NE OLDU DA, ARSENİK ZİNCİRLERİNDEN BOŞALDI?
Tahir Öngür- Jeoloji Yüksek Mühendisi-
Önce, içme-kullanma suyu olsun diye Ankara’ya yönlendirilen Kızılırmak suyunda yüksek arsenik olduğu ortaya kondu. ASKİ, ODTÜ Raporlarını kullandık, su temiz derken, ODTÜ Rektörü bunun yalan olduğunu, ODTÜ’nün analizlerine göre Kızılırmak suyunda yüksek arsenik olduğunu açıkladı. Sonra, ABB, Hıfzısıhha Raporlarıyla kente verilen arıtılmış suda fazla arsenik olmadığını açıkladı. Bu kez ODTÜ özel olarak arseniğe yönelik bir arıtma olmadan nasıl olup da Kızılırmak suyundaki arseniğin böyle azalabildiğini sorguladı. Bu arada, sudaki zararlı bileşenlerin yalnızca arsenik olmadığı, kadmiyum ve başka ağır metallerin gözlerden kaçırıldığı ileri sürüldü.
Ardından da CHP/AKP yerel yönetim kapışmasının rövanşı geldi. İzmir kentlisine içme-kullanma suyu olarak sunulan suyun önemli bir bölümünde de, arsenik içeriği izin verilen sınırların oldukça üzerinde idi. İzmir’in kuzey ilçeleri olan Karşıyaka, Bostanlı, Bayraklı, Egekent ve Çiğli’de içme/kullanma suyundaki arseniğin izin verilen sınırın üzerinde olduğu belirlendi. Bu konuda Sağlık Bakanlığı Belediye’yi uyarmış; ama Belediye barajların da boş olduğunu belirtip bu konuda muafiyet istemişti. Elbette bu konuda bir hoşgörü gösterilmedi. Bazı kuyular zaman zaman devreye alındığı için, arsenik miktarları 40-50 µg/l’den, 13-14 µg/l’ye kadar düştü; ama bir türlü sınır değerlerin altına indirilemedi.
Belediye önce durumu yadsımaya çalıştı. Bazı savunucuları bunun emperyalizmin arıtma tesisi pazarlama komplosu olduğunu, arseniği yüksek suyu içince öyle hemen bir zarar görülmediğini yazdı.
Ama sonunda, su faturalarına o suyun içilmemesi yazılmak durumunda kalındı. Kentte damacanalı su satışları %60 arttı. Adı duyulmamış markalar kente hücum etti. İzmirlilerse elde bidon kuyruklara girerken, lokantalar vitrinlerine “Yemeklerimizde şebeke suyu kullanmıyoruz” yazıları asıyordu. 19 litresi 3,5-5,5 YTL’den satılan damacana suyunu alan vatandaşın bütçesine katkıda bulunmak için, Büyükşehir Belediyesi suyun ton fiyatını 0-13 ton tüketim arasında 1,19 YTL’den 10 YKr’a düşürdü. Damacana suyu fiyatlarının %50 arttığı görüldü. Su arıtma aygıtları satışında da patlama oldu.
AK Parti İzmir İl Başkanı Aydın Şengül ise, arsenikli suyun CHP zihniyetinin bir ürünü olduğunu iddia ederek “siyaset” yapıyordu.
Sonra Sağlık Bakanı konuştu: daha 12 önemli kent merkezinde ve bir sürü başka yerleşme yerinde yüksek, izin verilen sınırın üzerinde arsenik vardı. Bunlar uyarılmış ve bazıları kuyu kapatmış, bazıları arıtma önlemlerini almış, yine de, halen 5 il merkezinde yüksek arsenikli su kullanılıyormuş. Örneğin, bir yıl önce de, içme/kullanma suyunda yüksek arsenik belirlenen
Manisa’da arıtma tesisi kurulmuş ve sorun çözülmüştü.
Ardından çeşitli yerleşim yerlerinden panik, kaygı ve yalanlama haberleri geldi.
Emet’te 30 yıldır musluklardan arsenikli su akıyormuş. Daha 6 yıl önce NTV’de yapılan bir programa telefonla katılan Belediye Başkanı su kaynağının değiştirileceğini, yörede yapılmış bir sağlık taramasından ise haberi olmadığını belirtiyordu.
Soma’daki içme suyunda (10 mikrogram/l yerine 27 µg/l ) yüksek arsenik olduğu ortaya çıktı. Bir yandan kente su sağlayan 11 kuyu denetim altına alındı; bir yandan da, sudan arsenik arıtan bir tesis için teklif alındı.
Afyonkarahisar’da Belediye Başkanı “Küçükçobanlı’daki kuyularda yüksek ( 111-91-85 µg/l) arsenik var, ama artık kente oradan su vermiyoruz” diyerek halkın önünde su içip, malum basını suçlayıp, 30 yıldır o su kullanılıyordu bir şey olmadı diyerek durumu kurtarmaya çalışıyordu.
Babaeski’de pompa çıkışlarında belirlenen arsenik içerikleri 10,07-14,06 µg/l arasında değişen miktarlarda ölçüldü. Yerel basın halkın kaygılarını yansıtıyordu.
Niğde Valisi Sebahattin Öztürk, daha önce arsenikli olduğu tespit edilen ve kapatılan içme suyu kuyularının dışında kentteki pek çok kuyuda daha izin verilen değerlerin üzerinde arsenik olduğunun belirlendiğini bildirdi. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde yaptırılan tahlil sonuçlarının, daha önce arsenik olduğu tespit edilen ve Niğde Belediyesince kapatılan içme suyu kuyularının dışında kentteki başka bazı içme suyu kuyularında daha Sağlık Bakanlığının sınır değerlerinin üzerinde arsenik olduğunun belirlendiği açıklandı.NE OLDU DA, ARSENİK ZİNCİRLERİNDEN BOŞALDI?
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki uzmanlar konuya genellikle teknik bir konu olarak bakıyor. Ancak, Harvard’dan Prof Wilson bile bunu “Ancak bu çocuksu bir yaklaşımdır. Devasa toplumsal sorunlar bu konuda yapılacak yardım yeteneğini denetler durumdadır” diyerek eleştiriyor. Bangladeş Kırsal Kalkınma ve Kooperatifler Bakanlığı adına kapsamlı bir rapor hazırlayan Suzanne Hanchett, Farhana Sultana ve Fatema Mannan’a göre,
•Arsenikle ilişkili hastalıklar özellikle yoksullar arasında yaygın.
•Halkın 50µg/l’nin üzerinde arsenik derişimlerine maruz kaldığı yerlerde deri hastalıkları da, akciğer kanseri de erkeklerde, kadınlardan daha sık görülüyor.
•Öte yandan kadınlar toplumsal olarak arsenikle ilişkili hastalıklardan erkeklere göre daha fazla zarar görüyor. Evlenmemiş kadınlar arsenikten hastalanmışlarsa daha zor eş bulabiliyor, evli iseler evlilikleri sona erebiliyor. Kadınlar arsenikle ilgili hastalıklar konusunda konuşmaya daha az yatkın, tedaviye daha isteksiz davranıyor.
