Enerjinin, gıda ve suyun egemenliğini küresel şirketlerin denetimine bırakmak ve buna uygun inşaat yatırımlarına yönelmek neo-liberalizmin yeni sermaye birikim modelini oluşturmakta. Bizim gibi ülkelere de, değişik yöntemlerle sermaye birikim süreçlerini hızlandıracak olan HES, RES, GES, Termik Santral, Nükleer Santral, kaya gazı(*), jeotermal v.b enerji ve “kentsel dönüşüm” projeleri dayatılmakta, hükümetlerde buna uygun davranmaktadır.
Bu gün bu politikaların en iyi uygulayıcıları arasında AKP hükümeti gelmektedir. AKP doğayı ve yaşam alanlarımızı katleden projeleri her ne pahasına olursa olsun uygulamaktan çekinmemiş, neo-liberalizmin sermaye birikim sürecini hızlandırabilmek için “çözüm süreci” diye tabir edilen politikalarından bile vazgeçmiş, onlarca insanın ölümü pahasına yeni rant kapısı olabilecek, sermaye birikimine katkı koyacak politikaları uygulamaya koymaktan çekinmemiştir. Yıllardır sürdürülen, binlerce insanın ölümüne, onbinlerce insanın evini, tarlasını terk etmesine yol açan “Kirli Savaş” politikalarına tekrar sarılarak savaşı tırmandırmıştır.
Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Başkanı Merthan Anık Bianet’e yaptığı söyleşide AKP’nin neo-liberal politikalarını uygulayabilmesi için çatışmaların zemin hazırladığını şu sözlerle ifade etmektedir: “Halk, 2010’da başlayan Lalebey ve Alipaşa kentsel dönüşüm projesine tepkiliydi. Proje Bakanlık, TOKİ, Belediye işbirliğinde de olsa kamulaştırma işlemini Belediye devraldığı için halk tepkisini Belediyeye göstermişti ve belediye bu projeyi durdurmuştu. 2012 yılı sonunda çıkan riskli karar ilanıyla bütün yetki bakanlığa geçmişti. Ancak halkın bir önceki projeye tepkisi nedeniyle bugüne kadar bir ilerleme sağlanamadı. Sadece Ulucami etrafında birkaç binayı yıkabildiler. Ancak şimdi çatışmaların buna zemin hazırlamasından endişeliyiz.” (Bkz.www.bianet.org)
Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Başkanı’nı kaygıları doğru kaygılardır, Çünkü AKP hükümeti Sur’u, Cizre’yi,Silopi’yi çatışmalardan yararlanıp yerle bir ettikten sonra “kentsel dönüşüm” kapsamına alıp inşaat hazırlıklarına başlamıştır. Çatışmalar nedeniyle Sur, Silopi, Cizre yerle bir edilip, orada yaşayanlar evlerini, yurtlarını terk ettikten sonra siyasi iktidarın eli “kentsel dönüşüm” için güçlenmiştir.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı, TBMM sinde yaptığı konuşmalarda çatışmalar nedeniyle yerle bir edilen yerleşim alanlarına ilişkin şunları söylemektedir; “Hem altyapısı hem de konutlarıyla yenilenmiş bir Silopi için bugün itibarıyla imar çalışmalarını başlattık.”, “Vatandaşlarımıza daha kaliteli, daha yaşanabilir, daha nicelikli ve nitelikli binalar inşa edeceğiz.”(Bkz. www.hurriyet.com.tr. v.b ) demekte, ölenlerden, katledilenlerden, yerini yurdunu terk etmek zorunda bırakılanlardan ve bunların yaralarının nasıl sarılacağından hiç söz etmemektedir. Sermaye birikim sürecine nasıl katkı sunacaklarının hesabını yapmakta, çatışmalarda yok edilen kentlerin inşaat yatırımlarını öne çıkartmaktadırlar. İçişleri, Kültür ve Turizm, Çevre ve Şehircilik ile TOKİ’nin üzerinde durduğu çalışmalara göre, operasyonların tamamlanmasının ardından ilk kentsel dönüşüm çalışmasının Silopi’de başlatılması, daha sonra tüm ilçelere yayılması planlanmaktadır.
