Kentlerin büyümesi ve giderek doğal alanların sınırlarına dayanması ve kendi içinde yeşil ve açık alanları da kapsamasıyla hem tasarım alanında (peyzaj mimarlığı, kentsel tasarım, mimarlık) hem de kenti kullananlar farklı çözümler ve yaklaşımlar geliştirilmekte. Fransız peyzaj mimarı, botanikçi ve yazar Gilles Clement’in geliştirdiği “Üçüncü Peyzaj” alanları günümüzdeki yeni yaklaşımları kapsamakta. Üçüncü peyzaj alanları, kent içinde kalmış “artık” ve “boş” alanların ekolojik çeşitlilik yaratma potansiyeline sahip alanlardır.
Kentte üretken peyzajlar yaratmak üzerine akademik ve sivil, teorik ve pratik çalışmaların sürdüğü günümüzde, taze ve dinamik neslin sorumluluk aldığı bir projeyi size anlatmak istiyoruz.
Kent içinde üretken peyzajlar yaratmak için pek çok farklı yöntem var. Geçmişten bugüne kent içindeki varlıklarını sürdüren bostanların yanında, topluluk bahçeleri, çatı bahçeleri gibi yeni alanlar da oluşmakta. Avrupa’da ve Amerika’da yoğun nüfuslu kentlerde mahallelerin ortak kullanım alanları biçiminde ya da binaların çatılarında yaratılan üretken peyzaj alanları önemli bir yere sahiptir.
Avrupa’da ve Amerika’da pek çok üniversite kampüslerinde kimi zaman eğitimin bir parçası olan, kimi zaman da öğrencilerin biraraya gelip oluşturdukları “bahçeler” yaygın olarak gözlenmekte.
2015 yılına girerken Buğday Derneği öncülüğünde “kent bahçeciliği”ne örnek ve yaşayan modeller oluşturmak üzere başlayan projeye birçok üniversite dahil oldu. Öğrencilerin çoğunlukla bu sorumluluğu alıp derneğe başvurarak başlattığı bostanlar, verilen eğitimler ile saçılan tohumlar ve üniversitelerde oluşan çevre duyarlılığı gelişen küçük topluluklar projenin en önemli bileşenleri. İstanbul’un merkezinde köklü bir üniversite olan İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin arka bahçesinde tohumları atılan Buğday Derneği’nin projesine değineceğiz.
Üniversiteler eğitim ve üretim anlamında her ülke için önemli bir yere sahiptir. Bilginin üretimi yanında birlikte çalışmanın, farklı alanlarla ve bakış açılarıyla buluşmaların gerçekleştiği kurumlardır. Bu kurumların içindeki eğitimin en önemli bir bileşeni de öğrencilerin katkısı göz ardı edilmeyecek bir yere sahiptir. Geleceğe ilişkin ekolojik, ekonomik ve sosyal kaygıların yükseldilği bir çağda yaşarken, eğitim kurumu olmanın yanında pek çok alanda sorumluluğa sahiptirler. Özellikle ekolojik kaygıların sadece “çevreci”lerin sorunu olmadığı ve dünyadaki pek çok sorunun kaynağında doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesi olduğu son yıllarda daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu konuda dünya çapında çalışan büyük sivil toplum kuruluşları yanında yerelde küçük ve etkin çözümler ve fikirler üretilmekte ve ülkemizde de bu konuda hassasiyetler artmaktadır.
Üniversitelerin sahip oldukları yerleşkelerdeki açık alanlar; üretim yapılabilcek ve farklı biçimlerde değerlendirilebilecek alanlara sahiptir. Tohumlar Kampüse isimli proje kapsamında üniversite gibi kurumlarda ekolojik yaşam dair yükselen hassaiyetleri karşılayacak ve cevap olabilecek ekolojik yaşam pratiklerinin bir model olarak oluşturulması, kurulacak bahçeler ve oluşan topluluklar ile organize edilmesi hedeflenmiştir. Üniversitelerde küçük ya da büyük alanlarda, “yenebilir bahçe” kurulması, kent bahçeciliği, kompost yapımı, tohum saklam gibi konularda eğitimler verilmesi bu projenin ilk aşamasını oluşturmaktadır. Bu proje ile doğa dostu üretim, kente yönelik ekolojik uygulamalar vb. Konuların aktarımı uygulamsıyla, yerelde, kendine yeterli ve dayanışmacı toplulukların oluşturulması öne çıkan kazanımlarındandır. 20 üniversiteyi hedef alan bu projede İTÜ, ODTÜ, Mersin ve Çukurova Üniversitesi 2015 yılında hayata geçen üniversiteler olarak, üretim-hasat şenliği-tohum saklama ve birikimlerin aktarılması için çeşitli etkinlikler düzenlendi.