•Hastalığın ekonomik sonuçları da ilgiye değer. Hastaların çoğu çalışamayacak denli zayıflayıp işlerini yitiriyor. Bu durum hem erkekler ve hem de kadınlar için geçerli; ama, yoksullar arasında çok yıkıcı.
•Arsenikle ilişkili hastaların toplumsal olarak yalıtılmasına neden olduğu için depresyon türü ruhsal hastalıklara da neden oluyor.
•Arsenik zehirlenmesi sorunu, halka temiz, yeterli ve sağlıklı su sağlanmasının zorunluluğu açısından bir “insan hakları sorunu”dur.
Prof Wilson’a göre cilt sorunları görülen hastalar gelişmiş ülkelerde iyileştirilebilirken, az gelişmiş ülkelerde böylesi hastalar yürümeyi sürdürdüklerinden ötürü hastalıkları kangrene kadar varıyor.
Arsenik kirlenmesi farklı koşullarda ortaya çıkabiliyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde madencilik, izabe tesisleri, fosil yakıtların kullanımı, arseniğe doyurulmuş ahşap kullanımı, atıklar, kentsel kanalizasyon atıkları ve pazar için kapitalist tarımda arsenikli gübrelerin kullanımı önde gelen kirlenme nedenleri. Bu kirlilikler yerel, noktasal ya da dar alanlarda etkili olsalar da küçümsenemeyecek sayıda insanın, özellikle de emekçilerin hastalanmasına, ömürlerinin ileri dönemlerinde kanser olmalarına neden oluyor. Kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalist yatırımcılar rekabeti sağlayacak, kütlesel üretimi arttıracak, kârı en üst düzeye çıkarak her türlü teknolojiye hırsla sarılıyor. O teknolojinin kısa ya da uzun dönemdeki etkileriyle hiç ilgilenmiyor. Olumsuz etkiler ortaya çıkmaya başladığında bunu örtbas etmek için ellerinden geleni yapıyor. Artık kamu kaynaklarından yararlanamayan bilimsel araştırmalar desteklenmiyor. Kullanılan teknolojinin çevre ve halk sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileri açıkça ortaya çıktığında da bunun düzeltilmesine karşı uzun süre direniliyor, bunun ekonomik mal oluşu öne çıkarılıyor.
ABD’nde EPA’nın da arseniğin zararları bilimsel olarak ortaya döküldükten sonra en az 15-20 yıl bir önlem geliştirmemiş, bir kural geliştirmemiş olmasından ötürü ciddi bir biçimde eleştirilmekte oluşunu da yeniden anımsamakta yarar var.
Gelişmiş kapitalist ülkeler, endüstri ve kentleşmedeki çarpıklık ve çıkmazlarının yarattığı çevre ve halk sağlığı yıkımlarının öncelikle emekçiler ve yoksulların omuzlarına yükseldiğini gözlerden uzak tutup, az gelişmiş ülkelerdeki arsenik kirlenmelerini öne çıkarmaya, sorunun doğal ve teknik bir konu olduğu inancını yaymaya çalışıyor.
Ama, az gelişmiş ülkelerdeki büyük delta ovaları ya da yaygın kapalı havzalarda karşılaşılan yaygın arsenik kirlenme ve zehirlenmeleri de her yönüyle doğal değil. Her şeyden önce yukarıda sözü edilen büyük ovalarda arsenikten kaynaklanan sağlık sorunlarının son yıllarda ve sondaj kuyularının aşırı biçimde kullanıma alınmasından sonra ortaya çıkmış olduğu açık. Bu ülkelerde kırsal kesimlerdeki tarımsal üretim kapitalist pazar için yapılmaya başlandıktan; bunun için kısa sürede daha çok ve pazarlanabilir ürün elde etmek için toprak zorlanmaya başladıktan; tarımsal ilaç ve gübre kullanımı ve sulama yaygınlaştıktan sonra çıktı bu kirlenme ve kitlesel zehirlenme salgını. Bunun için kapitalizmin pek çok kurumu az gelişmiş ülkelere dünya kadar kredi ve proje akıttı. Sonraları, örneğin Dünya Bankası, Unicef ve BGS (British Geological Survey) su kimyasına bakmadan Bangladeş’te sondaj kuyuları yapımına ön ayak olmaktan ötürü suçlanmışlardı.
Doğadaki sularda, bu arada yeraltı sularındaki arsenik derişimi genellikle DSÖ’nün önerdiği 10 µg/l’nin altında. Ancak, bazı özel jeokimyasal ve hidrojeoloji koşullarında arsenik suda hareketlenip derişimi bu sınırın 100 katına kadar yükselebiliyor. DB uzmanlarına bakılırsa bu yüksek arsenik derişimleri çoğu durumda doğal nedenlerle ortaya çıkıyor. Evet, bu gibi durumlarda arsenik bir kirletici kaynaktan gelmiyor, yerkabuğu ve toprakta bulunan arsenik bir şekilde harekete geçiyor. Ama, küresel kapitalizm dünyada egemenliğini pekiştirmek için bütün sınırları yıkmaya, dünyanın her yerine sızmaya, bütün dünya çiftçilerini pazar için kütlesel üretime zorlayıncaya kadar olmayan bu sorun neden 1970-80 yıllarından sonra ortaya çıktı. DB uzmanları bunun üzerinde durmuyor.
Bu sorunun en şiddetle yaşandığı ülkeler, Güney ve Güneydoğu Asya’daki Bangladeş, Hindistan, Miyanmar, Nepal, Pakistan, Kamboçya, Çin, Laos ve Vietnam. Dünya Bankası ve IBRD’nin yaptığı bir çalışma dünyanın bu bölgesindeki sorunun ağırlığına ışık tuttu. Rapor’a göre bu bölgede 60 milyon kişi arsenikli yeraltısuyundan zehirlenme riski altında yaşıyor. 700.000 kişinin de arsenik kökenli hastalıklara tutulduğu biliniyor.
Bangladeş, arsenikle başı en çok dertte olan ülke. Yukarıda sözü edilen arsenik zehirlenmesi riski altında yaşayan 60 milyon kişinin 35 milyonu Bangladeş yurttaşı. Bangladeş’te 50 yılda 326.000 kişinin kanserden öleceği ve ayrıca 2.500.000 kişinin de arsenikle ilişkili hastalıklara tutulacağı öngörülüyor.
Ülkenin 64 ilinden 59’unda yüksek arsenikli yeraltısuyu sorununun varlığı biliniyor. Bangladeş’in kırsal kesiminde 7,5-8 milyon sığ sondaj kuyusunun sulamada kullanıldığı biliniyor. Kurak dönemde yüzey suları kıt olduğundan ülkedeki tarımsal sulama yeraltısuyu yardımıyla yapılıyor. Seksenli yılların başlarından bu yana yüzey suyu ile sulanan alanlar hemen hemen değişmezken, sondaj kuyularından çekilen yeraltısuyuyla sulanan alanlar hemen hemen beş kat artmış. Yeraltısuyu sulaması 1982 yılında toplam sulanan alanların %42’sinde yapılırken, bu oran 2001’de %75’e yükselmiş. Bu dönemde, kurak mevsim pirinç üretimi de 3 kat artmış. Ancak, bu artış 1992’den sonra durmuş. Hesaplamalara göre bu sulama suyuyla yılda 1.360 ton arsenik çekilmiş oluyor yeraltından. Başka bir hesaba göre de hektar başına 10 kg’a kadar arsenik birikiyor her yıl, Bangladeş topraklarında ve tarımsal ürünlerinde. Bu birikim özellikle toprağın en üst 15 cm’lik bölümünde oluyor. Kırsal yörede günde kişi başına 20 l su tüketildiği kabulüne göre de, içme/kullanma suyu sağlamak için açılan kuyulardan çekilen su ile de yeraltından her yıl 46 ton arsenik çekilmiş oluyor.
