı
Çiftçilerin ürettiği tarım ürünleri; gıda şirketleri, zincir marketler ve ihracatçılar tarafından ucuza kapatılırken, tüketicilere yüksek fiyatlarla satılıyor. Belediyeler hem çiftçiyi, köylüyü hem de tüketiciyi koruyacak bir ürün pazarlama stratejisi izlemelidir. Adil ve ekolojik bir gıda dağıtım sistemi gerekiyor. Bunun formülü aslında çok açık. Ürünler çiftçiden tüketiciye en kısa yoldan ulaşmalı. Aradaki aracılar ortada kalkmalı. Yerel üretim, yerel tüketim esas olmalı. Gıdaların seyahati kısıtlanmalı. Bu yapılırken gıdaların sağlıklı olması da gerekiyor. Bu alanda elimizdeki alternatifler şunlar:
Topluluk destekli tarım grupları, gıda grupları.
Yeni kuşak tüketim kooperatifleri. (Ekolojik politika uygularlar)
Ekolojik duyarlılığı olan köylü pazarları. (Katılımcı onay sistemini uygularlar)
Üretim kooperatiflerinin veya çiftçilerin internetten satış girişimleri
Üretim kooperatiflerinin doğrudan tüketiciye satış yaptığı birimler
Kent bahçecilerinin satış yerleri ve pazarları
Belediyelerin doğrudan kooperatiflerden ürün satın alması. (İzmir Büyükşehir Belediyesinin süt programı veya peyzaj çalışmaları için çiçek, çalı alması gibi)
Belediyelerin kurduğu gıda şirketleri ve marketler
Son iki alternatif (7,8) hızlı sonuç almak açısından etkili olmaktadır. Yedinci seçenek etki bakımından kısıtlıdır. İzmir’de bu yolla sınırlı sayıda kooperatifin ve çiftçinin durumunun kısmen iyileştirildiği söylenebilir. Bu seçeneğin çok yaygınlaştırılması imkânsızdır. Sekizinci seçenek eskiden başarılı bir şekilde kullanılmakta idi. İzmir Tansaş modeli gibi. Ancak bu uygulamada ekolojik bir duyarlık olmadığı gibi, doğrudan çiftçiden almak gibi bir politikaları da belirgin değildi. Geçen zaman içinde Tansaşlar özelleştirdi, ulusaşırı zincir marketler ülkeye yerleşti. Şu anda hızlı sonuç almak için belediyeler bu seçeneği tekrar kullanmak isteyeceklerdir. Ekolojik duyarlığı olması ve doğrudan kooperatiflerden ve çiftçiden ürün almak koşulu ile bir miktar başarı şansı olabilir. Ancak ulusaşırı zincir marketlerin ciddi bir ekonomik ve ideolojik savaş açacaklarını da dikkate almak gerekiyor. Farklı politikalar izleyecek yönetimler belediyelerde yönetime geldiğinde bu oluşumlar tekrar özelleştirilebilir. Bu nedenle tek seçenek olarak uygulanması sakıncalıdır.
Birden altıya kadar seçeneklerin bilinçli ve mücadeleci kişi ve toplulukların elinde gerçekleşecek olması bakımından sürdürülebilirliği daha kuvvetlidir. Bir başka yararı çiftçilerin, tüketicilerin mali imkânları, fikri ve fiziki emeklerinin de kullanılacak olmasıdır. Ayrıca bu seçenekler uygulandığında gerek çiftçiler, gerekse üretim kooperatifleri dayanaklı olacaklar ve maliyetleri düşecektir. Dayanaklı olmaktan her türlü şoka ve krize dayanabilmesi ve çabuk atlatabilmesini kastediyoruz. Hem tüketiciler sağlıklı besine hem de çiftçiler sağlıklı bir üretim sistemine kavuşacaklardır. Belediyeler bu seçenekleri destekleyerek daha az mâli imkânla daha büyük sonuçlar elde edebilirler. Bu seçeneklerin uygulanmasında başarılı olmak için belediyelerin agroekolojik tarım sistemini desteklemesi ve yayılması için çalışması da gereklidir. Endüstriyel tarım sistemini destekleyerek bu seçeneklerin geliştirilmesi mümkün değildir.
Soğuk hava depolarını geliştirerek, ürünlerin daha ileri düzeyde işlenmesini sağlayarak ve benzeri yollarla da çiftçilerin eline geçen fiyatları yükseltirken, tüketicilerin ödediği fiyatları kısıtlamak mümkündür. Belediyeler bu işleri kooperatiflere yardımcı olarak da yapabilirler. Yapılacak geliştirmeler için her ürün ayrı incelenmelidir.
KAYNAKLAR
Altieri, M. (1995) Agroecology: The Science of Sustainable Agriculture. Westviev Press.
Altieri, M. ve ark. (2012) “Agroecologically efficient agricultural systems for smallholder farmers: contributions to food sovereignty” içinde: Agronomy for Sustainable Agriculture, January 2012, Volume 32, Issue 1, pp 1–13.
https://link.springer.com/article/10.1007%2Fs13593-011-0065-6
Şık, B. (2018) Mutfaktaki Kimyacı, Doğan Kitap, İstanbul
Foster, J.B. and Magdoff, F. (2000) “Liebig, Marx, and Depletion of Soil Fertility: Relevance for Today’s Agriculture” Hungry for Profit içinde, Monthly Review Press, New York, s. 43-60.
Özkaya, Ö. (Editör), (2012), Nasıl Bir Organik Tarım, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul.
Özkaya, Ö. ve F. Özden (2014) (Editörler), Başka Bir Hayvancılık Mümkün, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul.
Ponisio L.C. ve ark. (2015) Diversification Practices Reduce Organic to Conventional Yield Gap. İn: Proceedings of Royal Society Biological Sciences 282:20141396. http://dx.doi.org/10.1098/rspb.2014.1396)
Ploeg, J. D. W. (2008). The New Peasantries, Earthscan, London.
Ploeg, J. D. W. (2012) “Bir Kez Daha Köylü Üretim Tarzı Üzerine” Kırsal Kalkınmada Alternatif ve Yeni Yaklaşımlar, Heinrich Böll Vakfı, İstanbul. https://tr.boell.org/tr/2014/06/16/kirsal-kalkinmada-alternatif-ve-yeni-yaklasimlar-0
Rodale Institute, (2019) Farming Systems Trial, Erişim tarihi: 4.4.219 https://rodaleinstitute.org/wp-content/uploads/fst-30-year-report.pdf
Tezcan;F. (2014) Börtü Böcek İçin Doğa Dostu Öneriler ve Ev Yapımı İlaçlar, İzmir.
1 Haberini daha geniş okumak isteyenler şu adresi tıklayabilir: bianet.org/bianet/tarim/165871-gidada-pestisit-kalintisi-ve-saglik
2 “Bülent Şık, 2018, Mutfaktaki Kimyacı, Doğan Kitap, İstanbul” adlı kitapta gıdalardaki pestisit, katkı maddeleri vb. maddeler ve etkileri konusunda geniş bilgi vardır.
3 Şu kaynaklarda da agroekoloji hakkında bilgi bulunabilir: http://www.fao.org/agroecology/en/
https://viacampesina.org/en/what-are-we-fighting-for/biodiversity-and-genetic-resources/