Fred Magdoff’dan çeviren: Barış Baysal
(Bu yazının tamamı Türkçe Monthly Review dergisinde yayımlanacaktır.)–
“Tarımsal alanların yakıt için ürün yetiştirme amacıyla kullanımı dünyadaki her bir insan yeterli beslenme standartlarına ulaşana dek gerçekleşmemelidir.”
Benzin ve diğer yakıtların fiyatlarında son bir kaç yılda meydana gelen artışlar ve petrol rezerv tavanına ulaştığımıza (ya da yakında ulaşacağımıza) -ardından çıkarılan petrol oranının düşmeye başlayacağı bir seviye- dair kaygılar alternatif enerji kaynaklarına karşı yeni bir ilgi doğurdu. Bunlar arasında güneş, rüzgâr, okyanus dalgası, gelgit akıntısı, jeotermal ve biyoyakıt enerjileri var. Bazen daha fazla enerji verimliliği, hayat tarzlarında değişiklikler (otomobillere aşırı bağımlılık ve işinden uzakta oturma gibi ekolojik açıdan akılcı olmayan durumlar), ekonomik etkinliği fabrikalardan ofis binalarına ve evlere taşımak ve zengin toplumların yüksek tüketim seviyelerinden uzaklaşmasını sağlamak gibi boş laflar ediliyor. Ne var ki, tüm bunları radikal bir analize tabi tutmak için kapitalizmin çalışma temellerini sorgulamak şarttır.
Alternatif yakıt kaynakları çekicidir çünkü ekonomik sistemin işleyişini sorgulamaksızın -yalnızca daha “sürdürülebilir”, “ekolojik anlamda sağlıklı” ve “yenilenebilir” enerjiyi daha kirli, pahalı ve sınırlı miktarlardaki petrol yerine kullanarak- geliştirilebilir ve kullanılabilir. İnsanlar; kapitalist toplumlar savurgan büyümelerini ve tüketim yollarını en az tahribatla sürdürebilsinler diye sorunun “çözümü” için sihirli değnekler arıyorlar. Her ne kadar benzin fiyatları bir şekilde düşmüş olsa da -iş döngüsündeki düşüşler, yüksek üretim oranları, vadeli petrol piyasasındaki spekülatif balonun patlaması gibi nedenlerle- iyileştirilmiş yakıt rezervlerinin yıllık kullanıma bağlı olarak azalmasıyla tarihsel olarak en yüksek seviyelerinde seyretmektedir.
Biyolojik maddelerin yakıt olarak kullanımı çok uzun bir geçmişe dayanmaktadır. İlk insanlar geceler boyu yemek pişirmek, ısınmak ve yırtıcı hayvanlardan korunmak için bir ateşin etrafında oturmuşlardır. ABD’deki Great Plains’e Avrupalıların 19. Yüzyıl’da ilk yerleştikleri zamanlarda kuru sığır gübresi toplanmakta ve yakıt olarak kullanılmaktaydı. Bugün odun bazı ülkelerde hala bir yakıt kaynağı olarak kullanılıyor, kuru sığır gübresi Hindistan’da bu amaçla hala toplanıyor, dünyanın pek çok bölgesinde ürün artıkları hala yemek pişirme ve/veya ısınma amacıyla kullanılıyor. Yanısıra, az miktarda sıvı gübreden (hayvan ve insan) elde edilen doğal gaz Çin ve Hindistan’da uzun yıllar boyunca aydınlatma, ısınma ve yemek pişirme gibi amaçlarla kullanıldı. Bunlara ek olarak, kuzey bölgelerdeki kanalizasyon arıtma tesisleri, arıtma sürecinde elde edilen doğal gazı soğuk mevsimlerde tesisteki mikroorganizmaların verimliliğini artırmak ve elektrik üretmek amacıyla kullanılan tankı ısıtmak için kullandılar.
Arpadan, üzümden, şekerkamışından ve patatesten elde edilen yüksek alkollü içkilerin de çok uzun bir geçmişi vardır. Bunlardan bira ve şarap gibi mayalı içeceklerin yanı sıra viski, votka ve rom gibi damıtılmış alkollü içecekler elde edilmiştir. Brezilya on yıllar boyunca şekerkamışı suyunu mayasını damıtarak etanol (bir çeşit alkol) elde etmiştir.