İstanbul’un en merkezi yerlerinden birinde bulunan İTÜ Mimarlık Fakültesi Yerleşkesi Taşkışla’da 2015 yılının Nisan ayında Buğday Derneği’nin Tohumlar Kampüse projesi kapsamında kurulan bostan dernekten verilen eğitimler, okuldaki gönüllü öğrencilerin emekleriyle bir sezonunu tamamladı. Üniversitenin sahip olduğu şehir içindeki açık alanda öğrencilerin talebiyle başlayan süreç; tamamen gönüllü ve ortaklaşarak yürümekte. Kentte tarım yapılabileceğinin ve bunun ortak bir alanda gerçekleştirelebileceğinin önemli bir örneği olan Taşkışla Bostanı’nın hikayesini anlatmak istiyoruz.
Nisan 2015’te Taşkışla’da yükseltilmiş yatakların (sebze yetiştirmek için özellikle de kentsel alanlarda çokça kullanılan bir uygulama) gönüllü öğrencilerle birlite yapılması ile görünür olmaya başlayan bostanda, bu projeyi sahiplenenler ile bir dizi eğitimler yapıldı. Herkesin “birey olarak ne yapabilirim bu gidişata dair?” Sorusuna toprak üzerinden verilen bir cevap niteliği taşıyan bu projede; ekolojik yaşam, gıda üretimi ve toplulukları gibi konular kadar gündelik yaşamımızda yeri olan temizlik ürünleri, deterjanların bütün ekosistem üzerindeki etkisi de tartışıldı. Taşkışla’da ve diğer üç üniversitede bostan kuran ekipler, kendi alanlarına, gıdalarına, sağlıklarına dair bir sorumluluk almayı ve bunu yeni insanlara da aktarmayı seçtikleri gibi aynı zamanda gündelik hayata dair de yaşam biçimlerini sorgulayan bir dönüşüm içine girmiş oldular.
Bostanın ilk proje başvurusundan bugüne kadar ekip içinde yer alan ekipten Bengisu ve Naz ile sohbetten kısa kısa notlar ile ilham verici ve örnek çalışmaya dair içerdeki seslere kulak verdik.
Taşkışla bostanı ile ilgili proje başvurusuna giderken sizi heyecanlandıran, tetikleyen neydi? Kaç kişi başladınız? Şimdi kaç kişisiniz ve herkes mimarlık fakültesinden mi?
Bengisu: Soruda da belirtildiği gibi heyecandı bu işin tetikleyicisi. Bu şehrin bir parçasıyken, şehirle birlikte yaşar ve büyürken, pek çok sey takılabilir insanin gözüne ’anlamsız’ olarak. İnsan pek çok şeyi düzeltmek dönustürmek isteyebilir. Belki biraz böyle bir yaştayız. Belki her nesil gibi icine doğduğumuz dönemden bunaldık. Ve pratikte ne zaman bir şeylerin parçası olsak, değişim yaratmak istediğimizde bir şeylere takıldık. İnandığımızı sorguladık. Neticede bireysel olarak kendime bir ’aslolan’ belirleme ihtiyaci içinde hissettim. Sorguladığımda, sorgulandığında iç rahatlığıyla arkasında durabileceğim bir temel. Ve bu bir şekilde, kah içgüdüsel kah sosyolojik kah bireysel şekillenmelerle –toprak- oldu. Motivasyonumu kolay kolay yitirmeyeceğimi bildiğim bir malzeme bulmuş oldum.
