Bizim anlatacağımız hikaye karla kaplı dağların başında bir avuç köylünün yaşam mücadelesinin hikayesidir. Görmezden gelinen, çarpıtılan, iftira atılan bu mücadelenin kahramanlarıdır gazetemizin konukları. Hayatlarında polisle, jandarmayla değil sorun yaşamak, karşılaşmamış olanların hikayesi. Kar altında sabahlayan, biber gazına direnen ama asla teslim olmayanların öyküsüdür bizim anlatacağımız.
Üç gün süren gerilimli, çatışmalı, umut ve sevinç dolu her anlarında onlarla yan yanaydım. Kar altında başımızın üstüne aldığımız aynı yorganın altında sabahlayıp, günün ilk ışıklarında atılan gaz bombalarını aynı anda soluduk. Yaşananları, baskıları, direnişi anlatmak için sürekli gazetemiz aracılığı ile haber geçtik. Sürekli yaşananların sesi vicdanı olmaya çalıştık. Şimdi ortalık biraz sakin. Hem bayramlaşmak hem de sakin kafa ile olanları değerlendirmek için yeniden Karaçam yollarındayız. BirGün Gazetesi okurları bir kez daha bu isimsiz kahramanların gül yüzlerini görsün istedik.
ENDİŞE, ÖFKE VE KARARLILIK BİR ARADA
Bayramın ikinci günü Karaçam Beldesi ve Köknar Köyü sakinleriyle görüştük. 4 Kasım sabahı nöbet tuttukları Derebaşı Mevkiinde Jandarmanın saldırılarına ve 5 Kasım sabahı da polislerin provokasyonlarına, saldırılarına maruz kalan Karaçam ve Köknar köylüleri, yaşananlar konusunda çok öfkeli. Özellikle kadınlara yönelik uygulanan küfür ve şiddetin boyutları öfkeyi bin misli daha artırıyor. Öfke gerilimi arttırıyor. Gerilimin bitmesinin tek koşulu, şirketin herkesin huzurunda verdiği sözü tutması. Bilindiği gibi köylüler, Askeri yetkililer ve Şirket Temsilcileriyle bir toplantı yapmıştı. Toplantısı sonucu Şirket, yargı kararına kadar İşçilerini, iş makinelerini ve konteynırlarını geri çekeceğini ilan etmişti. Ancak henüz başlayan bir çalışma yok. Köylüler verilen sözün tutulmasını bekliyor. Eğer söz tutulmazsa devletin bize söyleyeceği bir şey kalmaz diyorlar.
‘JANDARMALARA YİYECEK VERDİK, DÖVÜLDÜK’
Dönelim yaşanan direnişe. İlk olarak bu direnişin en önemli unsurları olan kadınlarla konuştuk. Tanık oldukları olayları ve ne hissettiklerini sorduk. Fevziye Dursun, Vahide Tatlı ve Havva Kalma 2 gün içinde yaşadıkları şiddeti anlattılar bize.
Bazen anlattıklarıyla olayları yeniden yaşıyorlar ve öfke ile kocaman açılıyor gözleri.
Karaçamın yürekli kadınları anlatıyor: ‘’Perşembe günü Derebaşı’nda karda, soğuk altında Şirketi korumak için karşımıza dikilen Jandarmalara yiyecek verdik, yakacak verdik. Ancak onlar sabahleyin çocuklarımızı dövdüler. Geri çekildik. Onlar da bizim evlatlarımız dedik. Ama suyumuzu almasınlar istedik. Ertesi sabahta, iş makineleri ile zafer kazanmış gibi kornalar çalarak, polisler eşliğinde mahallemizden geçtiler. Bizim hiçbir şeyimiz yoktu. Onlar da coplar, kalkanlar silahlar vardı. Bizde kızdık, bağırdık, çağırdık. Sonra birden polis saldırdı. Gözlerimize Biber gazı sıkıldı. Nurrettin Doğru adındaki kanser hastası bir komşumuza bile biber gazı sıktılar. Yücel Tatlı adındaki bir çocuk ninesini kurtarmak isterken 4 polis tarafından dövüldü. ‘’
Hanife Tatlı söze girerek eltisini kurtarmak isterken polisin kendisini tokatladığını söyledi. Karaçam’da şiddet sadece copla gazla yaşanmadı. Sözle, ağızla da yaşandı. Havva Kalman’ın eşi Seyfettin Kalma, polisin kendisine ağır hakaretler ettiğini söyledi.
