Uzak olmayan bir gelecekte petrol doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtların tükeneceği gerçeği sermayenin ve devletlerin gündemini yıllardır meşgul etmektedir. Ortadoğu ve Orta Asya’da yeni rezervlerin bulunması, kayalar içinde bulunan gaz ve petrol zerreciklerinin açığa çıkartacak teknolojilerin geliştirilmesi vb. gelişmeler bu süreyi ancak bir müddet öteleyebilir. Teknolojik gelişmeler de enerji kullanımını azaltmayı değil, enerjinin tüketileceği yeni alanlar yaratmayı hedefleyince sermayenin çoğalan enerji talebine kalıcı bir çözüm getirememektedir. Özellikle 1973 ve 1979 petrol krizleri sonrası emperyalist ülkeler, doğada var olan ve sürdürülebilir(!) alternatif enerji kaynaklarına dönük araştırma laboratuvarları vb. yatırımlara yönelmişlerdir. Buldukları çözüm önerileri de; suyun, havanın, doğanın metalaştırılmasına, yeni sermaye birikim araçlarının ortaya çıkartılmasını beraberinde getirmiştir. Sermaye bu süreçte ortaya çıkacak tepkileri yumuşatmak için ‘fosil yakıtlar gibi etrafa sera gazı yayarak iklim değişikliğine sebep olmayan, doğa dostu, yeşil enerji, bitmeyen, sürekli yenilenebilen enerji vb.” söylemlerle kamuoyunu ideolojik bir bombardımana tutmuştur. Devletlerin enerji politikalarında bu yeni enerji sistemleri önemli bir yer tutmaya başlamıştır.
“Yenilenebilir Enerji” Kavramı/Modeli İçine Giren Enerji Sistemleri:
Hidroelektrik Santralleri(HES), Jeotermal Elektrik Santralleri (JES),Rüzgar Enerji Santralleri (RES),Güneş Elektrik Santralleri (GES), Biyoenerji Sistemleri (Bitkilerden veya bitkisel atıklardan benzin, mazot vb. üretme, çöp gazı da dahil), Dalga Enerjisinden yararlanarak kurulan elektrik santralleri, Hidrojen enerjisi vb. yenilenebilir enerji olarak ifade edilmektedir. (1) Peki bu enerji sistemlerinin ekolojik dengeyi olumsuz etkilemediğinden, ekosistemleri bozmadığından bahsedebilir miyiz?
Ekolojik tahribat sadece gözle görünür çevre tahribatı değildir, ekosistemler toprağıyla, suyuyla, bitkileriyle, hayvanlarıyla, mantarlarıyla, bakterileriyle, iklim koşullarıyla bir bütündür. Bu bütünden herhangi bir parçanın bozulması demek ekosistemde tahribat yaratılması anlamını taşır. Öyle ki iklim koşullarındaki, toprağın, suyun özelliğindeki herhangi bir değişim bazı ürünlerin de üretilememesini, bazı canlı türlerinin yok oluşunu da beraberinde getirmektedir. Ve “Temiz Enerji”, “Yenilenebilir Enerji”, “Yeşil Enerji” adıyla sunulan enerji sistemleri de bu bütünün bozulmasına, ekolojik yıkımlara ve iklimsel krizlere yol açabilmektedir.
