Türkiye adım adım ekonomik krize ilerliyor. Hükümetin krize karşı sahici önlemler aldığını söylemek zor. Dolar bozdurmaya davet etmek, cebinde doları olmayan milyonlara gülünç gelebilir. Bu eylemin daha büyük bir projeye bağlandığını söylemek doğru olur: Türkiye’yi, iç ve dış tehditler karşısında, “milli” bir proje etrafında birleştirmek.
Bütün adımlar buna göre atılıyor. Türkiye, hiç yoktan bir savaşın içine sokuldu, darbe girişimi yaşadı. Binlerce kişi işinden atıldı, milyonlarca işsizin arasına katıldı. Lakin, bağcı değil üzüm dövülüyor. Sorunların kaynağı değil sonuçları üzerine gidiliyor. Devlet, tabiri caizse kamu olmaya “el koydu”; “ben kamuyum” dedi. Milletin egemenliğini devletin şiddeti ile uyguladı.
Bu şiddetin ekmek davasına odaklanmasına iyi bakmak gerekir. Alınan tedbir önlemleri, “millileşme” adı altında her alanda ciddi tasfiye ve yıkımlar getiriyor. Olan, işçiye, memura, çiftçiye, köylüye, öğrenciye, akademisyene oluyor. Türkiye’yi Türkiye yapan bütün kesimler, daha fazla yoksulluk, yoksunluk, baskı ve güvencesizlikle karşı karşıya kalıyor. “Millilik” söylemi etrafında kurulan hegemonya, kamuya el koyan zümrenin politik ve ekonomik iktidarını korumak için uygulanıyor. Dahası, bu iktidarı gizlemenin kılıfı haline geliyor. Tarım da, bu alanların başında geliyor.
Milli Tarım Projesi
Millileşme projesinin ilk gerçek açılımı tarım alanında ortaya çıktı. “Milli Tarım Projesi” adı ile Kasım ayında kamuoyuna bir proje sunuldu. Devlet erkanından ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden çiftçilerin katıldığı büyük bir prodüksiyon yapıldı. Proje, Türkiye tarımının önümüzdeki bir kaç yıllık genel yönelimini belirleme kapasitesine sahip. Daha önce pilot olarak uygulanan “havza bazlı tarımsal destekleme”, Milli Tarım Projesi adı altında Türkiye çapında genişletilildi. Havza bazlı tarım yeni bir şey gibi, mevcut duruma bir ilaçmış gibi ele alınarak sunuldu. Bu açıdan Türkiye’nin yeniden keşfedildiğini söylemek mümkün.
Hakiki bir tarım projesinin, üretimi teşvik etmesi ve desteklemesi gerekir. Eğer böyle bir projede bir “millilik” aranacak ise, önce ülkenin çiftçisini ve köylüsünü koruyan, yerli ve yerel üretimi teşvik eden bir proje akla gelmelidir. Bunun yanında, tarımın millisi, Türkiye toplumunun gıda egemenliğini hedeflemeli, toplumun bütün kesimlerine odaklanmalıdır. Ulusaşırı şirketlerin egemenliği değil, halkın egemenliğine göre plan program yapılmalıdır.
Türkiye tarımı esasında “milli” bir tarım iken, uygulanan politikalarla beraber şirketlerin egemenliğine yol verildi. Eğer kamu millet iradesi ise, bugün Türkiye’de tarımda millet egemenliğinin değil şirket egemenliğinin geçerli olduğu söylenebilir. Buna karşın tarım politikaları, şirket egemenliğini pekiştirecek şekilde yapılandırılmaktadır.
Bu süreçten en sert şekilde etkilenen çiftçilik yapan köylüler, küçük çiftçiler, tarım ve gıda işçileridir. Çiftçiler adeta şirketlere teslim edilmiş, insafına bırakılmıştır. Buna karşın, çiftçiliğe ve köylülere bağlı olan nüfus ve seçim politikaları kırda ve tarımda yıkım getirdi. Tarımsal destek adı altında yapılan yardım ve sübvansiyonlar, esas olarak tarıma, üretime yönelik belirlenmedi. Uygulanan politikalar köylerin boşalmasını, toprağın terk edilmesini, sözleşmeli şirket tarımını pekiştirdi.