Ancak, sorun yalnızca Bangladeş’le sınırlı değil. Tayvan’da 200.000, İç Moğolistan’da 600.000, Çin’de 1.100.000, ABD’nde 2.500.000, Meksika’da 400.000, Şili’de 400.000, Arjantin’de 200.000, Bolivya’da 50.000, Yunanistan’da 150.000, Macaristan’da 400.000, Gana’da 100.000, Hindistan’da 5.000.000 kişinin arsenik zehirlenmesi riski altında olduğunu listeliyor, EPA’nın bir çalışması.
Bu listede Türkiye’nin bulunmayışı suda arsenik analizlerinin yapılmasına ancak bu yıl başlanmış oluşundan olmalı.
İSTENDİĞİNDE ARSENİKLE BAŞEDİLEBİLİYOR
Arsenikli sularla baş etmenin elbette yolları var.
Her şeyden önce çevreye arsenik salan süreçlerin, teknolojilerin kullanılmaması gerekir. Gübrelerde, tarımsal ilaçlarda arsenik kullanılmasından vazgeçilmesi bu kadar mı zor? Zor olan bilimi daha uygun teknikler ve teknolojiler geliştirecek şekilde harekete geçirmek değil. Zor olan, üretim, pazarlama ve tüketim süreçlerini insanlığın yararına planlayabilmek oldu, kapitalizm için.
Bunun için tarımda aşırı üretim, fiyatlar düşünce ürünlerin tarlada bırakılması, denize dökülmesi, toprağın yoksullaştırılması, aşırı sulama, aşırı ilaç ve gübre kullanılmasından da vazgeçilmesi gerekirdi. Bunun için dünyanın bir yerinde kütlesel olarak elde edilen aşırı ürünlerin dünyanın öteki ucuna taşınması yoluna gidilmemesi gerekirdi. Bunun için herkese, yeterli ve sağlıklı beslenmeyi hedefleyen kamu politikalarının izleniyor olması gerekirdi.
Yine, sulama ya da kullanma suyu gereksiniminin karşılanması pazar koşullarına bırakılmayıp bir kamu görevi olarak algılanabilir ve uygun akiferler ve kullanılabilir kalitede su kaynakları aranabilirdi. Şimdi ise, küresel kapitalizmin akıl hocası kurumları başka su kaynakları bulsunlar için azgelişmiş ülke hükümetlerine yol göstermeye başladılar. Kuyular taranıyor ve suyu arsenikli olanlar kırmızıya boyanıp, sahipleri cüzamlı muamelesi görüyor.
Bunun dışında yeraltısuyu kirli ise, yüzey su hazneleri arsenikle kirlenmiyorsa hiç değilse içme ve kullanma suyu gereksinimlerinin karşılanması için gölet ve barajlar yapılabilirdi. Şimdi, bu amaçla projeler hazırlanıyor.
Kömür yakan santraller onlarca yıl dünya atmosferini asit yapıcı gazlarla kirletti, asit yağmurları yaşamın sürdürülebilirliğini olanaksız kılana kadar kapitalizm bunda diretti. Sonra gelişmiş kapitalist ülkelerde baca gazları ve küllerin tutulması için önlemler, yatırımlar zorunlu duruma geldi. İngiltere’nin kömür işletmeleri ve santrallerinden vazgeçişi onlarca yıl önce Thatcher zamanında oldu. Onu sonradan öteki Avrupa ülkeleri izledi. Ama, şimdi aynı işletme ve tesisleri bizim gibi ülkelerde kurmaya başladılar. Bundan bile vazgeçemedi küresel kapitalizm.
Bundan vazgeçemeyen bir sistemden öteki fosil yakıtlardan, petrol ve türevlerinden vaz geçmelerini nasıl bekleyebilirsiniz?
Bütün bunların yapılamadığı yerlerde de suların arıtılması yoluna gidilebiliyor. Suların arsenikten arıtılması için geliştirilmiş çok çeşitli teknikler var. Oksitleme ve çökeltme (oxidation and sedimentation), topaklaştırma ve süzme (agglomeration and filtration), soğurma(adsorption) ve zar süzme (membrane filtration) teknikleri, hızları, mal oluşları, boyutları, vb ayrıntılarıyla birbirlerinden ayrılmaktadır. Bu tür uygulamalar evsel olarak yapılabildiği gibi çok daha büyük ölçeklerde de yapılabilmektedir. Bu uygulamaların mal oluşu, suyun metreküpü başına 0,2-3 USD arasında değişmektedir.
Ama, bu teknolojilerin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi de küresel kapitalizmin bir ticari sektörü durumuna getirildi. Gelişmiş kapitalist ülkelerde ABD’nin EPA’sı gibi kamu kurumları fizibiliteler hazırlıyor, araştırma projelerini destekliyor ve kendi sistemleri içinde etkin ve tutumlu seçimler yapılabilmesine kamusal yön göstericilik yapıyor. İş azgelişmiş ülkelere gelince DB, Unicef, IBRD, DSÖ, ya da başka uluslararası kurumlar bazı teknolojileri dayatan, o ülkeleri biraz daha borçlandıran ve dışa bağımlılığı güçlendirmek ve ayakta tutmaya zorlayan kampanyalar sürdürüyor.
Evet, arsenikten uzak durmak, uzak durulamıyorsa onunla baş etmek olanaklı. İnsan aklı ve bilim bunu sağlayabilecek kadar güçlü. Ama, bunun bir önkoşulu var: kapitalist üretim ilişkilerinin aşılması.
TÜRKİYE KAPİTALİZMİ ARSENİĞİ BAŞKALARINDAN ÖĞRENDİ VE BUNU YALNIZCA TEKNİK BİR SORUN, BİR KENT SORUNU OLARAK ALGILADI
Türkiye’nin birçok yerinde, kimi kentlerin tam da içinde, çoğu bitek ovaların kenarlarında yüzlerce, binlerle sıcak su kaynağı boşalıyor. Yüzeyden boşalanlar bir yana yeraltında yeraltısularına boşalanlar daha çok. Hepsinin de arsenik içeriği yüksek. Bugüne değin hiç kimse bu yörelerde sulama ve az da olsa evsel kullanımda tüketilen suyun arsenik içeriğini, bunun bitki ve hayvanlarda zenginleşip zenginleşmediğini, o yörede yaşayanlarda 20-30 yıl sonra ortaya çıkabilecek kanser riskinin ne olduğunu merak etmedi.