Çünkü AKP iktidarı neo-liberal emperyalist politikaların uygulanabilirliğinin önündeki toplumsal, yönetsel ve yasal engelleri kaldırmak için çaba sarf etmektedir.
“Her yeni sermaye birikim süreci yeni bir siyasal üst yapı organizasyonu da beraberinde getirmektedir. ”İthal ikameci ekonomi” modelinin siyasal üst yapıdaki tezahürü de “sosyal devlet” adı altında ortaya çıkmıştır. ”Sosyal devlet” bir yandan vatandaşlarının alım gücünü artıracak ekonomik programlar uygularken diğer yandan da nisbi demokrasiyi uygulamaya çalışmıştır.(Örneğin Türkiye'de çok partili yaşama geçiş,sendika hakkı v.b bu döneme rastlar). (Bkz. Sol'un Krizinin Çözümü Belki de Bir Çiftçi Partisi’nde… A.Ç)
Toplumu olumsuz etkileyecek köklü değişiklikler düzeni sarsacak toplumsal tepkilere neden olur, sermaye düzeninin devamlılığı açısından ise bu toplumsal tepkilerin bastırılması gerekmektedir. 24 Ocak Kararları ile birlikte “İhracata yönelik sanayileşme modeli” diye ifade edilen ekonomik politikanın hızlı bir biçimde uygulayabilmesi de baskı ve terör yöntemleriyle mümkün olmuştur. Yani emperyalizmin yeni sermaye birikim modelini Türkiye’de uygulayabilmesi için 12 Eylül faşist darbesi yapılmıştır. “Amerikanın ‘bizim çocuklar darbe yaptı’ söylemi boşuna değildir. Aynı yıllarda emperyalizmin biçtiği rol gereği “ithal ikameci” modelden “ihracata yönelik sanayileşme” modeline geçmeyi çıkış yolu olarak gören birçok ülkede benzeri darbeleri görürüz. Çünkü altyapıdaki değişikliğe uygun düşecek bir üst yapı değişikliği de zorunludur.” (Bkz,Sol'un Krizinin Çözümü Belki de Bir Çiftçi Partisi’nde… A.Ç)
O günün koşullarında bu ekonomik politikalar uygulanırken olabilecek toplumsal tepkileri engellemenin, toplumsal muhalefetin öncüsü devrimci yapıları boğmanın, en uygun yolu darbeydi ve sermaye de bu yolu tercih etti.
Bu günkü neo-liberal yeni sermaye birikim sürecinin, (enerji, gıda ve suyun egemenliğinin küresel şirketlerin denetimine bırakılması ve buna uygun inşaat yatırımlarının yapılabilmesinin) uzun süreli uygulanabilirliği de her türlü nispi demokratik ortamın ortadan kaldırılmasından geçmektedir. 12 Eylül Cuntası yaptığı “darbe anayasası ile de siyasal üst yapıdaki değişikliği kalıcı hale getirmiştir. Ancak kapitalist birikim sürecinin kısa bir döneminde rahatlama sağlayan bu uygulamalar sermaye birikiminin sürekliliğini sağlayamamıştır. İçinde yaşadığımız dönemde de emperyalizmin sermaye birikim sürecinin yeni bir krizi ile karşı karşıya kalınmıştır.” (Sol'un Krizinin Çözümü Belki de Bir Çiftçi Partisi’nde… A.Ç)
Emperyalizmin karşı karşıya kaldığı sermaye birikim sürecinin yeni krizini aşma çabasının bütün politikalarını AKP uygulamalarında görmekteyiz. AKP’in çıkarttığı “Büyük Şehir Yasası” da, “su” yasası da, kentsel dönüşüm için çıkarttığı yasalar da,”acele kamulaştırma” kararları da, 12 Eylül 2010 Anayasa referandumundaki değişiklikler de, ısrarla talep ettiği ”Yeni Anayasa” da neo-liberal politikaların ürünüdür. Türkiye hızla mezhepçi, faşist bir diktatörlüğe gidiyorsa bunun nedeni, neo-liberal emperyalist politikaların siyasal üstyapıda karşılığını yaratma ve sermaye birikiminin sürekliliğini sağlama çabasıdır.