Naz: Bengisu’nun çağrısını gördüm ve çok heyecanlandım. Önceden tanışmıyorduk, teorik eğitimde tanıştık biz de, iyi ki de tanıştık. Bostan sayesinde birbirinden güzel insanlarla tanıştım ve hala da tanışıyorum Beni en çok heyecanlandıran çok basit bir sebep aslında; vücuduma ne aldığımı bilmek istiyordum, hatta sadece ürünleri değil ona etkiyenleri, her açıdan döngüye ne katılıyor ne çıkıyor görsem daha iyi olur diyordum, bir maydanozun örneğin nasıl maydanoz olduğunu bilmek istiyordum. Ben tarım kökenli bir aileden geldim, ama şehirde büyüdüm. Toprakla ilişiğim tamamen kesikti ve başladığın yerden ne kadar uzaktaysan o kadar kendini kaybediyorsun. Kaybolmuş, nereden başlayacağını bilemeyen, karman çorman hissederken gördüm o çağrıyı ve düşünmeden atladım, anlamsızca koşturmaya ve istemediğim binlerce şeyi öğrenmeye bir ara vermek istedim, o maydanoz nerden geliyor, onu öğrenmenin benim için daha hayati olduğuna karar verdim.
Teorik eğitimde 9-10 kişi kadardık sanırım. Pratikte de en fazla 15. Şimdi ise bostana düzenli uğrayan, Mesut, Hazal, Barış ve ben varız. Hevesli çok fazla insan var. Bu sayı artacak biliyorum.
Sadece ben mimarlık fakültesindenim aslında şu an, saydığım arkadaşlar, elektronikten, işletmeden hatta Barış Çukurova Üniversitesi’nden, ziraatten.
Bostanda günlük rutininizden bahseder misiniz?
Naz: Ben de bahsetmek isterim ama bostanda günlük rutin diye bir şey yok. Her şey tamamen deneysel ve rastgele ilerliyor şu sıralar. Benim yazın yaptığım bir plan vardı ancak o planı uygulamak için gerekli enerji ve şartlar oluşmadı. Gidip bakıyoruz toprak kuruysa suluyoruz, çapa lazımsa çapalıyoruz. Bu da beni heyecanlandıran bir başka nokta, çünkü, manyak gibi planlı, tedbirli bir insanım ben, ajanda elimden düşmez. Gel gör ki bostanın kendine ait bir zamanı var, o tohum ne zaman çıkması gerekiyorsa o zaman çıkıyor, sen ayın yirmi beşinde çıkacak bu diye bekleyemiyorsun, başlarda sinirlendiğim bile bir şeydi, sabırsızdım da çünkü. Bostanda işleyen zamanın farklı olduğunu idrak etmek, sabrı anlamak, bu yıl kendime yaptığım en büyük iyilikti.
İş bölümü, sorumluluk alma konusunda bir yöntem gelişti mi? Yeni insanları katmak için neler yaptınız, yapmayı planlıyorsunuz?
Naz: İş bölümü, yöntemler vs. olmadı. Ben çağrıdan sonra geldim, tohum nedir toprak nasıldır biraz biraz öğrenmeye niyet ettim, sonra o geldi üstüne bir şey koydu, şu geldi aa bunu da böyle yapalım mı dedi, tartıştık, uyguladık. Sanırım bu alışkın olmadığımız bir pratik olduğundan 4-5 kişi kaldık. Bir insan grubuna topluluk demek için en az 3 birey olmalı içinde, böyle düşününce, topluluk muyuz topluluğuz, açık mıyız açığız, herkesin ilişkilenme biçimi farklı ve bostanı hayatının neresine koyup onu nasıl algıladığı da öyle. Tamamen gönüllülük ve yeni bir şey deniyor olmanın heyecanıyla devam ediyor her şey.Benim de şu an en çok merak ettiğim kısım, böyle bir topluluğa yeni insanlar nasıl eklemlenir, eklemlense bile orada kendine nasıl bir rol biçer, -çünkü kimse sen de şunu yap demeyecek burda, ne olacağına ve bostanla nasıl ilişkileneceğine kendin karar veriyorsun-ve devamlılığı nasıl olur. İlkel bir kabile gibi görüyorum bostanı, topluluk oluşturma kısmı da benim için yeni bir oyun alanı gibi. Yeni insanları işin özellikle toprak ve üretim kısmından haberdar etmek için, bulduğum her fırsatı değerlendiriyorum bireysel olarak.