Ya Gediz ve Büyük Menderes Ovalarında, Afyon, Erzincan, vb büyük ovalarda yeraltısuyu arsenikli mi, acaba?
Yine, Çarşamba, Perşembe, Gediz, Selçuk, Göksu, Çukurova delta ovalarının bir bölümündeki sığ yeraltısuyu akiferlerinde arsenik yüksek mi, acaba?
Türkiye, jeolojik yapısından ötürü genç volkanlarca da zengin. Orta ve Doğu Anadolu’daki bazı büyük volkanik alanlar çevrelerinde arsenik yayılmasına neden oldu mu, acaba?
Ya sülfürlü metal maden yatakları. Türkiye’de bu tür yataklar büyük ve devasa değil. Ama, o kadar çok ve yaygın ki. Istrancalar, Güney Marmara, İç Ege, Doğu Toroslar’ın kuzey kesimleri, Doğu Karadeniz Dağları, Doğu Anadolu’nun batı yarısı. İşletilmediklerinde bile çevrelerindeki sulara arsenik salan bu maden yatakları ilgiye değer değil mi? Daha önce işletmeye konu olmuş olan Balya’da yüzey suları, Manyas Gölü, çay ve göl tabanındaki tortullar ve yeraltısuyundaki ağır metal kirliliği ve bu arada arsenik yayılımı insanların yaşadıklarıyla ve bilimsel incelemelerle belirlendi, tanıtlandı. Murgul, Ergani, vb bilinen işletmelerin çevrelerinde yaşananlar pek incelenmediyse de “tevatür”ü var. Ama şimdi bir de küresel kapitalizmin küçük aktörleri “Anadolu Madenleri”ne üşüşmüşken yarattıkları risk ne durumda, ÇED’lerinde arsenik ne denli tartışılabiliyor, hangi kısıtlamalar ve izleme süreçleri dayatılıyor, kimisini Lord’ların eski büyükelçilerin yönettiği bu girişimcilere. Kütahya’daki gümüş işletmesi devreye girdikten sonra yakınındaki Dulkadirli Köyü halkının arsenik kökenli hastalıklardan kırılmaya başladığını OG Üniversitesi’nden bir bilim insanı ortaya koymuştu. Bergama Ovacık altın işletmesinin çevresindeki yeraltısuyunda yükselen arseniği belgeleyen Ege Üniversitesi bilim insanları için söylenmeyen kalmamıştı. Şimdi, aynı işletme ikinci atık barajının tanıtım dosyasında çevrede arseniğin yüksekliğini, doğal bir olgu imiş gibi “tespit” ediyor. Henüz, Uşak Kışladağ’ındaki altın işletmesinden çevreye arsenik salınmaya başlanıp başlanmadığı, başladı ise bunun Adıgüzel Barajı’na ya da Kolankaya Göleti’ne ulaşıp ulaşmadığına ilişkin bir inceleme yapılmadı. Yine henüz hiçbir kamu görevlisi ya da bilim insanı gidip te Balya halkından, Murgul halkından Küre halkından saç ya da tırnak örnekleri alıp arsenik kirlenmesinin üzerindeki örtüyü kaldırmayı denemedi. Akıl mı edemediler, yoksa, koşullar mı uygun değildi, bilinmez.
Düşük kalorili, ama yüksek kükürtlü linyit yatakları açısından zenginiz. Afşin-Elbistan’daki işletmenin bu iki kentte yaşayanlara ettikleri dile düştü. Öteki kömür işletmelerinin çevresindeki sularda, havada, toprakta arsenik normal mi acaba? Yatağan’da, Seyitömer’de, Çayıralan’da, Orhaneli’de, Çan’da, Kangal’da, ve başka bir çok yerde arsenik hareketlenmiş olabilir mi, acaba?
Çok sayıda doğal ve sayısız da baraj gölümüz var. Göller genellikle düşük arsenikle özgün. Ama, maden alanları, endüstri atıkları, arıtılmamış kentsel atıklar ve jeotermal sular göllere ulaşabiliyorsa, durum değişiyor. Baraj göllerimizin suyunda arsenik arayan oldu mu acaba? Örneğin Hisaralan kaplıcalarının saniyede onlarca litre yüksek arsenikli suyunu ve çevresindeki sülfürlü metal cevherleşmelerini yıkayan yüzey suyunu toplayıp sonra da Sındırgı, Bigadiç ve Balıkesir Ovalarına su taşıyan Sındırgı’daki Çaygören Barajı’nda arsenik yüksek değimli acaba? Balya ile Manyas Gölü arasında yapımı bitmek üzere olan barajda arsenik birikmeyecek mi? Gönen Barajı, batısındaki kurşun madenciliğinden arsenik almıyor mu acaba? Daha niceleri ilgi gördü mü?
Alkali kapalı havza göllerinde aşırı buharlaşmadan ötürü arsenik zenginleşmesi olduğu da biliniyor, ülkemizde böylesi göllerin çokluğu da. Denizli-Afyon arasındaki alkali göllerde, Tuz Gölü’nde ve böylesi irili ufaklı başka göllerimizde arsenik az mı, çok mu acaba? Giderek alanları küçülen, kuruyan bu göllerden tozlaşarak çevreye üfürülen tozlar insanların soluyarak arsenik almasına neden olabilir mi?
Türkiye’nin de kurak bölgeleri, kapalı havzaları var. Oralardaki yüzey suları ve yazın az akan suları var. O sularda arsenik düzeyi yüksek mi, acaba? Ereğli ve Karaman yeraltısuyu akiferleri bu açıdan ilgi görmüş mü idi?
Türkiye’deki organize sanayi bölgelerinin bile çoğunluğunda sıvı atık arıtma tesisinin olmadığı biliniyor. Organize olmayanlar zaten çevre için birer organize suç tehdidi değil mi? Örneğin, Trakya’da Çerkezköy’den geçen akarsular Ergene’ye kadar akıyor; ama, yer altı sularına arsenik taşımıyor mu? Ya Eskişehir’deki Porsuk Çayı? Gediz ve Büyük Menderes’e endüstri atıklarından arsenik taşınıyor mu? Kuzeyde Çarşamba ve Perşembe, güneyde Çukurova ve Göksu ovaları sanayi atıklarından geldiği kuşkusuz olan arseniği ne yapıyor, acaba?
Türkiye’de yaşam savunucuları arseniği daha önce de bir çok kere gündeme sokmaya çalıştı. Emet için, Balıkesir ve Kütahya’nın ilçelerinde içme/kullanma sularında arseniğin yüksekliği için art arda gündemler açıldı. Kütahya Dulkadirli Köyü’ndeki arsenik zehirlenmelerinden söz edildikçe konu örtüldü. Bergama Ovacık’taki altın işletmesinden etkilenen Ovacık ve Çamköy’e su sağlayan kuyu sularını örnekleyip analiz eden Ege Üniversitesi bilim insanlar arseniğin hangi düzeylere kadar çıktığını belgeleyince, onları yalancı çıkarmak işi Bergama Kaymakamlığı’na kalmıştı.
Şimdi ise, arseniğe karşı bayrağı Sağlık Bakanı’nın kendisi taşıyor.
