Çevreyi ‘yere çöp atmanın yasak olduğu alan’ ilkel çağrışımından bile daha geriye götürerek kimyasal ve nükleer atıkların yüzdüğü betonarme havzalara dönüştürecek düzenlemeler, telaşla Resmi Gazete’de yayımlandı.
En büyük 10 ekonomiyi hedefleyen ülkemizde en son ‘Çevresel Etki Değerlendirme’ yönetmeliğinde yapılan değişiklikle ÇED bürokrasisi de bitmişti…
Olumlu ya da olumsuz ÇED raporuna lüzum kalmamıştı…
Böylece yakın zaman içinde Türkiye’nin toprağından siyanür ve plütonyum, havasından sülfür, suyundan arsenik ve kurşun fışkıracağına hemfikir olabilirdik…
Zehirli madencilik faaliyetlerinin sızıntıları, çoraklaşmış HES tepeleri, çöken ‘özelleştirilmiş’ kömür sahaları bir yana Akkuyu Nükleer Santralı da sadece bölge halkının değil Türkiye’nin bütün kaygılarına rağmen geçen hafta imzalandı, diğer santrallar da sıraya koyuldu…
Başbakan İstanbul’un sırtına iki şehir daha kaçak kat gibi çıkarken boşalan Anadolu’nun Ege Bölgesi ucuz altın, gümüş madenciliğine, Akdeniz Bölgesi nükleer santrallara, Karadeniz Bölgesi binlerce HES yatırımına hizmet verecekti.
Üstelik Kütahya’daki gümüş madeninde aşırı üretim dolayısıyla yıkılan atık su barajındaki siyanür sızıntısı için işletme müdürü ne demişti ‘ufacık bir olay’ ama çevrede yaşayanlar abartıyorlardı, sadece 25 milyon ton siyanürlü su aynı havuzda tutuluyordu…
Oysa Türk Tabipler Birliği ve Çevre Mühendisleri Odası yalnızca sızıntının değil buharlaşan siyanürün havaya karışan miktarı için ‘kırmızı alarm’ uyarısı yapmışlardı…
Elbette Türkiye için katma değeri yüksek, ileri teknolojili, AR-GE yoğun üretim yapıp ihracat yapmak yerine kentsel alanları çılgın projelerle ve kırsal alanları da doğal kaynaklarıyla pazarlamak bedavaya geliyordu!..
Küresel finansın ‘etkinlik cenneti’ güzel ülkemizin ‘kalkınması’ böyle hem çok karlı hem de çok gösterişliydi bir de şu çevrede ‘yaşayanlar’ olmasaydı…
Ama zaten yeni ÇED düzenlemesiyle yatırımlara getirilen ÇED muafiyetiyle bizlerin ‘çevre üzerinde hakkımız’ Çevre Kanunu’nun 10. maddesinde yazıldığı üzere metin üstünde kalmıştı..
Yani vatandaşlık tanımından çıkartılıp yatırım bölgesinin yeraltı ya da yerüstü varlıkların toplamına katılmış bizlerin bırakın onayını alıp danışmayı projelerden haberdar bile hakkımız bile yoktu…
‘Şeffaf demokrasimizin’ kamu yönetimi, yatırıma açacağı alanlarda yaşayan insanları karar süreçlerine katarak değil yangından mal kaçırırcasına sanki ‘insansız bölgeyi’ ihaleye açıyordu…
Nitekim Çevre Mühendisleri Odası’nın ÇED yönetmeliğinin 3. maddesiyle ilgili yaptığı itiraz Ocak 2011’de Danıştay’ca kabul edilip yürütmeyi durdurma kararı alınmıştı ama 15 Nisan’da yayımlanan yeni geçici 3. madde ile ‘tüm projeler’ sağlama alındı.
Nükleer santrallardan zehirli madenciliğe HES’lerden radyasyonlu nükleer yakıt işlenme tesislerine kadar çevre denetimi kaldırıldı…
Akkuyu ve Sinop Nükleer Santralları, 3. Köprü, Hasankeyf, Gebze-İzmir otobanı için ÇED’e gerek kalmadı.
Ve ÇED yönetmeliğindeki değişikliğe göre 1993 yılından itibaren yatırım programına alınmış ve 2015 yılına kadar temeli atılmış tüm rafineriler, barajlar, nükleer santrallar, termik güç santralları, petro-kimya ürünleri depolama tesisleri, otoyollar, HES’ler ÇED’den muaf olacaklar…
Avrupa’daki finans kuruluşları bile bu projelere kredi verirken AB mevzuatı gereği ÇED raporu isterken sahi bu sabırsızlık niyeydi?..
Kaynak : Akşam – 12 Mayıs 2011