Gelişmeler durmuyor. Yeni şeyler bulundukça da yaşamımıza çeşitli şekillerde yansıyor. Bu kapsamda 20. yüzyılın başlarında vitaminlerin bulunması, bunların hayvan yemleri içine de girmesine, beslenme açısından katkı sağlamasına neden oldu. O yüzyılın ortalarına doğru da antibiyotiğin keşfi çok sayıda hayvanın ahırlarda birlikte yetiştirilmesine olanak sağladı. Hatırlanacaktır, yemlerin protein içeriğinin artırılması kapsamında ot yiyen hayvanlara kendi hemcinsleri yedirilmeye çalışıldı, 1980’lerin ortalarında deli dana hastalığı patlak verdi (hala önüne geçilebilmiş değil, hastalık bu etleri tüketen insanlara da geçmektedir).
Bir bakıma endüstriyel hayvancılığa adım atılmasıyla meralardan koparılan hayvanlar da tahılla beslenmeye başladı. Bu nedenledir ki dünyanın en kalabalık ülkeleri Çin ve Hindistan’da hayvansal ürün tüketiminin artmasının sonucu olarak hep buğday kıtlığı yaşanmasından korkulur.
Sadece endüstriyel hayvancılık değil tabi ki hayvanların meraya ulaşmalarını engelleyen. Daha 25 Şubat 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir yasa değişikliği ile petrol iletim faaliyetleri ile elektrik ve doğal gaz faaliyetleri için gerekli bulunan meralar amaçları dışına çıkarılacak. Meraların amaç dışı kullanımları elbette sadece bu faaliyetlerle de sınırlı değil. Ancak, daraltılan her mera insan sağlığı açısından tehdit oluşturuyor. Otla irtibatı kesilen hayvan insan sağlığına zarar vermeye başlıyor. Bunu insan kendi kendine yapıyor.
ABD Tarım Bakanlığı ile Clemson Üniversitesi araştırmacıları 2009 yılında otla beslenmiş hayvan eti tüketiminin tahılla beslenmişe oranla insan sağlığına etkileri konusunda önemli saptamalarda bulundular. Bu ortak çalışmanın saptamalarına göre otla beslenmiş hayvan etinin;
– Total yağ içeriği daha düşük,
– Beta-karoten (vücudumuzda A vitaminine dönüşür) içeriği daha yüksek,
– E vitamini içeriği daha yüksek,
– B vitaminleri thiamin ve riboflavin içeriği daha yüksek,
– Kalsiyum, magnesyum ve potasyum içeriği daha yüksek,
– Toplam omega-3 içeriği daha yüksek,
– Omega 6’nın omega 3 yağ asitlerine oranı (omega 3 üç kat fazla) daha sağlıklı,
– Konjuge linoleik asit (CLA-potansiyel kanser savaşçısı) içeriği daha yüksek,
– CLA’ya dönüşebilen asitlerce daha zengin,
– Kalp hastalıklarıyla doğrudan bağlantılı doymuş yağ içeriğinin daha düşük olduğu görülmüştür.
Sağlığımız açısından son derece önemli bir yeri olan CLA’yı vücudumuz üretememektedir. Bu nedenle bu asiti besinlerimizle dışarıdan almamız gerekmektedir. CLA’yı en fazla içeren besinler ise otla beslenmiş hayvanın eti ve süt ürünleridir. CLA’nın sağlığımız açısından önemine örnekler üzerinden bakalım.
Aldığımız besinin binde 5 oranında CLA içermesi tümör oluşumunu yarı yarıya azaltıyor. Aynı etkiyi göğüs, kalın bağırsak, akciğer, cilt ve mide kanserleri için de gösteriyor. CLA ayrıca kan dolaşım sistemi hastalıkları, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve trigliseritler, kemik erimesi, insülin direnci, iltihap, bağışıklık sistemi, gıda kaynaklı alerjik reaksiyonlar gibi olumsuzluklarla savaşmaktadır.
Otla beslenen hayvanın etinin daha az yağ içermesi daha az kalori içerdiği anlamına gelmektedir. Bu da günümüz insanının gittikçe şişmanlamasında meralarla ilişkisi kesilen hayvanların rolünü birazcık olsun açıklayabilmektedir.
Kısacası, meraları yok ettiğimiz ve hayvanlarımızı ahırlara tıkıp onları tahıl ağırlıklı beslediğimiz sürece sağlığımızı kaybediyoruz.
*Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı