“Gıda Egemenliği Forumu birçok cephede ilerlemeler getiriyor.” 23-27 Şubat tarihleri arasında Dünya Gıda Egemenliği Forumunun düzelenlendiği Mali’nin kırsal bölgesi Selingue’de, MST Ulusal Kordinasyonu üyesi Joao Pedro Stédile ile yapılan röportaj.
Röportaj: Sebastián ValdomirREDES-Amigos de la Tierra-Uruguay
Çeviri: Ekin Kurtiç
1) Mali Gıda Egemenliği Forumu’nun ilk değerlendirmeleri nelerdir?
Mali Gıda Egemenliği Forumu’nun birçok açıdan siyasal üstünlükleri var. İlk olarak, uluslararası ağların ve de kendilerine uygun bir alanları bulunmayan ama her biri neoliberalizme karşı kendi mücadelesini sürdüren sosyal kesimlerin artikülasyonu açısından bir adım ileriyi temsil ediyor. Dünya Sosyal Forumu’nun bir “fikir panayırı” olması açısından farklı bir özelliği olsa da, Mali Forumu da ortak konsept ve aksiyonların arayışı açısından bu ağların biraraya gelmesini sağladı.
Bu açıdan, biz Via Campesina’yı (Çiftçi Yolu), balıkçıları, çobanları, evrensel kadın hareketlerini, yerli halkları ve daha birçok kentsel kesimleri biraraya getirmeyi başarıyoruz; bir yandan bu, en büyük yetersizliklerden biri olsa da. Bu durum, kendimizi artiküle etmekte yetersiz kalmamız şeklinde yorumlanmamalı. Aslında bu yetersizlik, sendika ve öğrenci hareketlerinin ideolojik yenilgisinden sonra, tüm bu kentsel hareketlerin hala yeniden yapılanma sürecini atlatamamış olmasıyla ilgili. Bu noktada biz de, bu spesifik yeniden yapılanma mücadelesinde arabuluculuk yapabilecek kişilere sahip değiliz. Yani, ilk olarak önemimiz bütün bu sosyal kesimleri biraraya getirmektir. İkinci önemli nokta ise, gıda egemenliği konusu üzerinde durulmasıdir. Bu konu, hemen her ideolojik ve siyasal akımın felsefi anlayışında var olsa da (Latin Amerika tarihinden birkaç not düşmek gerekirse, Jose Marti ve Mariategui’nin düşüncelerini örnek gösterebiliriz.), toplumda ve de solda hiçbir zaman başlıca siyasal önemini kaybetmemiştir.
Tarladaki açlık ve yoksulluk, kırsal tarım ürünleri için yeterli pazar bulunmaması gibi problemler son derece açıkça ortaya konulmuştur. Bu sorunlar son otuz yıl içerisinde oldukça artmıştır ve bu durum yaklaşık olarak yeşil devrim ve neoliberalizm ile aynı zamana denk gelmektedir. Tabiki birçok açıdan bu ekonomik bağlam, sosyal hareketlerin ve solun siyasal prensipler üzerinde durmasına imkan vermiyordu. Böylece, bu forum ile teorik ve siyasal olarak büyük bir adım atmış olduğumuzu düşünüyorum. Bu birlik süreci, bizim gıda (gıda) egemenliği konusunda politik olarak daha kesin ve titiz bir kavram kurmamızı sağladı.
2) Bu süreçte kavramsal ve teorik olarak açıdan ne gibi ilerlemeler kaydedildi?
