CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal TBMM’de gıda fiyatları üzerine bir açıklamada bulundu açıklamada “Gıda sektörü Nestlé, Kraft, PepsiCo, Coca-Cola, Unilever, Cargill, Danone, Kraft ya da onların ortakları/taşeronları tarafından kontrol edilmektedir. ” ifadesine yer verildi.
Açıklama şöyle:
Gıda insan yaşamı için vazgeçilmez bir ihtiyaç, gıdaya ulaşım ise temel bir insanlık hakkıdır. Günümüzde küresel bir silaha dönüşen gıda, su ve enerji Türkiye gibi azgelişmiş ülkeler üzerinde önemli bir hegemonya aracı haline gelmiştir. Dünyada nüfus artışıyla birlikte gıda talebinin arttığı, tarım alanları üzerinde baskının sürdüğü, iklim değişikliğinden kaynaklanan etkilerin devam ettiği sürece gıda fiyatları artmaya devam edecektir.
FAO’nun Küresel Gıda Fiyat Endeksiniin son 5 yıllık dönemde düşme eğilimi göstermesine karşılık Türkiye’de gıda fiyatları trendi yükseliş kaydetmektedir. Üstelik bundan en çok etkilenen orta ve dar gelirlilerdir; çünkü gelirlerinin büyük bir kısmı gıda harcamalarına gitmektedir.
Son 5 yılda küresel gıda fiyatları yüzde 25 gerilerken, Türkiye’de aynı zaman diliminde gıda fiyatları yüzde 76 artmıştır.
Öncelikle Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artışı (enflasyonu) yaratan ana etkenlere göz atalım.
Tarımda planlı bir üretim yoktur. Bazı yıllar ürün kıtlığı yaşanmasına karşılık, bazı yıllarda ürün tarlada kalmaktadır.
Tarımsal üretimde maliyetler çok yüksektir. Çiftçinin en büyük girdi kalemlerinin başında gelen mazot fiyatları son bir yılda yüzde 38 artmıştır. Yem, gübre, ilaç, tohum ve diğer girdilerde de benzer artışlar söz konusudur. Kısacası çiftçimiz pahalıya üretmektedir.
Birçok üründe ithalata bağımlı bir üretim politikası izlenmektedir. Haliyle kurdaki yüksek seyir girdi maliyetlerini de yukarı taşımaktadır. 2016 yılı başında 3 lira seviyesinde olan dolar kuru günümüzde 3,5 lirayı aşmıştır. Kabaca yüzde 20 dolayında bir artış söz konusudur. Bu da tarım sektörü açısından üretim maliyetlerinin artması anlamına gelmektedir.
Tarım arazileri tarım dışı amaçlarla kullanılmaktadır. Kaliteli üretim yapılabilecek araziler gittikçe azalmaktadır.
Verimlilik düşüktür. Dekar başına, ağaç başına alınan verim çok sayıda tarım ürününde dünya ortalamasının altındadır. Sulama yetersiz ve kalitesizdir. İthal edilen girdiler düşük kalitelidir (Özellikle Biyogüvenlik Kanununun uygulamaya girmesinden sonra).
Üretim sırasında ve sonrasında da kayıplar mevcuttur. Bu kayıplar tarlada, bahçede başlamakta, sevkiyat sırasında, raflarda ve hatta evlerde bile sürmektedir.
Ürün zincirlerinde eksik ve aksak örgütlenme mevcuttur. Aracıları ortadan kaldıracak, üreticinin tüketici ile doğrudan buluşabileceği modeller yetersizdir.
Aslında tüm bu sorunların temelinde büyük ölçüde kooperatifleşme(me) yatmaktadır. Kooperatifleşme, Türkiye’nin uzun yıllar göz ardı ettiği ve önemini yaşadığı acı tecrübelerle kavradığı bir konudur.
Üretici örgütlerinin Avrupa Birliği genelindeki pazar payı ortalama yüzde 47 iken Türkiye’de bu oran binde 4 seviyelerindedir.