Biyoyakıtın Temelleri
Biyoyakıtların ardında yatan fikir tarlaların güneş enerjisi sayesinde harmanlanabilecek ürün -şeker, nişasta, yağ, selüloz- vermesi ve bunların kullanabileceğimiz enerji kaynaklarına dönüştürülmesine dayanır. Yakıt elde etmek için ekim yapmak ekolojik açıdan daha mantıklı gibi gelebilir çünkü -yakıldıklarında atmosfere karbondioksit salan benzin ve mazotun aksine- biyoyakıt enerjisi kullanıldığında, atmosfere karışacak karbondioksit çoktan tarlalar tarafından kullanılmış demektir.
ABD, bugün genel anlamda bir enerji krizinden çok bir sıvı yakıt kriziyle yüz yüzedir. Bu nedenle, en yakın ilgi otomobillerde ve kamyonlarda kullanılabilecek etanol ve biyodizel gibi sıvı yakıtların üretimine gösterilmektedir. Biyoyakıt üretiminin üç aşaması vardır: kullanılan biyolojik madde (hammadde), hammaddenin yakıta dönüştürülmesi süreci, üretilen yakıtın türü.
Dört temel biyoyakıt türü şunlardır: (a) doğrudan yananlar (ağaç ürünleri ve ürün artıkları); (b) etanol (şeker, nişasta ve selülozdan üretilenler); (c) biyodizel (yağ ürünleri ve atık yağlardan elde edilenler); (d) metan (hayvan gübresi ve insan dışkısından elde edilen doğal gaz). Doğrudan yananlar biyolojik maddelerden enerji elde etmenin en kolay biçimidir. Bunun için asgari miktarda işleme yapılır -yalnızca kolayca yanacak daha küçük parçalar elde etmek amacıyla yontmak ve ufalamak yoluyla. Artıklar kendi doğal su içerikleriyle kurutulabilir ya da yakılabilir. Bu tür yakıtlar su ya da bina ısıtmak veya buhar yoluyla elektrik elde etmek amacıyla kullanılabilir. Doğrudan yakım için hammaddeler genellikle ürün artıkları ve ağaç parçalarıdır.
Etanol otomobilleri çalıştırmak için kullanılan bir sıvıdır ve bu nedenle dikkatleri üzerine çekmektedir. ABD’de genellikle dizele yüzde 10 oranında etanol katılır ancak yüzde 100 oranında etanolle çalışan motorlar da vardır. Etanol ticari olarak yüksek şeker içeren ürünlerden (özellikle şekerkamışından) şeker mayalayarak ya da mısır ve manyok gibi ürünlerdeki nişastayı şekere çevirdikten sonra şeker mayalayarak elde edilir. Nişastanın şekere dönüştürülmesi oldukça basittir, ancak yüksek nişasta içeren ürünlerden şeker elde etmek yüksek şeker içeren ürünlerden şeker elde etmekten daha maliyetlidir. Mayalanma işlemi tamamlandığında karışımın yalnızca yüzde 10’unu oluşturan etanol, dizel yakıta bir katkı maddesi olarak kullanılabilmesi için yüzde 99.5’lik bir yoğunluğa ulaşması amacıyla dört kere damıtılır ve bu oldukça yüksek miktarda enerji gerektirmektedir.
ABD’deki etanolün tamamına yakını hammadde olarak mısır tohumu kullanılarak üretilmektedir. 2007 sonunda ABD’de 134 tesis yaklaşık yedi milyar galon etanol üretmekteydi. Mevcut 10 tesis genişletilirken 66 yeni tesis kurulma aşamasındaydı. Tahmini olarak 2007 yılı mısır rekoltesinin yüzde 20’si etanol üretiminde kullanıldı ve bu miktarın önümüzdeki birkaç yıl içinde yüzde 30’a ve daha da yukarılara çıkması bekleniyor. Hammadde olarak mısır tohumu kullanılarak elde edilen etanol, miktar olarak ABD’de kullanılan biyoyakıtlar arasında ezici bir üstünlüğe sahiptir.