Öncelikle, halkların (köylerin, insanların) kendi besinlerini üretmeleri hakkına dayalı bir gıda egemenliği anlayışı vardı. Biz bu anlayışa, kendi gıdasını üretmenin bir hak olmasının yanı sıra bir de görev olması düşüncesini ekledik. Çünkü özgür ve bağımsız olmak isteyen her halk, kendi besinini üretmek zorundadır. Yani bu, bir hak olmanın ötesinde, otonomi elde etmek için siyasi bir gerekliliktir. Böylece biz bu kavramı bütün karasal alanlarda uygulamaya, yaymaya çalışıyoruz; bir ülke, bir bölge, bir belediye, bir halk(toplum) için gıda egemenliği. Bütün kırsal halklar, gıda üretiminde bağımsız olmak prensibine sahip olmalıdır.
Kavramsal olarak bir diğer ilerleme ise gıda egemenliğine sahip olmak için her halkın paralel olarak bir siyasi egemenliğe sahip olması gerekliliğinin kavranması oldu. Yani halkların, kendi toprakları üzerinde bağımsızlığını sağlayabilecek siyasal olanaklarının olması ya da devlete, gıda üretimi bağımsızlığını sağlayacak politikalar uygulaması doğrultusunda baskı yapabilecek siyasal araçlara sahip olması gerekmektedir. Çünkü örneğin, biz toprak açısından bakıldığında bir bağımsızlığa sahip oluyor olabiliriz fakat bu egemenlik halk tarafından kullanılmıyor olabilir.
Ayrıca, gıda egemenliğinin ancak sağlıklı besinler üretildiğinde tam olarak elde edilebileceğinin kavranması konusunda da ilerlemeler kaydettik. Halkların sağlığı için sosyal bir sorumluluğumuz var. Bu noktada tarımsal üretimde kullanılan toksik maddeler, üretimi arttırmada kullanılan zararlı maddeler ve yanlış besin garantisi vermek gibi konular hakkında önemli eleştiriler getirilmekte. Son olarak çevreye duyarlı tarımsal teknikler kullanmak anlayışı konusunda gelişmeler kaydettik. Yani, bağımsız gıda üretimini arttırmayı, sağlıklı ve doğayı gelecek nesiller için koruyacak bir şekilde gerçekleştirmeyi sağlamak.
Özet olarak, bu forum, sosyal aktörleri eklemlendirerek ve bu zamana kadar elde edilenden çok daha kapsamlı bir kollektif kavram geliştirerek somut sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
3) Organizasyon konusuna gelmek istiyorum çünkü forumda görüldüğü gibi Via Campesino bu açıdan epey dağınık. Biz Latin Amerika’da öyle bir organizasyon olgunluğundayız ki dünyanın başka bir kıtasında bu var mıdır bilmiyorum. Bu bir problem midir, ya da nedir?
Bu, gerçeğin bir parçası. Neoliberalizm ve güneydeki birçok ülkenin ekonomisinin sanayileşmesini sağlayamamış olması ile beraber gelen gerçeğin bir parçası. Burada ben inanıyorum ki bu forumda bazı konularda tam bir uzlaşmaya varılmış olunmasa da, halkların gıda egemenliğine sahip olmasının karşısındaki düşmanları belirlemekte yapılan siyasal tartışmalarda oldukça ileri gidildi. Neoliberal model, uluslararası ve finans sermayesinin ekonomi üzerindeki hakimiyetidir. Bu uluslararası sermaye, gıda egemenliğinin karşısındadır. Çünkü onun çıkarı, gıda üretimi ve ticareti üzerinde hakimiyet kurmaktır. Tersine, gıda egemenliği bu kontrolü halkların ya da milletlerin kendisine vermeyi amaçlar.
İkinci olarak, tohumlardan tarım toksiklerine, tarım ticaretinden tarım sanayisine ve uluslararası ticarete kadar bütün gıda ve üretim zincirini kontrolü altında tutan, sayıları 10 ila 20 arasında olan, neoliberalizmin çokuluslu şirketlerini tespit etmekte oldukça ileri gittik. Bu forumda, çokuluslu şirketlerin düşmanımız olduğuna dair büyük oranda bir uzlaşmaya varıldı. Bu durum, daha öceki siyasal toplantılarımızda gerçekleşmemişti.
