Tarımda neoliberal politikaların devreye sokulduğu 1980 yılından bugüne kadar oluşturulan tahribatın ağır sonuçları bütün ağırlığıyla hissedildikçe geç kalan tepkiler giderek yoğunlaşıyor. Fındık ve üzüm fiyatlarının düşüklüğü neredeyse herkesin ilgi alanı oldu. CHP bu konuda iki miting gerçekleştirdi.
Gözden kaçırılmaması gereken ise küçük üreticileri iflasın eşiğine getiren, hatta iflas ettiren fiyatların maliyetlerin altında belirlenmesi, sadece ülkemiz küçük çiftçilerinin ve köylülerinin başına gelen bir felaket olmadığıdır. Ortaya çıkan tablo bütün dünyada benzerdir. İnsanlığın binlerce yıldır biriktirerek sürdürdüğü, beslenmesini ve bugünlere gelebilmesini sağlayan tarımsal üretim biçimlerinin yok edilmesinin kaçınılmaz sonucudur. Çözümü de sadece ürün fiyatlarının biraz daha yüksek olmasında aranmamalıdır.
Neoliberal politikalar IMF ve Dünya Bankası marifetiyle başlatıldı. İstenen; bütün bir tarımsal yapının dağıtılması, devletin tarımdan çekilmesi ve tarımın şirketleştirilmesiydi. Her gelen hükümet bu isteklere uygun hareket etti ve gereğini yaptı.
1995 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütünün devreye girmesi tarımın serbest piyasaya bırakılmasına yeni boyut kazandırdı , 1999 ve 2001 yıllarında IMF ve Dünya Bankası tarımda yeniden yapılandırma programlarını başlattı.
Kemal Derviş bu isteklerin en iyi uygulayıcısı olarak ortaya çıktı. 15 günde 15 yasa diyerek tütün ve şeker yasalarını çıkardı. Tütün üretiminin ve pancar üretiminin bitirilmesinin yolunu açtı. Ardından gelen AKP hükümeti iyi bir Kemal Derviş takipçisi olarak tarımı tahrip edecek, küçük çiftçileri ve köylüleri yok edecek her kararı aldı.
37 yıllık bu süreç içinde, çiftçilere fiyat garantisi ve girdi desteği sağlayan KİT’ler özelleştirildi. Destekleme alımları azaltılarak neredeyse yok edildi, başka bir ifadeyle kamu ürün fiyatlarının belirlenmesinden çekildi. Kredi faizleri yükseltilerek piyasa düzeyine getirildi. Bütün bir tarımsal kamu yönetimi dağıtıldı. Devletle küçük çiftçilerin ve köylülerin bağı koparıldı.
Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB) çiftçilerin örgütleriydi ama bizzat devlet eliyle kurulmuşlardı. Tariş gibi, Fiskobirlik gibi… Çoğu zaman siyasi iktidarlarca arpalık olarak ve çiftçilerle bağ kurmanın aracı olarak kullanılmışlardı. TSKB’ler içinde taşıdıkları bütün olumsuzluklara rağmen, eksik de olsa çiftçilerin üretimden pazarlamaya ulaşan zincirini oluşturuyordu. Yapılması gereken bu yapıların demokratikleştirilmesi, çiftçinin kendi kendini yönetebileceği biçimde yeniden örgütlendirilerek güçlendirilmesiydi. Tam tersine IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle birlikler işlevsizleştirildi. Fabrikaları ya özelleştirildi, ya da kapatıldı. Devlet aradan çekiliyor yalanıyla TSKB’ler içi boş yapılar haline geldi, çiftçilerle bağı koptu. Çiftçilerin kooperatifleşmeleri zorlaştırıldı. Küçük çiftçilerin ve köylülerin hak arayacakları, sözlerini söyleyecekleri örgütlenmelerin önüne engeller çıkarıldı. Hatta yarı resmi bir kuruluş olan Ziraat Odalarının miting yapması bile yasalarla engellendi. Çiftçinin çiftçiyle olan bağı koparıldı.
Ülke olarak bizim de imza koyduğumuz Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurulmasıyla birlikte ürün fiyatlarının belirlenmesi uluslararası serbest piyasaya bırakıldı. Bunun anlamı, sayıları bir elin parmakları kadar olan tohumundan başlayarak, tarımsal üretimin bütün girdilerini sağlayan, tarımsal ürünleri pazarlayan küresel gıda ve tarım şirketlerinin ürün fiyatlarını belirlemesidir. Devletin olmadığı bir piyasada örgütsüz köylü ve küçük çiftçilerin küresel gıda şirketleriyle ve onların uzantısı “yerli” tüccar ve sanayici ile baş başa bırakılmasıdır. Üretemez duruma düşürülmüş çiftçilerin mesleklerini yapamaz duruma düşürülmesidir. Çiftçilerin çiftçilikle bağının kopmasıdır.
Bugün, köylüleri ve küçük çiftçileri üretemeyecek duruma düşüren ürün fiyatlarına karşı gösterilen tepkiler, elbette önemli ve gereklidir. Ama sorun tarımın doğduğu topraklarda tohumları ıslah eden, tarımsal üretimin bilgisini bugünlere getiren köylülerin ve küçük çiftçilerin topraklarından kovulmasıdır. Çiftçiliğin ortadan kaldırılarak, yerine şirket tarımcılığının ikame edilmesidir.
Oysa tarım bir kültürdür, bir yaşam biçimidir. Şirketlere bırakılmayacak kadar hem üreticiler, hem tüketiciler açısından yaşamsal önemdedir. Tarımın küresel gıda ve tarım şirketlerinin denetimine girmesi, ülke insanlarının gıdada bu şirketlere bağımlı hale gelmesidir. Sofralarımızda neleri yiyeceğimize yemeyeceğimize, tarlalarımızda neleri üretip üretemeyeceğimize şirketlerin karar vermesidir. Ürün desenimizin bozulmasının nedeni de budur.
Öyleyse küçük çiftçilerin ve gıdaya ihtiyaç duyanların gıda egemenliği temelinde birlikte kuracakları yeni bir tarımsal yapıya ihtiyaç vardır. DTÖ, IMF ve Dünya Bankasının kararlarına karşı, böyle bir yapıyı kurabilme iradesini gösterebilmek, bu umudu yaratmak her eylemin, her mitingin esas amacı olmalıdır. Sadece ürün fiyatlarına karşı yapılan her eylem ana fotoğrafın kaçırılmasına neden olacaktır.
Kaynak : vegaste – 2 Ekim 2017