“İklim ve doğa dostu yeşil enerji” sınıfına giren ve teşvikler alan HES ve JES’ler kısa sürede gözle görülebilir bir doğa tahribatı ve iklim değişikliği yaratmış, foyası açığa çıkmıştır. Köylüler durumun vahametini kavrayarak direnişler örgütlemeye başlamışlardır. Bu yönüyle de köylülerin önderlik ettiği direnişler, topluma önderlik etmesi gereken partiler, siyasi anlayışlar vb. için de neoliberalizmin ideolojik, teorik etkilerinden kısmen kurtulmalarında yol gösterici olmuştur. HES ve JES’leri artık hiç kimse savunma cesareti gösterememektedir. RES, GES, Bioyakıtlar, Biokütle enerjisi vb. yatırımları için aynı şeyi söyleyemeyiz; sistem karşıtı olduğunu iddia eden birçok anlayış ekosistemlerin bütünselliğini kavrayamadığı için temiz ilan ettikleri enerji sistemlerinin yarattığı ekolojik yıkımı da görememektedir. “Çözülebilir teknik bir mesele” olarak gördükleri “RES’lerin, GES’lerin olumsuz etkililerini “kuş göç yollarına kurulmasın, yerleşim yeri yakınlarına değil, uzağına kurulsun, karaya değil denizlere kurulsun vb.” sözde “çevreci” önerileriyle veya “RES, GES vb. projeleri özel sektör yaptığından dolayı problem çıkıyor, devlet yapsa sorun çıkmaz” savunması ile meşrulaştırmakta ve desteklemektedirler. Devletlerin sınıfsal niteliklerini, sermaye- devlet işbirliğini göz ardı eden bu anlayışlar sermayenin değirmenine su taşımaktadırlar. Ekolojik ve sosyal yıkım karşısında sınıfsal ve ekolojik bir bakış açısıyla düşünmek, çözüm üretmek ve mücadele etmek isteniyorsa, bu enerji sistemleri “özel sektör”, “devlet yatırımı” veya “kuşların göç yollarında-dışında, yerleşim yeri yakınında-uzağında, karada-denizde” ayrımı yapmadan, ekosisteme ve toplumsal hayata verdiği zarar üzerinden değerlendirilmek zorundadır. Unutulmamalıdır dünyanın en büyük nükleer faciası olan “Çernobil Nükleer Santrali” devlet eliyle yapılmış bir santral idi.
Rüzgâr Enerji Santrallerinin (RES) yarattığı ekolojik yıkımı yaşayan köylülerin ve yerel halkın tepkileri kısmi ölçüde etkisini göstermiş, bazı sistem muhalifi ve çevreci kesimleri düşünmeye sevk etmiş, neoliberalizmin ideolojik etki alanından kurtulmaya başlamalarına yardımcı olmuştur. Ancak ısrarla “GES, Biyoyakıtlar, Biyokütle enerjisi vb.” enerji sistemlerinin ekolojik dengeye ve sosyal yaşama olumsuz etkilerinin olmadığını düşünen veya savunan bir kesim varlığını sürdürüyor. Sorulması gereken soru: Neoliberal enerji politikalarının ürünü olan yenilenebilir enerji sistemlerini devletlerin teşvik etmesinin ve bunun için özel yasalar çıkartmasının altında yatanın ne olduğudur?
Ülkemizdeki Neoliberal Enerji Politikaları ve Teşvikler.
Emperyalizm kendi enerji ihtiyacını bize ürettirebilmek, bu santrallerin (enerji üretim merkezlerinin) ihtiyacı olan makineleri, araç ve gereçleri bizim gibi ülkelere pazarlayabilmek için teşviklerden de geri durmamıştır. Neoliberal politikaların ürünü olarak ortaya çıkan bu enerji sistemi yatırımlarına AKP Hükümetleri de zaten katıksız uygulamakta ve teşvikler vermektedir. Yenilenebilir enerji alanındaki teşvikler sabit alım fiyat garantisi ile sınırlı tutulmamıştır. KDV muafiyeti, enerji sistemlerinin kurulması için gerekli makine, araç ve gereçlerin ithalatında gümrük muafiyeti, %40 lara varan vergi indirimi,2022 yılına kadar SGK İşveren hisse payı desteği, şirketlerin yatırımlarda kullandığı krediler için faiz desteği, ücretsiz veya düşük ücretle arsa/yer tahsis edilmesi gibi destekler de verilmiştir. Ayrıca 2021 yılına kadar faaliyete geçirilen enerji sistemlerinin kurulmasında yararlanılan gerekli makine, araç ve gereçler ülke içinde imal edildiyse, bu tesislerden elde edilip iletim ve dağıtım sistemine gönderilen elektrik enerjisi için sabit alım garantisi yanında “yerli katkı ilavesi” adı altında ekstra prim ödemesi yapılacaktır. (2) Bu nedenle de yerli (!) ve yabancı sermaye yatırımcılarının Türkiye’deki enerji kaynaklarına olan ilgisi artmıştır. Tarımsal üretimin en yoğun olduğu Akdeniz , Ege, İç Anadolu gibi bölgeler, yenilenebilir enerji yatırımlarıyla neredeyse tarım havzası olmaktan çıkartılıp “Yenilenebilir Enerji Havzası” haline dönüştürülmüştür.