Bunu biraz deşmek, irdelemek gerekli.
Küresel kapitalizmin kurumları kurallar koyuyor ve bunlara herkesin uymasını zorunlu kılıyor. DSÖ sularda (neden yalnız suların söz konusu olduğu sorulamaz mı?) ne kadar arseniğe razı olunabileceğine karar verdi: 10 µg/l. Bunun ne anlama geldiği daha önce irdelenmişti. Bu kadar arsenik te bazı insanlarda kanser yapıyor. Bu açık. Ama, daha da düşük arsenikli su bulmak (ve satmak) baylara pahalı geliyor, ekonomik bulunmuyor.
Bizim gibi ülkelere de bu kuralı, bu sınırı içselleştirmek ve uymak kalıyor. Kendilerinden buna uymaları istenene kadar arseniği yalnızca padişah yüzüklerinde saklanan zehir sanan uysal yöneticilerimiz de, uyum çabaları kapsamında bir yönetmelik hazırlamış ve uygulamaya (muhalif belediyelere karşı kötüye kullanmaya) başlamış.
Yönetmelik, AB’ye uyum süreciyle ilintili olarak 25 Şubat 2005’te yürürlüğe giren “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki Yönetmelik”. Hazırlanması ve çıkarılmasının dayanaklarından biri “Avrupa Birliğine Üye Ülkelerce esas alınan İnsani Kullanım Amaçlı Suların Kalitesine Dair 98/83/EC sayılı Konsey Direktifi,” olarak açıklanıyor. Suda aranan kalite koşulları yalnızca a) Suyun bir şebeke aracılığı ile temin edilmesi halinde, bina ya da bir kuruluşta, suyun insani tüketim için kullanılmak üzere musluklardan akıtıldığı, b) Suyun tankerden alınması halinde, tankerden alındığı, c) Suyun satılmak üzere şişelere ya da ambalajlara doldurulması halinde, şişelere ya da ambalajlara doldurulduğu, d) Suyun gıda üretiminde kullanılması halinde, suyun üretimde kullanıldığı noktalarda aranıyor.
Yukarıda sayfalarca sıralanan soruların yanıtlarını bu Yönetmelik sağlamayacak belli ki. Kim bilir kaç binlerce kişi yaşamının ileri bir döneminde sudaki arsenikten kaynaklanan kanseriyle baş başa kalacak?
Havaya salınan, tozlarla savrulan, sulamada kullanılan sulardaki, insanların kendi kuyularından sağladığı sulardaki, barajlarda biriken, ahşap yapılardan ya da tarımsal ilaçlardan çevreye yayılan, kentlerin kanalizasyonlarından çevreye yayılan, kömür yakan santrallerden salınan, egzozların üfürdüğü, altın işletmelerinden saçılan arsenik bu Yönetmelik’ten çekinmesin. Yalnızca kentlerdeki musluk suları ve şişe ve tanker suları denetlenecek. Muafiyetler de olabilecek: “bölgede içme-kullanma suyu tedarikinin sürdürülebileceği başka makul yolların bulunmaması halinde, Ek-1 (b)’de ya da 7 nci maddenin ikinci fıkrasına uygun olarak belirlenen parametre değerlerinden, yetkili mercice, belirlenecek bir maksimum değere kadar muafiyet verilebilir. Muafiyetler kısa süreli olur ve maksimum üç yılı geçemez.”. Üstelik bu muafiyet üç kere 3 yıl da olabilecek.
Daha önce Tıp Kurumu’nun ağzından değinildiği gibi halka bilgi de verilecek: “Madde 14 — Yetkili mercilerce içme-kullanma sularına ilişkin olarak tüketicilere yeterli ve güncel bilgiler sağlanır ve bu doğrultuda Bakanlık bilgilendirilir. Suların kalitesi hakkında, tüketicileri bilgilendirmek için üç yılda bir rapor yayınlanır. Rapor, en azından günde ortalama 1000 m3’ü aşan ya da 5000’den fazla kişiye hizmet eden bütün müstakil su kaynaklarıyla ilgili bilgileri içerir. Rapor üç takvim yılını kapsar ve bu dönemin sonundan itibaren bir takvim yılı içinde yayınlanır. Bu raporlar yayınlanmasından itibaren iki ay içinde Komisyona gönderilir.”.
İşletmelerin 2007 yılı sonuna kadar gereken önlemleri alması ve uyumu sağlaması gerekiyor. Demek ki, nerede ise 1 yıldır bu yönetmelik bütünü ile uygulanıyor olması gerekli. Yönetmeliğin b ekindeki kimyasal parametreler asında arsenik için üst sınır olarak 10µg/l belirtiliyor.
Hepsi bu!
Türkiye Kapitalizmi Arseniği Başkalarından Öğrendi Ve Bunu Yalnızca Teknik Bir Sorun, Bir Kent Sorunu Olarak Algıladı
Türkiye halkı da, dünyanın pek çok yerindeki insanlar gibi, başka pek çok zehirli kirletici ile birlikte arseniğin getirdiği hastalıklarla boğuşmaya hükümlü. Hele yoksul iseler, iyi beslenemiyor, sağlık hizmetleri bir kamu hizmeti değil de ücretli bir ticari hizmete dönüştürüldüğü için umarsızsalar.
Sahi, “sudaki arsenik neden küresel kapitalizmin egemenliğinden önce kanser yapmıyordu?”
Öncelikle kanseri yenmek mi gerekli; yoksa, kapitalizmi aşmak mı?
İçme/kullanma suyunda arsenik oranı en yüksek olan kentlerden birinin de Nevşehir olduğu bildiriliyordu. Vali, yapılan araştırmalar sonucunda 19 belde ve 64 köydeki suda arsenik oranının izin verilen düzeyin üzerinde olduğunun belirlendiğini açıkladı. Ürgüp Kaymakamlığı 2 köyde arıtma tesisi kurmuş ve burada arıtılan suda yapılan tahlillerde arsenik oranının binde 6 oranına gerilediği belirlenmişti. Bunun üzerine 19 beldeye arıtma tesisi kurulması için gerekli ödenek alınmış ve 64 köy için de temaslar devam ediyordu.
Aksaray Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışmanın sonuçlarını açıklayan Rektör yardımcısı, Aksaray’ın şebeke suyunu sağlayan Melendiz Çayı kaynağından Mamasın Barajı’na kadar olan kısımda, suyun içerdiği arsenik değerlerinin 13-86 µg/l arasında değiştiğini, Mamasın Barajı’ndan itibaren arıtma tesisi girişine kadar olan kısımlarda arsenik değerlerinin 98 µg/l’ye kadar ulaştığını, Belediye arıtma tesisinden şebekeye verilen bu suyun arsenik değerinin ise 10 µg/l’nin altına düştüğünü ve 8-10 µg/l arasında değiştiğini açıklıyordu. Aksaray’da şebekenin diğer kaynağı olan Bağlı Köyü artezyen kuyularından gelen suların içerdiği arsenik değerlerinin ortalama 29 µg/l dolayında olduğunu belirten Rektör Yardımcısı, bu su kaynağının devre dışı bırakıldığını kaydetti. Üniversite tarafından, Aksaray’daki tatlı su çeşmelerine tek kaynaktan su verilen Helvadere ve Tiyatro Kavşağı’nda bulunan çeşmeden alınan su örneklerinde de 24 µg/l arsenik tespit edilmiş ve tatlı su çeşmelerine gelen suların arıtılmadığına işaret ediliyordu.
