Canay ÖZDEN*
Hayvan hakları savunucularının uzun mücadeleleri sonucunda Burger King geçtiğimiz Mart ayı sonunda et satın alma politikasında değişikliğe gideceğini açıkladı. Burger King bundan böyle yumurta ve domuz etini “fabrika-çiftlik” tabir edilen çiftlikler yerine hayvanların daha “insani”(!) yöntemlerle fast-food sanayisinin tüketimine hazır hale getirildiği çiftliklerden satın almaya başlayacak.
Bu değişiklik yalnızca ABD ve Kanada’da uygulanacak ve bu yıl sonuna dek Burger King’in toplam et alımının yalnızca yüzde 5’ine tekabül edecek olsa da bu, hayvan hakları savunucuları tarafından “tarihi bir başarı” olarak değerlendiriliyor. Çünkü fast-food endüstrisinde fabrika-çiftliklerin tahtı şimdiye dek epey sağlam görünmekteydi.
Bilindiği üzere, “Fabrika-çiftlik” binlerce inek, tavuk, domuz ve hindinin gün ışığı görmeyen endüstriyel ünitelere tıkıştırılıp mutlak kontrol altında tutulduğu, fast-food endüstrisinin belkemiği olan üretim alanları. Tavuklar üstüste bindirilmiş kafeslerde, bir metrekarenin altıda birine tekabül eden bir alanda yaşıyor, anaç domuzların yüzde 20’si hızlandırılmış besleme programları yüzünden erken ölüyor, ve hayvanların hemen hepsi içinde yaşadıkları “pil kafes” tabir edilen hareket etmeye izin vermeyen kafesler sebebiyle iskelet yapılarında bozukluğa uğruyor.
HAYVANLARA REVA GÖRÜLEN HAYAT
Hayvanlara kafes hayatının reva görülmesinin ilk sebebi yerden tasarruf, ikincisi ise kapalı alanda kasları gelişemeyen hayvanların etlerinin daha yumuşak olması. Kafeslerde yaşamayan hayvanlar, örneğin inekler her yıl doğum yapmaya zorlanıyor, daha fazla süt için genetik manipülasyona uğratılıyorlar. Hayvanlar bu fabrikalarda hem birer meta, hem de birer üretim aracı vazifesi görüyor. Yumurta vererek, sonraki nesillerin devamını sağlayarak “canlı sermaye”yi oluşturan hayvanlar, aynı zamanda etleri çiftçilerin değil, çiftliği kontrol eden korporasyonun tasarrufunda olan, dolayısıyla daha yumuşak et veya daha çok süt için sakatlanmaktan imtina edilmeyen birer değişim aracı.
ABD’de kümes hayvanı üretiminin yaklaşık yüzde 98’inin, büyükbaş kesiminin ise yüzde 79’unun fabrika-çiftlik sahibi korporasyonların kontrolünde olması başka açılardan da endişe verici. Hükümetten aile çiftliklerinin aldığının yaklaşık iki katı teşvik alan fabrika-çiftlikler hem çiftçileri piyasadan siliyor, hem de bir çiftçinin hayvan yetiştirmekte gösterdiği özeni endüstriyel çözümlerle değiştirmeye çalıştığından kamu sağlığını tehdit ediyor.
EN SAĞLIKSIZ BESLENME
Önümüze gelen etler yüksek dozda antibiyotik kullanılan ve hızlı büyüme için anormal beslenen hayvanlara ait. Hayvanlara yedirilenler hem onların, hem de besin zincirinin tepesine kurulmuş insanların sağlığında onulmaz yaralar açıyor. İngiltere’de ineklere ölü inek eti yedirilmesi sonucu başlayan deli dana hastalığı maalesef sistemde bir istisna değil, bu endüstrinin –biraz maksadını aşmış- gündelik operasyonlarından biriydi.
EN İYİSİ VEJETARYEN OLMAK
Peki ne yapmalı? Dünya üzerinde milyonlarca insan bu soruya ‘bir türün diğer bir tür üzerinde hakimiyetini’ toptan reddederek, yani hayvanları yemeyi bırakarak cevap veriyor. Elbette türün tür üzerinde hakimiyetini sınırlayan pek çok cevap da mevcut. Bunlardan biri hayvanların birebir çiftçilerin denetiminde ve özeninde yetiştirildiği küçük çiftlikler, veya “sürdürülebilir çiftçilik”. Organik tarımı da içeren bu terim hem fabrikalar gibi atık üretmeyerek, hem de topraktan üretebileceğinden fazlasını istemeyerek doğaya saygılı, hem de hayvanlara daha “insani” yaklaşılan bir üretim biçimine işaret ediyor.
Burger King’in bundan böyle et alımını yönlendireceğini açıkladığı çiftliklerde böyle bir hayvancılık yapılmıyor; bu çiftlikler yine büyük ölçekli fakat diğer fabrika-çiftliklerden, hayvanları elektrik şok yerine gazla bayıltmak, ve biraz daha hareket alanı sağlamak gibi yönleriyle ayrılıyor. Yine de PETA ( People For The Ethical Treatment of Animals / Hayvanlara Etik Davranış İçin Mücadele Edenler Birliği ) ve Humane Society ile uzun süren istişareler sonucu alınan bu karar, vejetaryen hayvan hakları savunucularının senelerdir yürüttüğü çeşitli kampanyaların meyvelerini verdiğini gösteriyor.
2001 senesinde yine PETA’nın Burger King’e karşı “Murder King” ismiyle yürüttüğü kampanya, Burger King’in her bir “pil kafes”e beşten fazla hindi koymama, daha çok yumurtlamaları için iki hafta boyunca hindileri aç bırakma yöntemini uygulayan çiftliklerden alım yapmama ve teftişe izin verme gibi şartları kabul etmesiyle sona ermişti.
Burger King son hamlesiyle fast-food sektöründe hayvan hakları konusunda öne geçti; PETA şu an kampanyalarını en ufak bir taviz vermemeye kararlı KFC’ye yöneltmiş durumda. Elbette bütün bunlar ufak adımlar; Burger King’in kararı hem nicelik olarak, hem coğrafi olarak sınırlı. Bir fast-food restoranında önümüze gelen “mutlu mönüler” ‘mutsuz hayvanlar’ anlamına gelmeye devam ediyor. Vejetaryen/hayvan hakları örgütlülüğü bu yüzden çok önemli: Etimize karışan etin hayvanlar için ne anlama geldiği biraz olsun akıl karıştırmalı.
(Dünya Yalnız Bizim Değil sayfası, BirGün gazetesi, 19 Mayıs 2007)