Enerji politikaları ile neoliberal tarım politikaları üst üste bindiğinde ise tarımsal üretimde yaşanan sorunlar büyümüş, çiftçiler açısından ekonomik ve ekolojik kriz çekilmez olmaya başlamıştır. Şirketler bir nevi toprak, su ve hava gaspı yaparak çiftçilerin toprağa, suya, temiz havaya erişim haklarını ellerinden almışlardır. Bu politikalar aynı zamanda gıdayı tüketenlerin de sağlıklı gıdaya erişim haklarını ellerinden alıp, şirketlerin sunduğu (birçoğu da sağlıksız) ürünleri kullanmak zorunda kalmalarına yol açmıştır.
“İklim Zirveleri” Sermayenin ve Devletlerin Yeni(!) Enerji Politikalarını Meşrulaştırmaktadır.
Devletler ve şirketler Yaşanan iklim krizine çözüm önerileri sunmak üzere bir araya gelip “İklim Zirveleri” yapmaktadırlar. Devletlerarası İklim Zirveleri”nde “Kyoto Protokolü” gibi “Paris İklim Anlaşması” gibi anlaşmalar imzalanmış İklim krizine gerçekçi çözümler arama yerine geçiştirici, kendi yarattıkları sorunlara “çözüm üretme” adı altında her şeyi metalaştıran bir sistemi oturtmaya çalışmışlardır.
Kamuoyunda en çok tartışılan “Zirve”lerden biri “Paris İklim Zirvesi”dir. Ancak “Paris İklim Zirvesi”nin kararları tartışılırken “Paris İklim Zirvesi”ndeki muhalefet hareketlerinin çözüm önerileri ve eylemleri gündeme alınmamakta, tartışılmamaktadır. Ne yazık ki Türkiye’deki kapitalist sistem karşıtı olduğunu iddia eden birçok kesim de bu kervana katılmakta, “Paris İklim Zirvesi”ndeki muhalefet hareketlerinin çözüm önerilerini göz ardı etmekte, sadece devletlerin yaptığı anlaşma ve bu anlaşmaya kimlerin imza atıp atmadığıyla ilgilenmekte, deyim yerindeyse sermayenin çözüm önerilerini meşrulaştırarak onların işini kolaylaştırmaktadırlar. Teorik düzlemde araştırma ve sorgulama yapmaları, bu politikalardan olumsuz etkilenen emekçilerin ve doğanın çığlığını duyarak onların, önerilerini tartışmaları gerekirken “Zirve”de çıkan sonuçlar ilgilerini çekmekte ve o sonuçları uygulamanın çözüm olacağını düşünmekte ve başkalarını da o konuda ikna etmeye çalışmaktadırlar.
Neoliberalizm, insanların iklim değişikliği korkusunu, fosil yakıtların sera gazı salımı yapmasını vb. kullanarak, deyim yerindeyse “Ölümü gösterip, sıtmaya razı ederek”, etrafa sera gazı yaymayan, iklim değişikliğine sebep olmayan, doğa dostu, yeşil enerji, bitmeyen, sürekli yenilenebilen enerji vb. söylemlerle, suyu, havayı, doğayı yağmalamanın kılıfını bulmuştur. Örneğin; Kyoto Protokolü’nün ardı sıra kurulmuş olan ‘küresel karbon ticareti sistemi’ içinde yenilenebilir enerjilerin kullanımı ödüllendirilmiştir. Bu kapsamdaki tesisleri inşa eden yatırımcılar, önledikleri sera gazları salınımları karşılığında projenin niteliğine göre, elde ettikleri “salım hakları”nı ihtiyaç duyanlara satıp gelir elde edebilmekte ve proje finansmanına katkıda bulunabilmektedir. İklim krizinin yaratılmasının sorumlusu olan sermaye, yarattığı sorunun çözümünün de kendisi olduğu söyleyerek karbon ticaretine başlayarak havayı bile metalaştırdı. Böylelikle ‘parası olanın kirletme hakkının olduğu’ bir pazar sistemi kurulmuştur.