Şirket yetkilileri ve kamuoyu Karaçamlı ve Köknarlı kadınların son sözlerini bilmek ister diye aktarıyoruz: “Suçumuz toprağımızı, doğamızı korumak. Yüz değil isterlerse 1000 polis getirsinler gene de direneceğiz.”
DESTEK BİZLERİ MEMNUN ETTİ
Yalanla baş etmek zor. Hele de yalanı söyleyen zenginse, güçlüyse satın alacağı medya bulmuşsa baş etmek daha da zor. Şirket Yetkililerinden Dursun Ali Gurban yerel basına bir sürü yalanla birlikte “Karaçam’da eylem yapanların yüzde sekseni Trabzon ve Rize’den gittiler. Orada köylü yoktu’’demiş. Yalan, koca bir yalan. Eğer orada durum şirket yetkilisinin dediği gibi olsaydı bugün çoktan işe başlamışlardı. Köylülerde bu açıklamaya çok tepkili. Hem şirkete hem de kendilerini yok sayan yerel basına tepkililer: “Orada bulunanların büyük bir kısmı Karaçam ve Köknarlıdır. Bize desteğe gelenler 10-15 kişi vardı. Bundan çok memnun olduk. Onların gelmesi bizi hiç rahatsız etmedi. Bizi burada yalnız bırakmayanlardan Allah razı olsun onlardan. Görmezden gelenleri de bildiği gibi yapsın.”
‘EZİN GEÇİN, DEREYE ATIN!’
Karaçamlı ve Köknarlılar yöneticilerden de şikayetçi. Ali Dursun “kamu görevlileri asıl işini unutup şirketle bir oldu” diyor. Dursun, “Kadınlarımıza, komşularımıza, çocuklarımıza acımasızca şiddet uygulandı ve herkes bu olaylara tepkili. Polisin buradaki asıl görevi neydi ne yaptı. Yerel basın olayları doğru anlatacağına ne yaptı? Bize reva görülen şiddette herkesin payı var. Saldırırken ‘Ezin geçin, dereye atın’ deniliyordu.
Karaçamda kıraathane işleten ve eylüldeki protestoda da tutuklanıp daha sonra serbest bırakılan Şerif Sivaz’da 4 Kasım sabahı da polis şiddetine maruz kalanlardandı. Şerif Sivaz “Ben doğamı ve suyumu seviyorum. İş makinelerinin girip buraları yok etmesini istemiyorum. Uzuntarla’da ve Solaklı Vadisindeki diğer HES’leri gördük. HES’lerin buralara, doğaya, yaşama hiçbir faydası yok. Yapılanlar bunu gösterdi. Bu iş suyun satılmasıdır. Buna karşı kanımızın son damlasına kadar direneceğiz” dedi.
Polis ve jandarma şiddetinden çok etkilendiklerini söyleyen Şivaz, “Bizler askerlerimizi severiz. Bu yüzden aş verdik askerlere. Akşam aş verdiğimiz askerler sabah bizleri dövdüler. Bacımıza anamıza küfrettiler. Bu olaylar sonrasında herkes onlara karşı çok öfkeli. Bize yapılanın adı zulmüdür. Devlet köyümüze yol yapmaya gelmedi. Ama HES yapmaya, suyumuzu alıkoymaya geliyor. Biz artık Devletten hiçbir şey beklemiyoruz. Hiç ama hiç gelmesinler buraya” diye konuştu.
SON SÖZ: NEDEN BU SESSİZLİK?
Gördük ki bu güzel vadinin güzel insanları kırgın. Ama dirençlerini kaybetmediler. Yaptıklarının hem bugün hem de yarınlar için olduğunu biliyorlar. Belki bir son söz olarak bir serzeniş de benim hakkım sanırım. Burada kadınlara büyük bir şiddet uygulandı. Hem fiziki hem de aşağılayan sözlerle. Kadına uygulanan şiddete sadece eş ve sevgili tarafından yapılınca mı tepki gösterilmeli. Devlet eli ile yapılınca neden sesiz kalınıyor?
Halil Amca: Namusumuza dil uzatıldı. Yaşlı kadınları dövdüler ağza alınmayacak küfürler ettiler. Sabahın köründe gelmişler korna çalmaya mermi atmaya. Yaşananları anlatmaya dilim varmıyor utanıyorum. Güvendiğimiz devlet bütün gücüyle üstümüze saldırıyor. Firmaların yanında duruyor. Biz doğamızı, suyumuzu koruyamazsak bizden sonra gelecek nesiller bizim için ne diyecek.
Kaynak : Birgün – 10 Kasım 2011