Genç, uyku uyanıklık arasında, bahçeden gelen ses ve evin içine hafif hafif sinen bahçedeki odun ateşinin dumanı genzini yakınca, bıkkınlıkla uyandı. Gülüşmeler, konuşmalar, yanan ateşin çıtırtıları, dışarıda bir şeyler olduğunu duyuruyordu.
Akşamdan kulağında takılı kalan Ipodu çıkardı, eşofmanını çekti, saçını elleriyle düzelterek ilgisiz bezgin dışarı çıktı. Yabancı gözlerle etrafa baktı, şaşkın daha çok da ilgisiz.
Tatile gelmişti güya, dört yıllık okulunun bitmesine aylar kalmış, geçen süre ise arayı açmış, ait olduğunu hissettiği yerler, şehir durakları, acele yenen lokantalar, sinemalar, caddeler yeri yurdu olmuştu. Tarana yapılan köy evindeki erken uyanılan sabahta bir yanlışlık vardı.
Tatilde olduğuna göre bir otelde, kahvaltı salonunda veya bir sahilde dalgalar ayaklarını yıkarken, sabah yürüyüşü için uyanmalıydı.
Eski günlerdeki tarana günlerini hatırladı. Konu komşu, akraba, gelin, torun, bahçeye toplanmış; çoktan karılmış olan tarananın buğuları çıka çıka çarşaflara çıkarılmaya başlanmış, ardından çoluk çocuk kapış kapış tadına bakılırdı.
Bu taze tarana da bizim buranın aburcuburuydu. Biraz önceki tatil sahnesinin yerini festival filimleri tadında bir köy sahnesine bıraktı. Sahneyi keyfiyle seyretti.
O kapının ardında, geçen saniyeler o sahnede rolü olmayan oyuncu gibi, kenardan baktı kaldı. Gördüğü ; şehirdeki gençlik yılları, köydeki çocukluk günleriydi. Yakında okul da bitecekti…. Ee sonra?
Tarana ateşini gören kapının arkasında saniyeler geçti. Hangisi? Şehir de mi? Köyde mi? Bura ora mı? Orada mı? Burada mı. Gelişmek, şehirli olup şehirde, şehrin nimetleriyle yaşamak mı, yoksa taşra da, taşra ilişkileri mi? Küçük yer kısır döngü. Ora mı bura mı? Burda mı? Burda mı? Kapı arkasındaki saniyeler, ayrı kalınan son beş yıla uzandı, şehirle bura arasında koca bir boşluk, tuhaf bir ara oluştu. Ne oralı ne de artık buralı, şehirde köyden gelen üniversiteli ; burada ise şehirde okuyan oğul. O sadece kapının arkasındaki ara boşluktaydı, tek gerçek de şu andı..
Bahçede gürül gürül meşe yanıyor, o da kapı ardından bakıyordu. Sanki atacağı bir adım tarafını belirleyecekti. Ora mı bura mı orada mı burada mı? Genç korkuyordu. Kaldı bir süre daha tarafını seçmekten korkarak bilemeden. Anfideki hocanın sesi yankılandı ..
“Seçimleriniz yaşam tarzınızı belirler.” Sesler yankılandı saniyeler, saatlere gelecek seçimlerinin resim karelerine dönüştü. Sırtında bir şaplak ve iki koca elin kendini çekerek bağrına bastırıp öpüldüğünü hissetti. Neden aynı coşkuyu hissedemiyordu? Orada mı burada mı. Oralı mı, buralı mı?
Eniştesiydi canla sarılan. Kol kola sahneye çıktılar. Biraz acemi biraz yabancı oldukça da mesafeli.
Hal hatırlara cevaben, kısa tek kelimelik cümleler kurdu, şehirde okuyan, evin umut bağlanan binbir emek okutulan, evin oğlu rolünü yerine getirdi.
İçinde anne sıcaklığı olan ses teklifsiz sanki dün ayrılmışlar gibi “Oğul tut şu kazanın sapından da kaldırın gayrı pışti dibine tutmasın”. Ana ahretliğiydi, emri veren ardından dualar geldi, boyuna bosuna maşallah yaradana gurban.