Tarımsal üretimde överek kullandırttığı kimyasallarla solucanları ve yararlı bir çok canlıyı öldürttü, toprağın canlılığını ve verimliliğini yok etti. Şimdi de yarattığı soruna çözüm olarak “solucan gübresi üretme tesisleri” kuruyor, kurdurtuyor, solucan gübresi pazarlıyor.
Yaşadıklarımız gösteriyor ki, uluslararası sermaye çok da uzak olmayan bir gelecekte petrol doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtların tükeneceği gerçeğinden hareket ediyor ve suyu, havayı, doğayı metalaştırarak (yani insanların ve tüm canlıların müşterek olarak kullandıkları şeyleri yağmalayarak) bir yandan yeni sermaye birikimi elde ediyor, diğer yandan da yağmaladığı bu alanlarda yeni enerji yatırımları yaparak enerjiye olan ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Türkiye’de olduğu gibi, devletlerin teşvik ve destekleri de bir taşla birkaç kuş vurmalarına yardımcı oluyor. AB “Yeşil Mutabakatı” ve “Adil geçiş” projeleri de bu hedefe ulaşmaya yardımcı olan projelerdir.
Gerçek olan şudur ki; Sermayenin uyguladığı/dayattığı politikalara karşı mücadele eden emekçilerin, kapitalist sistem karşıtı olduğunu iddia edenlerin, ekolojistlerin vb. çözüm önerileri, sermayenin çözüm önerileriyle aynılaşamaz, yakınlaşamaz. Sermayenin çözüm önerilerine bel bağlanamaz. Neoliberalizmin “yenilenebilir, temiz enerji” söylemlerinin hegemonyasından etkilenip, onun enerji politikalarının arkasında durarak sistem karşıtı bir sınıf mücadelesi yürütülemez, başka bir toplumsal düzen kurulamaz. Sınıf mücadelesi yürütenler sermayenin çözüm önerilerinin peşine takılmadan alternatif üretmek zorundadır. Dolayısıyla emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı başarılı olmanın yolu aynı zamanda neoliberal enerji politikalarına ve sistemlerine karşı çıkmaktan geçer.
Bizler kapitalist sistemin sonucu olan “İklim Krizi”, “Gıda Krizi”, “Su Krizi”, “Enerji Krizi”vb. sorunlardan kurtulmak, doğanın metalaşmasını engellemek istiyorsak kendi argümanlarımızla, kendi ortak mücadelemizi örmek zorundayız. Ölümü görerek, sıtmaya razı olmak zorunda değiliz. Yeter ki kapitalizmin gölgesini satamadığı ağacı bile keseceğini unutmadan, kapitalizmi sorgulamayı bırakmadan kendi söylem ve model arayışımızı sürdürebilelim.
DİPNOTLAR.
(*) Yazının temel kurgusu Mart 2019 seçimleri öncesi Partilerin Seçim Bildirgelerinin değerlendirildiği “Yerel Seçimlere Giderken-II / Suyu, havayı, doğayı metalaştıran neoliberal enerji politikaları” başlıklı makaleden esinlenerek , aradan geçen süre içindeki gelişmelerle birlikte yeniden düzenlenmiştir.(bknz: https://www.karasaban.net/yerel-secimlere-giderken-ii-suyu-havayi-dogayi-metalastiran-neoliberal-enerji-politikalari-adnan-cobanoglu/ )
1) T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü www.yegm.gov.tr
2) Yenilenebilir Enerji Teşvikleri- www.tobb.org.tr