Üçüncü nokta ise şu ki, neoliberal yönetimler de gıda egemenliğine engeldir. Çünkü ulusal hükümetler, emperyalizm ile işbirliği yaptıklarında gıda üretimi bağımsızlığını değil, uluslararası sermayenin çıkarını destekleyen politikalar yürütmektedirler.
Dördüncü olarak, tek tip ürün yetiştirmeye yönelik teknolojik tarım paketleri sunan, yoğun makineleşmeye ve büyük oranda tarımsal toksik ve kimyasal gübre kullanımına yönelik tarım ticaretine karşı çıkılmasının gerekliliği açık olarak ortaya konuldu. Üretim çeşitliliğini, yerel pazarlar ve çiftçilere ulaşılmasını engelleyen bu model kesinlikle bir düşman olarak belirlendi. Büyük tek ürün çiftlikleri, genel olarak uluslararası pazara ulaşmak için doğrudan uluslararası şirketlerle bağlantıya geçmektedirler.
Gerçek düşmalarımızın kim olduğunu anlama konusunda gelişme kaydettiğimizi düşünüyorum. Dürüst olmak gerekirse, biz bu görüş üzerinde pratik olarak bir uzlaşmaya vardık ama politik olarak tam bir uzlaşma söz konusu değil. Ortada çoğunluğun bir uzlaşması var ama bir takım sivil toplum örgütleri gibi çevreci ağlar da var ki onlar kendilerini küçük çapta yerel bazı koşulların iyileştirilmesi gibi çözümler üzerine eğiliyorlar ve sonuçta tüm halkın gıda sorununu çözmekte yetersiz kalıyorlar. Bazı çiftçi topluluklarının ya da küçük üreticilerin problemlerini çözerken asıl sisteme karşı bir mücadeleye girişmiyorlar.
4) Şu anki konjonktürde, bu sivil toplum ağlarının Via Campesino ya da genel durum üzerindeki ağırlığı nedir?
Via Campesino üzerinde etkileri yok. Ama böylesi ortamlarda, Gıda Egemenliği Forumu ya da Dünya Sosyal Forumu gibi, bazı etkileri var. Ben bu sivil toplum örgütlerinin çok çeşitli olduklarını düşünüyorum: arkadaşlarımız, müttefiklerimiz ve bizim kendi enerjimize eşlik edenler gibi. Ama maalesef, çoğunluğu sadece küçük çıkarlar ya da kendi hayatta kalma mücadeleleri odaklı fayda sağlama etrafında davranmakla kaldılar. Ya da yanlış bir gösterişçiliğe kapıldılar. Bazıları da son yıllarda bildiğimiz gibi büyük miktarda paralar kullanarak halkların en dağınık oldukları toplumlarda ideolojik bir baskı ve etki alanı oluşturan hükümetler ya da Dünya Bankası tarafından asimile edildiler. Sivil Toplum Örgütleri, hiçbir zaman kendilerini toplumlarda kökten bir değişim gerçekleştirmek gibi politik amaçlar doğrultusunda şekillendirmediler. Bu yüzden siyasal mücadeleler alanında hiçbir ağırlıkları yok. İşte, tam da bu yüzden egemen sınıf, onlar hakkında hiç endişelenmiyor.
Fakat, ideolojik mücadele açısından, önemli bir etkileri olduğunu düşünüyorum. Bu etki Via campesino’da değil ama ciddi bir neoliberalizm krizi yaşayan ve bu krizlerde oportunistler ve bireyciler tarafından önerilen yanlış çıkış yolları ile oluşan karmaşıklık içerisinde bulunan ülkelerde görülmektedir.
5) Latin Amerika hareketi nasıl ortaya çıktı ve son dokümanlardaki düşüncelerle harekete çağrılar nasıl temsil edildi?