Çankırı Valiliğince yaptırılan denetimlerde de ilin içme suyundaki arsenik miktarının Dünya Sağlık Örgütünce belirlenen sınırların üzerinde olduğu belirlendi. Valilikçe kurulan “Çankırı İli İçme Suları İzleme ve Denetleme Komisyonu” toplantısında yüksek arsenik oranına karşı hangi önlemlerin alınabileceği tartışıldı.
Sağlık Bakanı’nın sorunu çözemediğini belirttiği illerden biri olan Kars’ta, Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, Sağlık Bakanlığı’nın kentteki içme suyu şebekesi ve su kuyularında yaptığı arsenik tahlil çalışmalarının sonuçlandığını belirterek, “Kars Türkiye’nin en sağlıklı ve temiz suyuna sahiptir” dedi. Sağlık Bakanlığı’nca yapılan incelemede Çerme ve Borluk köylerinden gelen şehir şebeke suyunda arsenik bulunmadığının belirlendiği ve Digor yolu TOKİ evlerinin bulunduğu yerlerde arsenik oranının biraz fazla olduğu, burada TOKİ tarafından açılmış bir kuyu bulunduğu, ayrıca Cumhuriyet köyünde de bir kuyunun suyunda arsenik değeri 30 µg/l olduğu için bunun da kullanım dışı bırakıldığı bildirildi.
Sivas’ın Şarkışla ilçesinde de, içme suyunda arsenik olduğu belirlendi ve Şarkışla Belediyesi, arsenikli suyu kullanmamaları için vatandaşları uyardı. Yapılan analizler sonucu içme suyundaki arsenik oranının yüksek çıktığını belirten belediye yetkilileri, su kullanımının sakıncalı olduğunu radyo yayını ve yerel gazetelere verdikleri ilanla duyurdu. İlçede bulunan bazı çeşmelerin üzerine kullanılamaz yazısı asılarak vatandaş uyarıldı. İçme suyu için yakın köydeki çeşmelerin kullanılması istendi. Belediye yetkilileri, vatandaşın daha sağlıklı su içmeleri için çalışmalara başlandığını duyurdu.
Yüzüncüyıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde yapılan bir çalışmaya göre Van İl merkezi ve ilçe ve köylerinde analiz edilen 77 su örneğindeki arsenik içeriğinin izin verilen sınırın pek üzerine çıkmadığı belirlenmiştir. Ama Birleşmiş Milletler Üniversitesi tarafından 2003 yılında düzenlenen “Asya’da Arsenik Kirliliği Felaketi” konulu sempozyuma bir bildiri sunan İran Tahran Üniversitesi Tıp Fakültesi bilim insanlarının çalışmasına göre de, sınırın hemen öte yanında, Kürt bölgesindeki su kuyu ve kaynaklarındaki arsenik miktarları 1480 µg/l’ye kadar çıkıyor. Genç volkanik kayalarla kaplı Van ve yöresinde daha dikkatli bir çalışmanın gerektiği açıktır.
Kuşkusuz, uğraşılsa daha bir dizi yerleşime sağlanan içme/kullanma suyunda sağlığa zararlı oranlarda arsenik bulunduğuna ilişkin daha ne haberlere ulaşılabilir.
Hayır, bu konunun böyle dile düşmesini Melih Gökçek’e borçlu değiliz. Arseniğin zararları da, ülkemiz yer altı sularında arsenik bolluğunun yaygınlığı da, alınabilecek önlemler de, halka sağlıklı ve yeterli su sağlamanın bir kamu görevi olduğu da çok iyi biliniyordu. İlgilenenler dünyanın bu konuyla nasıl içli dışlı olduğunu da biliyorlardı; dünyanın peşinden, hiç değilse Dünya Sağlık Örgütü, DSÖ(WHO) uyarısıyla bu kamu görevini yerine getirme yolunda bazı gelişmeler olduğunu da.
Ancak, “Tıp Kurumu”nun, çok önceden anımsattığı şekilde,
“AB’ye uyum süreciyle ilintili olarak 25 Şubat 2005’te yürürlüğe giren Sağlık Bakanlığı “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki Yönetmelik”in “Bilgilendirme ve Rapor Edinme” başlıklı 14. Maddesine göre: “Yetkili mercilerce içme-kullanma sularıyla ilgili olarak tüketicilere güncel ve yeterli bilgilerin sağlanması gerekmektedir.” Yine adı geçen yönetmeliğin aynı maddesinde “Suların kalitesi hakkında tüketicileri bilgilendirmek için üç yılda bir rapor yayınlanır. Rapor en azından günde ortalama 1000 metreküpü aşan ya da 5000’den fazla kişiye hizmet eden bütün müstakil su kaynaklarıyla ilgili bilgileri içererir. Rapor üç takvim yılını kapsar ve bu dönemin sonundan itibaren bir takvim yılı içinde yayınlanır” hükmü de yer almaktadır.
Yönetmeliğin açık hükümlerine karşın Sağlık Bakanlığınca içme kullanma sularına ilişkin başta arsenik olmak üzere tüketicilere güncel ve yeterli bilgi sağlanmamış, nüfusu 5000’i geçen su kaynaklarıyla ilgili Türkiye’yi tümüyle kapsayan bir rapor da” Hazırlanmamıştır.
Demek ki yanılmışız! İyi ki, Melih Gökçek “şecaat arz etmiş” de, durumun vahameti ortaya dökülüvermiş.
İçme ve kullanma sularında yüksek arsenik bulunması gerçekten vahim.
Önce, buna bakalım.
ARSENİĞİN ETTİKLERİ
Arsenik, bir zehir. Arseniğin sağlığa olumsuz etkileri 200 yıldır biliniyor. Tarih boyunca birisini zehirlemek isteyenler için en uygun kimyasal. Çünkü zehirlenen kişide bir iz bırakmıyor.
Bir kerede yüksek miktarda inorganik arsenik alanlar mide ve bağırsak rahatsızlıkları, kalp damar ve merkezi sinir işlevlerinde yıkım, çoklu organ bozulmaları ve bazen de ölümle karşılaşır. Sağ kalabilenlerde kemik iliği azalışı, kanda alyuvarların azalışı, karaciğer büyümesi, derinin kararması, sinirlerin hastalanması ve beyin hastalıkları ortaya çıkar.
Akut arsenik zehirlenmeleri etkisini 30-60 dakikada gösterir. Yiyecekle alınmışsa daha uzun sürede etkili olabilir.
Arseniği, sağlık açısından özel kılan ise sürekli alındığında kanser yapıcı oluşudur.