Etanol üretiminin “kutsal kâsesi” selülozu etanole dönüştürmenin iktisadi açıdan uygulanabilir bir yolunu bulmaktır. Selüloz bitkilerin yapısal bir parçasıdır ve birçok bitki parçası bu maddeden büyük miktarda içerir. Hasadın ardından tarlada kalan ürün artığı ya da dallı darı gibi çimlerin -içerdiği selülozdan yararlanmak amacıyla yetiştirilmiş bir bitki- etanol üretimi için iyi ürünler olduğu söylenmektedir (dönüştürme sürecinin maliyetinin azlığından dolayı). Etanol üretimine hammadde olarak ağaç ya da çim kullanmak bir açıdan iktisadi olarak makul olabilir. Ancak bu süreçte elde edilebilecek enerji miktarı hala belirsizdir. Süreçte enerji elde edilsin ya da edilmesin, bir galon etanol elde etmek için seksen pound ağırlığında bitkisel madde kullanılması gerekecektir -aynı miktarda bitkisel yakıt elde etmek için kullanılan mısır tohumlarından 3.5 misli fazla.
Biyodizel yakıtı soya fasulyesi, palmiye ve kanola gibi bitkilerden elde edilen yağlardan da üretilebilir. Biyodizel Avrupa’da daha yaygın olan bir biyoyakıttır, ancak ABD’de de az miktarda üretilmektedir.
Metan (doğalgaz) hayvan gübrelerinin ve lağım pisliklerinin oksijensiz ortamda parçalanması ve ortaya çıkan gazın biriktirilmesiyle elde edilir. Uzun yıllar boyunca gübre saklamak için lagünleri kullanan mandıralar bu parçalama sürecinde elde edilen metanı yakarak elektrik üretmişlerdir.
Biyoyakıtların başka işleme süreçleri ve yan ürünleri de vardır. Örneğin, önemli işleme süreçlerinden biri ışıl kesimdir -dallı darı gibi bir hammaddenin oksijensiz ortamda yüksek ısıyla parçalanması. Bu işleme sürecinin ürünü sentetik dizel ya da sentetik gaz olabilir -hidrojen ve karbonmonoksit içeren bir karışım, enerji üretmek için yakılabilir ya da metanole (başka bir sıvı alkol) dönüştürülebilir. Geriye kalan kömürleşmiş artık ise toprakta kullanılabilir ya da hala içerdiği enerjiden faydalanılabilir.
Yukarıda anlatıldığı gibi, biyoyakıt terimi ağaç ürünlerinden gübreye kadar çok çeşitli maddelerden elde edilen yakıtlar için kullanılmaktadır. Bu makalede geçen bitkisel yakıt terimi ise yalnızca tarımsal sistemlerle üretilen ürünlerden elde edilen yakıtlar için kullanılacaktır -her ne kadar ürün insan gıdası olarak kullanılabilse de. ABD’de kazandığı önem ve içerdiği farklı olumsuzluklar nedeniyle makalenin geri kalanı özellikle mısır tohumundan elde edilen etanol üretimine odaklanacaktır. Yine de, diğer bitkisel yakıtlara da değinilecektir.
(…)
Diğer arabaşlıklar:
– Bitkisel Yakıtların Enerjetiği ve Ekonomisi
– Bitkisel Yakıt Politikaları
– Bitkisel Yakıtların Ekolojisi
– Üretim Aşamasındaki Ekolojik Sorunlar: Su Kalitesi ve Miktarı
– Mısırdan Etanol Üretimi Sürecindeki Ekolojik Sorunlar
– Diğer Bitkisel Yakıtlarla İlgili Sorunlar
(…)
Sonuçlar
Pahalı yakıt sorunun çözmek için bir “büyülü değnek” bulma arzusu ve mevcut yakıtların miktarındaki düşüş bitkisel yakıtlara doğru bir yönelişe neden oldu. Bu yolun zemini geçtiğimiz on yıllar içinde -özellikle de ADM tarafından- güçlü ticari çıkarlarla döşendi. Başlangıçta bu fikir düşük ürün fiyatlarından endişelenen çiftçilik çevrelerinden ve bitkisel yakıtları CO2 emisyonlarını düşürmenin ve MTBE’yi bir yakıt katkısı olarak kullanmayı azaltmanın bir aracı olarak gören çevreciler tarafından ciddi biçimde desteklendi. Çevreci gruplar mısır ve soya yetiştiricileriyle aynı trene atladılar. Kendi biyoyakıt bölümünü kuran BP’nin de dâhil olduğu bazı petrol şirketleri bile aynı trende yerlerini aldılar. Rockefeller ailesi şu anda bile Exxon’u bir biyoyakıt bölümü açması için ikna etme uğraşında. Mısır ve soya yetiştiren ülkelerdeki yerel çevreler etanol ve biyodizel işleme tesislerini kırsal bölgelere iş sağlamanın yollarından biri olarak gördüler.