Türkiye aslında kooperatifleşmeye yabancı değildir. Ülkemizde bu modeli uygulayan çok başarılı kooperatifler mevcuttur ama bunun genele yayılması gerekmektedir.
Günümüzde özellikle yaş meyve sebzede hal yasası ile haller kısmen by-pass edilerek devreden çıkarılmıştır. Bugün toplam yaş meyve sebze ticaretinin yalnızca yüzde 35-40’ı hallerden geçmektedir.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de küçük ve orta ölçekli gıda perakendecileri yok olma sürecini yaşamaktadır. Mahallelerde manav, kasap, bakkal dönemi bitmiştir. küçük esnaf siftah etmeden dükkan kapatmaktadır.
Artık pazarın hakimi ulusal ve uluslararası market zincirleridir. Tekelleşen ve yabancılaşan şirketler karşısında büyük üretici firmalar bile, pazarlık ve yaptırım gücünü giderek yitirmektedir. Üretici firmalar, mallarını pazarlamak için birçok bedeli, organize gıda perakendeciliği yapan tekellere ödemek zorundadır.
Üretici veya tedarikçi firmalara ödetilen bedeller ise, son tahlilde tarım üreticilerine, bir başka deyişle çiftçilere yansıtılmaktadır. Çiftçiler, ürünlerini daha ucuza elden çıkarmak zorunda kalmaktadırlar. Buna karşılık çoğu zincir marketi, özellikle sebze ve meyve ürünlerinde yüzde 100 kâr marjı dahi kurtarmamaktadır.
Halen ülkemizde girdi temininden üretime, işleme ve pazarlamaya kadar tüm süreç çokuluslu şirketler tarafından kontrol edilmektedir. Türkiye’nin gıda egemenliği çokuluslu şirketlerin güdümündedir. Oysa hiçbir egemen ülke gıda üretimi gibi hayati bir konuyu başka ülkelere ihale edemez. Yaşanılan gıda krizleri, yeterince gıda üretemeyen ülkelerin hangi sorunlarla karşı karşıya kalacaklarını dramatik bir biçimde ortaya koymuştur.
Çiftçi üretim için gerekli tohum ve girdileri Monsanto, DuPont, Sygenta, Bayer gibi biyoteknoloji ve agro-kimya devlerinden satın almakta; çokuluslu şirketler toprak satın alma, kiralama ya da sözleşmeli tarım modeli ile üretime girmektedir. Yabancı ortaklı/sermayeli bankaların çiftçiye kredi vermesiyle birlikte tarım arazileri yabancıların eline geçmektedir.
Gıda sektörü Nestlé, Kraft, PepsiCo, Coca-Cola, Unilever, Cargill, Danone, Kraft ya da onların ortakları/taşeronları tarafından kontrol edilmektedir. Migros, Carrefour, Metro, Tesco gibi yabancı sermayeli perakende devlerinin pazar payları %60’ı aşmaktadır.
Gıda sektöründe çokuluslu şirketlerin egemenliği yalnızca tarım sektöründeki üreticileri olumsuz etkilemekle kalmamakta aynı zamanda bütçelerinde gıda harcamalarının payının yüksek olduğu geniş bir tüketici kesimini de olumsuz etkilemektedir.
Örneğin gıda perakendeciliği sektörüne egemen olan hipermarketler, üreticilerden sözleşmeli üretim çerçevesinde ucuza aldıkları yaş meyve ve sebzeleri geleneksel aracıları devre dışı bırakmalarına karşın tüketicilere fahiş fiyatlarla satmaktadırlar.
Son söz olarak belirtmek gerekirse; Türkiye toplumsal çıkarlarına aykırı bir şekilde tarım ve gıdada yeni sömürge olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu sarmaldan ancak kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkemizin özgül ekolojik şartlarına uygun; planlı, üretim odaklı, üretici ve tüketicilerin örgütlenmesini öngören bir program ile kurtulmak mümkündür.