Biz, Latin Amerika’da sosyal hareketler arasında büyük bir birliğe sahibiz. Uzun zamandan beri var olan çeşitli çiftçi hareketleri arasında ve çevreciler, kadın mücadeleleri ve kıtadaki onbeşten fazla diğer kesimlerle aramızda bir birlik var. Bu durum bize çok yardımcı oluyor. Asyalılar’ın da çok önemli bir birliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Problemlerimizin daha çok kuzey ülkelerinde olduğuna inanıyorum. Bu zengin toplumlar, neoliberalizmden çok zarar görüyorlar ve bizim henüz orada anti-neoliberal mücadele verebilecek düzenli bir hareketimiz yok. Orada neoliberalizm işçi ve öğrenci hareketlerini kırdı, yüksek oranda işsizliğe neden oldu ve bu kesimler organizasyonlu bir mücadele alanı yaratamadılar ve çiftçiler de toplumlarda azınlıkta kaldılar. Oradaki çiftçilerle iyi bir iletişim içerisindeyiz, fakat onlar kuzeydeki toplumların genelini temsil etmiyorlar. Afrika büyük bir meydan okuma alanıdır. Çünkü bu kıta kapitalizm ve emperyalizmin bütün lanetleriyle sömürülmüş ve çalınmış bir yerdir. Onların üzerine olağanüstü bir yoksulluk çökmüştür. Ve orada, çok az sayıda halkçı organizasyon vardır. Onlar ise, belki kabile anlayışı dolayısıyla, oldukça yerel düzeydedir. Ayrıca, sömürgeci anlayıştan gelen, Avrupalı sivil toplum örgütleri orada etkili olmaktadır ki bunlar sonuç olarak oradaki bağımsız hareketlere çok az katkıda bulunabilmektedirler.
Ama ben bu forumla beraber, Latin Amerikalılar’ın –birlik anlayışlarının da katkılasıyla- büyük bir etki bıraktıklarını ve fikir alışverişi ile birçok şey öğrenildiğini düşünüyorum. Buradan daha önce sahip olmadığımız yeni bilgilerle ve bunları, ülkelerimize dönüşümüzde pratiklerimizi zenginleştirecek biçimde kullanmak üzere ayrılıyoruz.
6) Latin Amerika’daki hareketler, hülkümetlerle görüş alışverişinde ile birçok deneyim kazandılar. Chavéz’in, dünya çiftçi hareketlerine çağrıda bulunarak gönderdiği selam dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Ve ben Venezüella’da, onların çok zekice elde ettikleri bir takım başarıları temsil ettiğini düşünüyorum. Şimdi hareket nasıl devam edecek; hükümetlerle görüşmeyi düşünüyor musunuz ya da gıda egemenliği konusunda bir bildiri ortaya koymak için direk olarak Birleşmiş Milletlere doğru mu döneceksiniz?
Bunlar iki farklı durum. Birisi ister ilerici, ister ortada, ister sağda olsun, sosyal hareketlerin hükümete karşı duruşları. Komunist partilerin 3. Enternasyonal deneyimleriyle ilgili olarak geliştirilen, bir tür otokritik ve hükümet ile taban arasında bir transmisyon görevi yürütme politikasının devam ettirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde solda, sosyal hareketlerin siyasi partiler ve hükümetlerden bağımsız olması gerektiği düşüncesi gelişti. Bu otonominin korunması gerektiği ve bunun sosyal hareketlerin hayatta kalabilmesinin bir koşulu olduğu kanısındayım. Bu otonomi, sosyal hareketlerin hükümetlerle bağımsız bir ilişki içerisinde olmasını, onlarla dialog kurup baskı unsuru oluşturabilmelerini sağlıyor. Ve aynı zamanda, hükümette bulunan sol partiler ya da sol hükümetlerle, politik-ideolojik kapsamda ortak kimlikler kurabiliyoruz. Bunun için, kuvvetlerin kollektif bir biçimde birleştirilmesi gerekli.Bu durum, ilerici hükümetler için de farklı değildir. Çünkü bu hükümetler, gerçekleştirmek istedikleri değişimleri (dönüşümleri) tamamlamak için kitlelerin seferberliğine ihtiyaçlar duyarlar- Chavéz bunun tipik bir örneği. Chavéz hükümeti Venezüella’daki sosyal hareketlerin önündedir ve bu sayede de gerekli değişim girişimlerinde bulunuyor. Fakat yine de, kitleleri harekete geçirecek itici bir organizasyon kapasitesi eksiliği görülmekte. Üzgünüm ki çok daha güçlü bir şekilde harekete geçirici olmak konusunda daha ileride olmamız gerekirdi. Fakat, ilerici değişimlerin ve hükümetlerin olduğu Latin Amerika’da hala kuvvetli kitle hareketleri bulunmamakta.