Tarana kürek kürek temiz örtülere boşaltıldı, övgüler düzüldü, kuşun karıncanın, kedinin köpeğin hakkı dağıtıldı önce. Sonra yakın konu komşu, yaşlının, öksüzün, dulun, kimsesizin; göz, burun hakkı dağıtıldı. Kasa kase. Hacete gelen kooperatifçinin karısının eline tutuşturuldu. Kazan değil sanki Alaaddin’in Lambası olmuş, cini de kazanın içinde, verdikçe çoğalıyor eksilmiyor.
Birden , şehirdeki lokantada içtiği çorbalar geldi aklına. İçtikçe doymadığı yedikçe tat almadığı.
O güzel şık caddelerde, şık ambalajlı küçük lokmalar geldi. Bin bir hesap maliyet plan bütçe yapılıp, satışa sunulan, vitrine konan, yiyecekler, albenili ilginç tatlar. Nasıl garipsemişti ta Hollanda’dan peynir, İtalyan spagetti ta oradan buraya, kasaba pazarındaki peynirler, araba tekeri büyüklüğündeki kokulu ekmekler; sönük mahzun, dalından pazara, topraktan pazar sergisine.
Sonraları okulda yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. Serbest pazar ekonomisi, rekabet koşullarında olmak, tarım ürünlerini işleyerek katma değer yaratmak, tüketici talepleri, kalite marka çıkarmak… bilgiyi teknolojiyi bu topraklarla buluşturmak…
Hep bir elden kazandan boşaltılan tarhana ılımaya bırakılmış, biraz ötesine ayağına kıvrak genç gelinler, yeni çarşaflar sererek kalburları ve minderleri hazırlayarak bir sonraki aşamaya geçiyorlardı.
Bir yaprağın ağacın dalında ne zaman yeşereceğini, tırtılın kelebek olma zamanını bildiği gibi, farklı rollerin, kimyaların, yıllar öncesinden gelen birikimlerin, bu anın içinde uyumlu varoluşları.
Kazan, ateşten indirildikten sonra, ateşin harı kesilmiş, köz maşa ile ezilerek ortasına bahçeden patlıcanlar, patatesler, kenarına da koca çaydanlık yerleştirilmişti.
Salamuradan çıkarılan koyun peyniri buğusu, tüten çaya katık yapılıp, kalburlardan tarana sürülmeye başlanmıştı.
Yenge “ seneye kim öle kim kala, şükür bu senede gördük, cümleyle yemek nasip eder inşallah” temennisine, tarana ile ilgili yorumu ekleyiverdi. Memnundu. Her şey planlandığı gibi gitmiş, kıvam tutmuş operasyon tamamlanmıştı. Hedef tutturulmuştu. İçe sine olmuştu her şey. Bir fotoğraf karesi gibi hafızasına kazındı. Koca yengesinin mesut huzurlu yetkin hali. Yengesini yeni görmüş, yeni tanımış gibi geldi.
Belki de kendisi yeni keşfedebiliyor, yeni ayrımına varıyordu. Okuldaki bir konferans geldi aklına.
Sanki Koca Yenge’yi anlatıyordu. İnsanın kendisiyle barışık ve çevreyle uyum içinde olması. motivasyon
iş prensipleri, planlama bütçe, girişim, girişkenlik, pozitif yaklaşım, hedef koymak.
Eline tutuşturulan çay ve kalın ekmeğin üstündeki peynirden büyük bir lokma ağzına attı. O çay, peynirin yağlı tuzu, közdeki patlıcan kabuğunun kokusu; gülüşmeler, muhabbetler. İçi ısındı sadece çaydan mıydı?
Damdan düşer gibi “enişte bu tarhana ne kadar dayanır, bunları paketlesek, karıştırma aşaması çok zahmetli, mikserli kazan gibi bir iey yapsak …’’
Daldaki kuş ötmeyi kesti, kalburdan tarana geçirmekten eli kızaran yeni gelin kulak kesildi, közde kabuğu patlayıp suyu aktığı için, pişiyorum diye cızırdayan patlıcan sustu,dinledi .
Üniversite de okuyan evin oğlu bir şey söylüyordu.
DİNLEYELİM BİRŞEYLER YAPALIM HEP BERABER