Hindistan’lı düşünür, araştırmacı ve aktivist Vandana Shiva bu durumu şöyle ifade etmektedir; “Ekonomik diktatörlük, seçimlere dayalı temsili demokrasiyi sarıp sarmaladığında,dini köktenciliğin ve sağ kanat aşırıcılığın zehirli bir şekilde büyümesi kaçınılmazdır Bu nedenle, şirket küreselleşmesi sadece demokrasinin ölümüne neden olmakla kalmaz,aynı zamanda dışlamanın,nefretin ve korkunun, oyları ve iktidarı yönlendirmenin siyasi araçları haline dönüştüğü bir demokrasiye,ölümün demokrasisine de neden olur.” (Bkz.Yeryüzü Demokrasisi. Sayfa.18)
Kısacası Türkiye hızla mezhepçi, faşist bir diktatörlüğe götürülüyorsa bunun nedeni sadece AKP’in kendine özgü politikalarından dolayı değil, neo-liberal emperyalist politikaların bunu gerektirmesinden dolayıdır.
Tekrar Vandana Shiva’ya kulak verirsek; “Temsili demokrasi ve ekonomik küreselleşme birleşiminin, yeni korkular, yeni güvensizlikler, yeni köktencilikler ve yeni şiddet ürettiği bir zamanda yaşıyoruz. Hem Hindistan’da hem de birleşik Devletler’de 2004 seçimleri, işlerin ve rızıkların yok olmasından doğan boşluğu, dini köktenci söylemin nasıl doldurduğunu gözler önüne serdi. Bu söylem, toplumu kutuplaştırır ve kültürel farklılıkların, insanları birbirine bağlayan sorunlardan – iş, çevre, insan hakları ve ortak bir insanlık meselesinden – uzaklaştırmak için bir araç olarak kullanılmasına izin verir.” (Bkz.Yeryüzü Demokrasisi.Sayfa.20)
AKP neo-liberalizmin dayattığı sermaye birikim modelinin katıksız uygulayıcısıdır. Doğanın metalaştırılarak talan edilmesi, çevrenin kirletilmesi, demokratik tepkilerin baskı ve terörle susturulması, küçük aile tarımının yok edilmeye çalışılması, “Büyük Şehir Yasası”yla köy tüzel kişiliklerinin yok edilip mal varlıklarının, otlak ve meralarının özeleştirmelere açılması, gene bu yasayla İl Özel İdareleri’ne ait mallara el konulması, “kindar ve dindar” yetiştirecek olan bir eğitim programının dayatılması v.b uygulamalarının da nedeni emperyalizmin uygulamaya zorladığı neo-liberal politikalardır.
Sonuç olarak; ya neo-liberalizmin ve onun Türkiye’deki en iyi uygulayıcısı AKP’nin doğayı metalaştıran enerji, su, gıda ve “kentsel dönüşüm” politikalarının ve bu politikalara uygun “Yeni bir Anayasal Çerçeve”nin birbirinden bağımsız ele alınamayacağının farkına varıp bütünlüklü bir politik tutum ve mücadeleyi örgütleyeceğiz ya da doğanın kapitalizm tarafından metalaştırılması ve sömürülmesini engel olamayıp dünyanın yok olmasını seyredeceğiz.
(*) 3 yıl önce Diyarbakır’ın “shale (seyl) gaz” kaya gazı rezervi bakımından zengin olduğu, Diyarbakır’daki kaya gazı kuyuları için Shell ile anlaşmalar yapıldığı haberi kamuoyu ile paylaşılmıştı.AKP nin şimdi rafa kaldırdığını söylediği ”Çözüm süreci” de o günlere rastlar.
Kaynak : Muhalefet.org – 20 Mart 2016