Son günlerde sohbetlerin temel konusu, ekonomik kriz. Çocukların bile okullardaki gündemlerine girmiş durumda.
Sıkıntıların çeşitli yansımaları da günlük yaşamımızda elbette. İşsizler ordusuna katılan insanlar, mail ortamında sürekli CV alışverişi, tasarrufa yönelik arayışlar, kapanan işyerleri ve üretime verilen aralar.. Bu konuların 2009 yılında yoğun bir şekilde tartışılacağı ortada.
Aslında ekonominin hep gündemde olması olumlu. Dünyada da böyle. Tabii kriz ortamında tarım kesiminin durumu da sıkça konuşuluyor. Ciddi zarar gören işletmeler de var, ürünü tarlada kaldığı için geleceğe umutsuz bakanlar da.
Geçenlerde açıklanan bir araştırma, küçük üreticinin üretimden çekildiğini ortaya koyuyor.
Bu, özellikle tarla ürünlerinin; yani domates, biber, patlıcan, salatalık türü ürünlerin yerine meyve yetiştiriciliğinin ağırlık kazanması demek.
Aslında kısa vadede olumsuz etkisi görülmese de uzun vadede bu ürünlerde spekülatif artışlar olabileceği, hatta bu ürünlerin yoğun ithalatının yapılabileceği de bir gerçek. O yüzden hani “mis gibi kokulu tarla domatesi” sözüne de ilanına da hasret kalabiliriz!
Tarımda planlama zorunlu
Araştırmada, tarımsal üretimde büyük ölçekli şirketlerin ağırlık kazanmaya başlaması önemli bir veri. Ama asıl dikkat çekici olanı, arazi parçalanması.
Yani tarımsal alanların azalması…
Kısa vadede bir sorun yaratmaz gibi görülse de zaman geçtikçe tarımsal alanlar, tarla dediğimiz topraklar azalacak, sonra da onların yerini hiç kuşkusuz daha kârlı, daha avantajlı sıra sıra villalar alacak! Kaçınılmaz son! Ama öyle mi olmalı?
Bu yüzden de tarımda bir uzun vadeli planlama yapma gerçeği ve zorunluluğu ortada. Hem de hiç vakit geçirmeden. Gerçi Tarım Bakanlığı bu konuda zaman zaman yürek ferahlatan açıklamalar yapıyor ama bilimsel verilerle de doğrulanan yaklaşımlar en önemlisi. Yani… Hayatın içinden…
Tarım kesiminin gerçek anlamda sesini de yansıtan…
İzmir Ziraat Odası Başkanı Sedat Köse bu konuda şunları söylüyor: “Türkiye genelinde tarımsal işletmeler gün geçtikçe küçülmekte ve küçülmeye de devam etmekte. Bu konuda, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle bir nebze rahatladık ama istenen olmadı. İşletmeler revize edilerek, toprak toplulaştırma yoluna gidilmelidir. Ufak üreticilerin birlik ve kooperatifler altında birleşmeleri desteklenmeli, üretim maliyetlerini düşürücü tedbirler alınmalıdır. Dolayısıyla rekabet edebilirlik seviyesi artırılmalıdır.”
Çiftçiler krediyle ayakta
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’ın değerlendirmesi ise “5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ile tarım alanlarının tarım dışı kullanımı önlenilmeye çalışıldı. Ancak yasa, bünyesindeki bazı boşluklar nedeniyle maalesef tarım alanlarının tarım dışı alanlara kaymasına engel değil etken oldu. Örneğin kamu yararı olduğu takdirde bir tarım alanının tarım dışına çıkartılabileceği gibi üzerinde objektif olarak karar verilmesi zor olan noktalarda tarım dışına çıkışın yolu açılmış oldu. Üretim maliyetleri Avrupa’daki çiftçilerin 2-3 katına ulaştı. Yani giderler gelirlerin üzerinde. Dolayısıyla borçlanan çiftçiler kredi kullanarak ayakta kalmaya çalışıyor. Borçlar artınca ipotekli araziler el değiştirmeye başladı.”
Bazı şeylere hasret kalmadan, çocuklarımıza “mis kokulu tarla ürünlerinin en az temiz bir çevre kadar borç ve görev” olduğunu da düşünerek hareket etme zamanı değil mi? Ne dersiniz?
17.02.2009 | Hakan Tartan | Referans