Bitkisel yakıt balonunun çekiciliği insanların yaşantısında hiçbir gerçek değişime neden olmaksızın veya büyümek zorunda olan doğasıyla bir ekonomik sistemi sorgulamaksızın yararlı sonuçlar vermesinden kaynaklanıyordu. Ne ki, büyük miktarlarda ürün bu sanayiye hammadde sağlamak için yetiştirilmeye başlandığında olumsuz toplumsal ve çevresel etkiler açıkça baş gösterdi.
Tarımsal alanların yakıt için ürün yetiştirme amacıyla kullanımı dünyadaki her bir insan yeterli beslenme standartlarına ulaşana dek gerçekleşmemelidir. Yüzyılın ortasına doğru dünyanın nüfusunun bugünkü 6.7 milyardan 9 milyara çıkacağı düşünüldüğünde eklenecek araziler bile katılarak tüm tarım alanlarının gıda sağlamak için gerekeceği anlaşılabilir. Tüm enerji kaynakları ürün yetiştirmeye ve işlemeye dayandığında bugünkü bitkisel yakıtların çoğu enerji kapsamında değer kaybedecektir. Böylece, çok küçük bir net kazançla ve hatta bir kayıpla birlikte, ürün yetiştirme ve işleme süreciyle ilişkili kirlenme ve bu ürünlerinin kullanımının gıda ürünleri fiyatları üzerindeki etkileri nedeniyle birçok insan -çevreciler arasında bile- biyoyakıt kapasitesinin aşırı gelişmesini sorgulamaya başlamıştır. Kongre’deki Cumhuriyetçiler dahi etanol üretimine tanınan aşırı imtiyazlara itiraz etmekte ve yalnızca aylar önce kabul edilen yasanın kapsamının daraltılması için EPA’ya başvurmaktadır (“Mısır Etanolü Desteğini Yitiriyor,” Wall Street Journal, 3 Mayıs 2008).
Yüksek enerji maliyetlerine ve azalan petrole dair ekolojik açıdan daha işlevsel öneriler de vardır. Kimileri enerji tasarrufu sağlayan ampuller kullanmak ya da otoyollarda daha yavaş gitmek gibi ufak değişiklikler önermektedir. Rüzgâr, jeotermal, güneş ve dalgadan elektrik elde etmek -bunların da getirdiği sorunlar vardır elbette- bitkisel yakıt kullanımından daha iyi alternatiflerdir. Daha fazla enerji verimliliği sağlayan pratikler ve ürünlerin yanı sıra daha zararsız enerji kaynaklarının kullanımı her ne kadar önemli olsa da, uzun vadede insan hayatının tüm alanlarında daha köklü değişiklikler yapılması şarttır -barınma tarzının yeniden düzenlenmesinden, daha iyi toplu taşımacılığa, daha az enerji gerektiren yeni üretim sistemlerine, yararsız aygıtlara daha az ödenek ayrılmasına kadar. Ne değişiklik gerekirse gereksin, bitkisel yakıtların petrolün azalması ve fiyatının artmasıyla mücadele etmek konusunda çok küçük bir role sahip olması gerektiği açıktır.
Fred Magdoff
Fred Magdoff Vermont Sosyal Bilimler Üniversite’sinde profesördür. ABD’nin kuzey eyaletlerinde tarımsal araştırmalar konusunda görevlidir.