Türkiye’nin tarım politikası çiftçiyi muhtaç kıldı, en önemlisi de borçlandırdı. Çiftçilerin kamu kurumları olan kooperatifler bürokratikleştildi, kooperatif kanunuyla şirketleştirildi, özelleştirildi, tasfiye edildi. Çiftçiyi koruyan herhangi bir mekanizma kalmadı.
Milli Tarım Projesi, bu manzara karşısında yalnızca adında bir “millilik” taşımaktadır. Proje kapsamına bakıldığında, sözleşmeli tarımın derinleşeceği, tarımsal toprakların şirket çıkarlarına göre yeniden düzenleneceği, el değiştirme sürecinin hızlanacağı söylenebilir. Ek olarak, desteklemelerin havza bazlı düzenlenmesi, monokültürel üretimi teşvik edecek. Çünkü, projede yer alan “havza bazı desteği”, o havzanın öne çıkan veya öne çıkarılması istenilen ürününe odaklanmakadır. Bu durum diğer ürünlerin terk edilmesini hızlandırır.
Bu durum, yıllardır yanlış bir şekilde, üretimi teşvik amacı taşımayan teşviklerin kısıtlanmasını da getirecek. Bu teşviklere bağlı olarak ek gelir elde eden ve toprağını tutan çiftçiler mağdur edilecek. Buna karşın, köylü tarımı yaparak kendini idame ettiren çiftçiler de teşvik alamadığı için mağdur edilecek. Köylü tarımı, tek bir ürüne değil, yaşamın üretilmesine odaklanır. Bu açıdan, örneğin yerli tohumların sertifikalandırılması süreci “milli tarım projesinin” en çarpıcı sonuçlarından biridir.1
Bunun yanında, sorgulanmayan başka bir şeyi sormamız gerekiyor: tarım neden yapılır, kim için yapılır? Milli Tarım Projesi özünde tarım yapan çiftçilere yönelik gibi görünüyor. Ancak, gıda üretimi, bütün bir toplumun meselesidir. Türkiye, kimyasal girdiye muhtaç, besleyici özelliğini yitirmiş, monokültüre dayalı bir tarım ülkesine döndü. Tarımsal planlama ve teşvikler şirket çıkarlarına bağlı olarak şekillendirildi. Böyle bir tarım sisteminin ne çiftçiye ne de topluma bir faydası bulunmuyor. Sağlıklı, besleyici ve yeterli gıdaya erişemeyen bir toplumun milli tarımdan ne gibi bir çıkarı olabilir? Böyle bir toplumun tarımsal projesi “milli” olabilir mi?
Kamu ve Tarım
Bu sorular bizi en başa döndürüyor. Kamuyu gasp eden devlet, “milli tarım” adı altında şirket tarımcılığını egemen kılıyor. Toplumun değil şirketlerin çıkarı, devletin şiddeti altında, başta çiftçiler ve köylüler olmak üzere bütün topluma sunuluyor.
Kamunun gaspına karşı yapılacak şey kamuyu yeniden inşa etmektir. Ülkemizde yeni, bağımsız, kamucu bir tarım projesi geliştirmek elzem. Çiftçilerin, köylülerin, kamunun haklarını savunacak ve uygulayacak mekanizmalar yaratmak gerekiyor. Bunu, ancak kamu, kamu adına yapabilir. Başka bir çıkış yolu yok.
Çiftçi ve köylüler, kendi bağımsız örgütlerini, kooperatiflerini, kurumlarını, işleme tesislerini, sendikalarını kurabilir. İşçiler, öğrenciler, akademisyenler, memurlar; yani toplumun diğer kesimleri, kendi bağımsız kurumlarını, örneğin kooperatiflerini kurarak çiftçilerle bir ittifak geliştirebilir. Türkiye’de gıda krizinin çözümü, gıda egemenliğinin tesis edilmesine bağlıdır. Bunun tek yolu, toplumun kendini kendisi için, kamu olarak, tabandan örgütlemesidir.
1Bu konuda bir değerlendirme için bakınız: Milli Tarım Projesi ve Tohumluk – Abdullah Aysu
http://www.karasaban.net/milli-tarim-projesi-ve-tohumluk-abdullah-aysu