Bir başka durum ise, bizim Venezüella hükümeti ile ilişkilerimizdeki politikamız ile ilgili. Başkan Chavéz, Bolivarcı süreçte iki şeyin farkına vardı: ilk olarak, Venezüella devleti hala burjuva bir devlet ve halkçı hareketlerin Venezüella hükümetini ele geçirdiği 8 yıllık bu kısa süreç, devletin öznün değişmesini sağlayamadı. Bu yüzden, hükümetin aldığı birçok politik kararı, devlet hayata geçirmemekte ve boykot etmektedir. İkinci olarak farkına vardığı durum ise şu ki Venezüella’daki sosyal hareketler, devletin uygulamadığını gerçekleştirecek ve devlete Chavéz hükümetinden gelen siyasi emirlerin uygulanması konusunda baskı yapacak organik birikime sahip değildir.
Chavéz’in değinmediği üçüncü bir durum ise, Venezüella’nın gıda egemenliğini uygulamaya neredeyse en uzak Latin Amerika ülkesi olmasıdır. Çünkü onlar, bu kavramı –üzerinde biraz değişilik yaparak- Bolivarcı Anayasa’larına dahil etmiş olsalar da, Venezüella günlük pratikte tükettiği besin maddelerinin yüzde 80’ninden fazlası için hala ithalata bağımlı bir ülkedir. Bu durum, ülkenin petrol vergilerine dayalı bir ekonomisi bulunması ile ilgilidir. Bu yüzden, gıda egemenliği konusunda en hassas ükelerden biri olması olasıdır. Hükümet bunun farkındadır ve Vía Campesino Latin Amerika’dan ve bugün burada Malí Forumu’nda bulunan bütün sosyal hareketlerden, hükümete ve Venezüella halkına tarımda gerekli değişimlerin hayata geçirebilmesi, bağımsızlık sürecinin ve bunun için gereken gıda üretiminin hızlandırılması konularında açıkça destek talebinde bulunmuştur.
7) Forum’da görüşülen fakat ana konulardan olmayan 3 tema bilindiği kadarıyla önümüzdeki senelerde gündemi belirleyecek – ve bir şekilde şimdiden belirlemekte. Bunlar biyolojik yakıtlar, doğa felaketlerine karşı hareketlerin faaliyetleri ve de genetiği değiştirilmiş ürünler sorunu.