Bengisu: Şu an şahane bir şekilde işlemiyor aslen ama umarım zamanla kendini daha işlevli kılacak. Projeye yaz başı basladığımız icin, topluluk oluşturmak kısmında biraz zorlandık. Baya az kişi yürüttük şu ana kadar, bazı sebzelerden hiç urün alamadık vs. Şu an oradaki arkadaşlar ugraşıyorlar bostanı daha görünür bilinir kılmak icin. Aslında deneme sürüşü yaptık şu ana kadar.
Benim için en zor ve gizemini koruyan kısım topluluk oluşturmak, ekip oluşturmak. “Nasıl” olur kısmını hakkaten bilmiyorum. Şu an Naz ugraşıyor o işlerle, umarım bu yılın sonunda topluluk olmakla ilgili de güzel bir yerde oluruz.
Kendi gündelik hayatlarınıza yansıması oldu mu? Neler değişti ve değişiyor?
Naz: Artık maydanoz nasıl oluyor biliyorum bir elim toprakta ve daha az kaygı duyuyorum kendi adıma. Ama bazen de daha fazla ve korkunç kaygılanıyorum, özellikle topraktan kopanlar hususunda. Doğal kaynaklar sonsuz değil, sonsuzmuş gibi davrananları anlayamıyorum, geçiciliği anlayamayan insanları anlayamıyorum, kendilerini doğadan ve diğer türlerden üstün görenleri anlayamıyorum onlara saygı duyamıyorum ve tüm bu anlayamadığım durumlar için kaygılanıyorum, bi köşede tırnaklarımı yemek yerine, birey olarak en azından anlayamadığımı anlamamı sağlayan durumları, hala anlayamayanlara veya anlamamak için ısrar edenlere anlatmak için elimden ne geliyorsa yapıyorum, kendimi iyi hissettiğim sürece de oyun olarak gördüğüm bu alanda oynamaya veya mücadeleye devam edeceğim.
Bengisu: Bostanın temel fonksiyonunu “hatirlatmak” olarak görüyorum, belki de içinde bulunduğumuz dönemin getirdiği de bir durumdur. Ben en azından şu aşamada bostanın ekonomiyi düzelteceğini, okul mensuplarını daha sağlıklı kılacağına ilişkinin önermeleri yapamam. Ama şunu garanti ederim ki bir gün bile olsa orada vakit geçirmek size bir seyler hatırlatacak. Benim şu düzende kolaylıkla üstlenebileceğim bir görevdi bu. Müdahale alanım okulumdaki bir toprak parçası.
Taşkışla Bostanı Nisan 2015’te imece usulü bir çalışma ile yaklaşık 15 gönüllünün katılımıyla domates, börülce, kabak, biber, mısır, fesleğen, soğan, kavun, karpuz tohumlarını ekerek başladılar. Bu ilk ekim, ilk tecrübe sonunda az da olsa bir ürün hasadı yapılarak bu ürünlerden alınan tohumlar seneye baharda ekilmek üzere ayrıldı. Herkesin katılımına, emeğine açık bir alan olarak İstanbul’da Taşkışla’da başlayan bu proje kentte ortak kullanım alanlarında, apartamanların bahçelerinde, ara bahçelerde, teras katlarda üretimin mümkün olabileceğinin bir örneği. Birlikte ve gönülden yapılarak aktarılan bilgi ve deneyim bu dönemde ihtiyaç duyduğumuz bir “kendin-yap” modeli ortaya koyuyor ve herkesi kendi bulunduğu yerde harekete geçmeye davet ediyor.
Fotoğraflar: Taşkışla Bostanı Ekibi
Kaynak :http://plusmanual.com/sehrin-ciftcileri-1tohumlar-kampuse-projesi-ve-taskisla-bostani/ – 23 Ekin 2015