Arsenikten kaynaklanan hastalıklar cilt yaraları, kara ayak hastalığı, şeker hastalığı, hiper tansiyon, deri kanserleri ve iç organ kanserleridir. Kronik arsenik alımları sonucunda deride gözlenen değişiklikler arsenikozis olarak adlandırılır. Kara ayak hastalığı da bir periferal damar hastalığıdır ve kangrene kadar ilerler. Karşılaşılan kanser türleri arasında ise deri, akciğer, mesane ve böbrek kanser türleri başta gelir.
Arseniğin kronik hastalıklara neden olduğu daha 1940’ların başında İngiltere’de bir sodyum arsenit fabrikası çalışanlarında artan kanser olaylarından sonra anlaşılmış. Arseniğin toz olarak solunması bu durumda maruz kalma yolu olarak belirlenmiş. Cilt hastalıklarına neden oluşu ise daha 19. Yüzyılda anlaşılmış. 1900’lerin başlarında Meksika, Şili ve Arjantin’de çok sayıda cilt kanseri görülüşü arseniğe bağlanmış. Asıl, 1920’lerden beri Tayvan’daki kara ayak hastalığı ve kangrenin arsenikli sularla ilişkisi anlaşılmış ve 1950’den sonra bu ilişki iyice kesinleşmiş.
1988’de ABD’nde EPA’nın yaptığı bir çalışma 50 µg/l kronik arsenik alımının 400 kişiden birinde bu tür kanserlere neden olabildiğini ortaya koymuş. Aynı doz için yine EPA’nın 1992’de yaptığı bir çalışmayla da iç organ kanserlerinden ölüm oranının 100 kişide 1,3 olduğunu ortaya koymuş. Yine ABD’nde Ulusal Araştırma Konseyi’nin 1999’da yaptığı bir çalışmayla aynı dozda tüm kanserlerden ölüm riskinin 100 kişide 1 olduğu ortaya konmuştur. İngiltere’de yapılan bir başka araştırmada ömür boyu 25 µg/l arsenik içeren su içen 100 kişiden 5’inde böbrek kanseri oluşacağı sonucuna varılmış. Düşük arsenik içerikli de olsa uzun yıllar buna maruz kalınması durumunda çeşitli cilt sorunları da görülüyor. Önce, ellerde ve ayaklarda koyu lekeler, beyaz lekeler ya da keratoz (deride boynuzsu madde gelişmesi ve derinin çatlaması) ortaya çıkar. Bu durum on ya da daha uzun yıllar sürdüğünde cilt kanseri beklenir. Yirmi otuz yıl 500 µg/l dozlu arsenik etkisi altında kalınırsa bu durumdaki insanların %10’unda iç organ kanserlerinin ortaya çıkacağı öngörülmüş.
Görünüşe göre, doz ve etkilenme ilişkisi doğrusaldır, bir sıçrama noktası bulunmamaktadır. Ne kadar yüksek arseniğe maruz kalırsanız hastalık riski o kadar yükselir. 1000 µg/l dozda artık hastalıkla karşılaşma riski %100’e ulaşır.
Şili’de ise arsenikten etkilenenlerde çok sigara içenlerdekinden bile daha fazla akciğer kanseri olduğu, hele akciğerleri yeni oluşan çocuklar arsenik etkisinde kaldığında, daha sonra akciğer kanseri olma riskinin 10 kat arttığı ortaya kondu.
Arseniğe maruz kalındığında üreme bozuklukları olduğu da bulgular arasında. Bu nedenle doğum öncesi cenin ölümleri, ölü doğumlar, yeni doğan ölümleri artarken, doğum ağırlığında azalma, düşük, doğuştan sakatlıklar görülebiliyor.
Organik arseniğin, inorganik arsenik kadar zararlı olmadığı biliniyor.
Arseniğin zehirleyiciliğinin başka bazı metallerle artıp eksilebildiği, örneğin çinko arttığında arseniğin zehirleyiciliğinin azaldığı da belirlenmiştir.
Arsenik insan bedenine özellikle suda çözünmüş olarak girer.
Ancak, yüksek arsenikli suyla yetiştirilen bitkilerde de yüksek arsenik birikimleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu birikimin özellikle bitkilerin kök sistemlerinde oluştuğuna ilişkin araştırma sonuçları bulunmasına karşın, örneğin, GD Asya’da sürekli olarak bu sularla sulanan pirinçlerle beslenmeden ötürü halk sağlığının tehdit altında olduğu belirtilmektedir. Bu bitkilerin kök ve saplarıyla beslenen hayvanların süt ve etleri de sonuçta halk sağlığını olumsuz etkilemektedir.
Meksika’da 2002 yılında yapılan bir çalışmada, sudaki arsenik derişimi 400 µg/l iken bile alınan arseniğin %30’unun sudan değil besinlerden alındığı ortaya konmuştur. Yine EPA’nın bir araştırmasıyla pirinçteki arseniğin %35’inin inorganik, sebzede %5 ve meyvede %10 olduğu belirlenmiştir. Batı Bengal’de yapılan benzer bir çalışmada da pirinçteki inorganik arsenik oranının toplamdaki payı %95, sebzede ise yine %5 bulunmuştur. Besinlerle alınan arseniğin miktarını etkileyen bir başka husus ta pişirmede kullanılan suyun arsenik içeriğidir. Yapılan bir çalışma 120°C’ı aşan sıcaklıklarda bile arseniğin değişmediğini, dolayısıyla yemek pişirme ve kaynatmanın olumlu bir etkisinin beklenemeyeceğini ortaya koymuştur.
Halk sağlığını olumsuz etkileyen bir başka arsenik aktarımı da havayla olmaktadır. Yüksek arsenik içeren kömür yakıldığında da yaygın halk sağlığı sorunlarıyla karşılaşılabilmektedir. Çin’in Guizhou yöresinde bu şekilde etkilenmiş 3000 kadar arsenik hastası bulunduğunun bildirilmesi uyarıcıdır.
Arsenik yalnızca suyla alınmıyor. Solunan havada yüksek arsenikli tozlar varsa bu da sağlık için yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Arsenik kökenli akciğer kanserlerinin önemli bir nedeni hava kirliliğidir. Özellikle demir dışı metal maden izabe tesislerinin çalışanları ve bu tesislerin çevrelerinde yaşayanlar bu açıdan çok şanssız. Dünyanın hemen her yerinden bu tür örnekler verilebiliyor. ABD’nde Washington Tacoma ve Montana Anaconda’daki izabe tesisleri ile İsveç’teki Rönnskar izabe tesisi üzerinde oldukça ayrıntılı çalışmalar yapılmış. Arseniğe en uzun süre maruz kalanlarda SMR 316’ya kadar çıkmış. İlk maruziyetten sonra geçen süre uzadıkça SMR’in de arttığı görülmüş. Fransa’da, Kanada’da, Avustralya’da yapılan çalışmalar altın iletmesi çalışanlarının başkalarına kıyasla çok daha fazla akciğer kanseri olduğunu ortaya koymuş. Batı Avustralya’daki altın madeni çalışanlarının, öteki Batı Avustralya’lı erkeklere göre çok daha fazla hasta oluşları saptanmış (SMR=140).
Benzer sonuçlar gübre fabrikası çalışanları arasında da saptanmış. Kömür santralarının özellikle baca küllerinde biriken yüksek arseniğin, bu tesislerin çalışanlarında yüksek akciğer kanseri riski yarattığı belirlenmiş.