Bu konulardan bahsedildi ve Latin Amerika’da derin çalışmalar yapan ekolojik ağlar, Vía Campesina’nın da dahil olduğu, var. Çok açık ki, çevre felaketleri Latin Amerika’da hemen her ülkede meydana gelmekte. Sao Paulo’lular olarak bizler bütün bir yazı haftalık felaketler ile geçirdik. Güney yarı kürenin en büyük şehrinde insanlar şiddetli yağmurlardan öldü. Bu kabul edilemez. Brazilya’da bu yaz evleri ve caddeleri basan sularda boğulan onlarca insan vardı. Hemen her hafta bir fırtana gerçekleşti. Bu durumun anormal olduğu ve bunun küresel ısınma ve iklim değişikliğinin bir sonucu olduğu apaçık ortada. Ama yine de hala, Brezilya toplumunda bu konuda siyasi tartışmalar yok. Çünkü temel olarak iletişim araçları egemen sınıfın kontrolü altında. Tayland, Sri Lanka ve Bagladeş’ten arkadaşlarımız bize Tsunami felaketi sonucunda olanları anlattılar. Kapitalizm eline attığı herşeyi bir pazar mantığına dönüştürüyor. İnsanların cenazelerinden, doğal felaketlere kadar herşeyden bir kar ve kazanç elde etmeyi amaçlıyor. Bugün Güney Asya’da olan budur.
Biyolojik yakıtlar konusu ise, döndüğümüzde ülkelerimize (özellikle Meksika, arjantin ve Brezilya gibi bu konuda çokuluslu şirketlerin merhametine kalmış ülkelere) iletmemiz gereken çok ilginç düşüncelerle ilişkilendirildi. Bu ülkelerde, çokuluslu şirketler büyük üretim alanlarını biyolojik yakıt üretimi için dönüştürebilecek etkin bir kapasiteye sahipler. Bu forumda ortaya çıkan ve bence çok önemli olan bir konu ise yeni bir kavramın yaratılması konusunda ilerleme kaydetmemiz oldu. Biyolojik yakıt olarak adlandırmak yerine tarım(sal) yakıtlar kavramı geliştirildi çünkü biyolojik yakıt yanlış bir kullanımdır. Bu terim, canlı yakıtlara karşılık gelmektedir ki “canlı” sözünün fazla geniş bir anlamı vardır. Böylece artık, bitkilerden, tarım ürünlerinden elde edilen enerjik yakıtlar olarak doğru bir adlandırma kullanmamız gerekmektedir. Üzerinde ilerleme kaydettiğimiz ikinci bir konu ise, kirlilik ve petrol kullanımında en büyük payı olan ulaşım sektörü için yeni bir enerji matrisi kullanımı hakkında yapılan tartışmalardır. Bu, ana tartışma konusudur. Biz bunları tartışırken, otomobil endüstrisi bir yandan olağanüstü sayılarda araba üretimine devam etmekte. Bu ise sadece, büyük şehirlerde kirliliği arttırmaya yarayacak. Bu noktada bizim yapmamız gereken tarım yakıtları konusunu onun kullanım alanları hakkındaki tartışmalarla birleştirmektir. Ne işe yarıyorlar… Sadece burjuvalara araba ile seyahat etme kolaylığını sağlamaya?
Önemli bir ilerleme kaydettiğimiz bir başka konu ise, besin maddelerinin yerine geçmeyen tarım ürünlerinden elde edilen enerjiden ve bu enerji için besin maddelerinin (soya ve mısır gibi) kullanılmamasından yana olmaktır. Üçüncü gelişme ise, eğer bizim için tarım yakıtları gibi yenilenebilir enerji elde etmek önemli ise bunun için bu üretimin sürdürülebilir olmasının çok önemli bir koşul olduğunun anlaşılmasıdır. Çünkü tarım ticaretinde, enerji için soya, yerfıstığı, pamuk gibi ürünler üretilebilir. Bu üretim ise tarım toksikleri, tek tip tohum üretimi gibi felaket sonuçlara yol açan, sürdürülemez üretim şekilleri ile yapılmaktadır. Bugün bilindiği üzere, tarım ticareti artık büyük miktarlarda su kullanımı ve toprağın neminin geri sağlanamaması gibi nedenlerden dolayı küresel ısınmaya çok büyük bir katkı sağlamaktadır. Bütün bu tartışmalar henüz embriyo halindeler fakat yine de buradan tarım yakıtları konusunu daha iyi anlamamıza yol açan bir takım tepkiler ve fikirlere ulaşmaktayız.