Dokuz gün dağ taş dolandım. Yol üzerindeki kahvelerde çay içerken yan masadakilerle, şehirlerde esnaf lokantalarında ve köftecilerde yemek yerken esnaf ile, şehirler arasındaki (köylerde demeyeceğim, çünkü köy kalmamış!) yerleşim yerlerinde hayvancılarla ve toprağı ekip biçenlerle sohbet ettim. İlginç olan şu: Anadolu halkı, İstanbul’da yaşayanlar kadar “Battık – batıyoruz. Ne olacak bizim halimiz?” havasında değil.
Herkes günlük yaşam şartlarından söz ediyor. Anadolu’da Merkez Bankası’nın o gün ne kadar döviz sattığı, rezervinin ne olduğu, cari açık, Hazine Bonoları’nın gösterge faizi konuşulmuyor. Merkez Bankası Başkanı’nın konuşmalarını dinleyen de tartışan da yok.
“Tütün ekerdik, ne güzel gelir getirirdi. Burada devletin fabrikası vardı. Kapattılar. Pamuk para etmiyor. Hayvan yemi pahalılandı. Sütü ucuza topluyorlar. Seracılıkta iş var. Oraya sulama geldi, buraya gelmedi…”Anadolu’da sohbet konuları bunlar.
“Ya döviz ve altın muhabbeti?” diye sual eyleyenlere cevabımdır. Kahvede yan masada oturanlardan biri sordu: “Hocam 8 altın borcum var… Altın alıp ödeyeyim mi, bekleyeyim mi?”
“Neden altın ile borçlandınız?” diye sordum. “Hayvan alacaktım, bir arkadaşımdan 6 altın aldım, 8 altın vereceğim” dedi.
Bir köftecide de servis yapan genç “Hocam paramı euro’ya yatırdım. Satayım mı? Yoksa biraz daha euro mu alayım?” diye sordu.
Meraklandım, “Kaç euro’n var?” dedim, cevapladı: “Hocam ne kadar olacak? 100 euro almıştım. Cüzdanda 100 TL yedek param var. Onu da euro’ya mı bağlasam diye düşünüyorum…”
İşte böyle Sayın Okuyucularım. Anadolu’daki saf ve bakir halkımız hâlâ, “soğanın cücüğünü ekmeğine katık edince” Tanrı’ya şükrediyor. Mutlu oluyorlar.
Bazılarımız ise İstanbul’da “bir eli yağda, bir eli balda”… “Varlığımızda bir eksilme olmasın… Bu furyada varlığımızı nasıl artırırız” derdinde… Üzüm üzüm üzülüyoruz!
Alışveriş merkezinde kuyruk var
İstanbul’da yaşayan ve her gün dolar, faiz fiyatına, borsa endeksine bakarak, Merkez Bankası Başkanı’nın söylediklerini yorumlayarak “Battık batıyoruz” diye feryat eden veya devletin rakamlarını yorumlayarak (Bendeniz gibi!) “Felaket tellallığı yapan” belli bir kesimi bir yana koyunuz. İstanbul’da hayat devam ediyor. İnsanlar para kazanıyor, para harcıyor. İstanbul’da yaşayanların çoğunluğu olan biten ile ilgilenmiyor.
İstanbul denilince öne çıkanlar “Battık – Batıyoruz”cular ve de “Felaket Tellalları” ama çoğunluk hayatından memnun görünüyor.
Hafta sonu hava yağmurlu idi. Bilgisayarın yazıcısının kartuşu (mürekkebi) bitti. Kartuş almaya İstinye Park’a gidecek oldum. Alışveriş Merkezi’nin (AVM) 4 yanındaki otopark kapılarının önünde araba kuyrukları vardı. Garajlar dolmuş. Araçlar içeriye giremiyor. (Bir bilene sordum. Anlattı. İstinye Park’ın altında 5 katlı 180 bin m2 büyüklüğünde otopark alanı varmış. 6 bin araç alırmış.) AVM’nin alışveriş katlarında insan kaynıyordu. Acaba bu insanlar yalancı müşteri mi, yoksa gerçek alıcı mı diyerek ellerine baktım. Çoğunluğun elinde alışveriş torbası vardı. AVM’nin yiyecek içecek bölümlerinde insanlar kuyrukta bekliyordu. Açık anlatım ile AVM’dekiler gezmeye değil para harcamaya gelmişti. Eve dönüşte İstanbul’un farklı bölgelerinde evi olan arkadaşlarıma telefon ettim. Onlar da kendi bölgelerindeki AVM’lerinin kalabalıklığından söz etti, gelenlerin para harcadığını anlattı.
İnsanlarımızın çoğu hayatından memnun
İnsanlarımız şimdilerde 2 şeye bakıyor: (1) Pahalılık var mı? (Enflasyon ne olur ise olsun. Eğer insanların geliri enflasyondan daha az artmış ise pahalılık vardır. Net kişisel gelir artışı enflasyon artışının üzerinde ise, insanlarımız enflasyonu önemsemez. Çünkü onlar için pahalılık yoktur.) (2) Doların altının fiyatı ne oldu – ne olacak ? Azıcık da olsa cebinde doları, kolunda altın bileziği olanlar kazanıyor mu, kayıp mı ediyor?
İnsanlarımız “Cari açık ne olmuş ? -Merkez Bankası ne kadar dolar satmış ? -İthalat nasıl şaha kalmış? -Avrupa krizi biz etkiler mi, etkilemez mi?” gibi konulara fazla ilgi duymuyor.
Bu konularda yazılanları okumak, söylenenleri dinlemek insanlarımızı sıkıyor. İktidardakiler bu tür yazılara, söylemlere kızıyor. Diğer politikacılar kendilerinden başkasını düşünmediklerinden bu tür yazıları okumuyor. Söylemleri dinlemiyor.
Ben bir ekonomi yazarı olarak “Durumdan vazife çıkarmak” zorundayım… En iyisi bir süre “İç karartıcı” yazılar yerine Anadolu haberlerini vereyim, insanlarımızın içini açacak yazılar yazayım… (Diyorum da… Bakalım sözümde ne kadar durabileceğim. Çünkü bazı şeyler oluyor ki, ”Gel de yazma birader!…”)
Kaynak : Milliyet – 9 Ocak 2012