Anılan üç çalışma da yılda yaklaşık ≥0,75 mg/m3’lük bir maruziyet düzeyinde önemli bir istatistik akciğer kanseri riski oluştuğunu ortaya koymuştur.
İnsan bedeninde arsenik metabolizması ve kinetiği oldukça karmaşık bir konudur.
Bunu karmaşıklaştıran şeyler,
•Fizikokimyasal özellikler ve biyolojik elverişlilik arseniğin hangi biçimde olduğuna bağlıdır,
•Arsenik alımının değişik yolları vardır (solumayla, yemek içmekle ve deriden),
•Arsenik alımı akut ya da kronik, bir kerelik ya da sürekli olabilir,
•Arsenik alımı kısa sürede, orta ya da uzun süreli olabilir,
•Hayvanların arseniğe dayanabilirliği insanlardan farklı olduğundan niceliksel dozlara dayanıklılığın öngörülebilmesi için hayvanların tepkisine güvenilememektedir.
•Dünyanın değişik yerlerinde yapılan çalışmaların sonuçlarının kıyaslanmasında da güçlükler vardır. Değişik yerlerdeki insanların günde su içtikleri su miktarı aynı olmadığı gibi, su dışındaki besinlerden arsenik alımları da oldukça farklıdır.
Bilinen, daha çok su içenlerin daha yüksek risk altında olduklarıdır. Bazı çalışmalar iyi beslenenlerde, yetersiz beslenenlere göre arsenik kökenli hastalıklarla daha az karşılaşıldığını ortaya koymaktadır. Düzenli olarak taze meyve yiyenlerin akciğer kanseri olma riski yarıya inerken, arsenikten etkilenenlerin çok sigara içmesi ya da asbestten de etkilenmesi durumunda akciğer kanseri riskinin katlanmadığını, defalarca arttığını ortaya koyan incelemeler de var.
ABD’nin Massachutes Eyaleti topraklarında Bangladeş topraklarındakinden çok daha fazla arsenik
Kızılırmak Suyu’nun Ankara’lılara gizlice içirilmekte olduğu ortaya çıktığında Tıp Kurumu’nun konuyla ilgili anımsatmaları konuyu özetlemektedir:
“Arsenik içme suyunda izin verilen limitlerin altındaki konsantrasyonlarda da kanserojen etkiye sahiptir. Aşağıda Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin içme suyu Arsenik konsantrasyonlarına bağlı olarak her 10 bin nüfus için fazladan mesane ve akciğer kanser olguları tahminleri yer almaktadır. Burada izin verilen limitin (10 mikrogram) altındaki 3 ve 5 mikrogram/litre düzeylerinde ortaya çıkan kanser risklerine dikkatinizi çekmek istiyoruz.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünün son analizlerinde Ankara’da şebeke suyundaki Arsenik konsantrasyonu 1,5 – 4 mikrogram aralığında saptanmıştır. Bu değerler izin verilen limitlerin altındadır ama Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (National Academy of Sciences/NAS) yayınında yer alan tabloda 3 ve 5 mikrogram düzeyinde akciğer ve mesane kanseri risklerine baktığımızda ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Ankara’nın nüfusu 4,1 milyondur. Bu riskler uzun yıllar günde 2 litre su tüketiminde ortaya çıkan risklerdir. Kanser görülme süresi (latent periyot) 15-20 yıl hatta daha uzun sürelerdir.
NAS’ın verileri üzerinden Ankara’da şebeke suyunda ortalama 3 mikrogram Arsenik olduğu takdirde Ankaralı kadınların yaşamları boyunca 850’sinde Ankaralı erkeklerin de 1500’ünde de yalnızca bu düzeydeki Arsenik konsantrasyonuna bağlı yeni mesane kanseri ortaya çıkacaktır (toplam 2350 yeni mesane kanseri olgusu).
Yine ortalama 3 mikrogram Arsenik konsantrasyonunda Ankaralı 1050 kadında ve 850 erkekte yeni akciğer kanseri olgusu ortaya çıkacaktır(toplam 1900 yeni akciğer kanseri olgusu).
Bu içme suyunda 3 mikrogram ortalama arsenik yoğunluğunda 4250 Ankaralı’da yeni mesane ve akciğer kanseri olgusu demektir.
5 mikrogram ve 10 mikrogram Arsenik yoğunluğunda ortaya çıkacak akciğer ve mesane kanseri olguları çok daha yüksek düzeylerdedir. Konu bu nedenle çok hassastır.”
NE OLDU DA, ARSENİK ZİNCİRLERİNDEN BOŞALDI?
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki uzmanlar konuya genellikle teknik bir konu olarak bakıyor. Ancak, Harvard’dan Prof Wilson bile bunu “Ancak bu çocuksu bir yaklaşımdır. Devasa toplumsal sorunlar bu konuda yapılacak yardım yeteneğini denetler durumdadır” diyerek eleştiriyor. Bangladeş Kırsal Kalkınma ve Kooperatifler Bakanlığı adına kapsamlı bir rapor hazırlayan Suzanne Hanchett, Farhana Sultana ve Fatema Mannan’a göre,
•Arsenikle ilişkili hastalıklar özellikle yoksullar arasında yaygın.
•Halkın 50µg/l’nin üzerinde arsenik derişimlerine maruz kaldığı yerlerde deri hastalıkları da, akciğer kanseri de erkeklerde, kadınlardan daha sık görülüyor.
•Öte yandan kadınlar toplumsal olarak arsenikle ilişkili hastalıklardan erkeklere göre daha fazla zarar görüyor. Evlenmemiş kadınlar arsenikten hastalanmışlarsa daha zor eş bulabiliyor, evli iseler evlilikleri sona erebiliyor. Kadınlar arsenikle ilgili hastalıklar konusunda konuşmaya daha az yatkın, tedaviye daha isteksiz davranıyor.
•Hastalığın ekonomik sonuçları da ilgiye değer. Hastaların çoğu çalışamayacak denli zayıflayıp işlerini yitiriyor. Bu durum hem erkekler ve hem de kadınlar için geçerli; ama, yoksullar arasında çok yıkıcı.
•Arsenikle ilişkili hastaların toplumsal olarak yalıtılmasına neden olduğu için depresyon türü ruhsal hastalıklara da neden oluyor.
•Arsenik zehirlenmesi sorunu, halka temiz, yeterli ve sağlıklı su sağlanmasının zorunluluğu açısından bir “insan hakları sorunu”dur.
Prof Wilson’a göre cilt sorunları görülen hastalar gelişmiş ülkelerde iyileştirilebilirken, az gelişmiş ülkelerde böylesi hastalar yürümeyi sürdürdüklerinden ötürü hastalıkları kangrene kadar varıyor.
Arsenik kirlenmesi farklı koşullarda ortaya çıkabiliyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde madencilik, izabe tesisleri, fosil yakıtların kullanımı, arseniğe doyurulmuş ahşap kullanımı, atıklar, kentsel kanalizasyon atıkları ve pazar için kapitalist tarımda arsenikli gübrelerin kullanımı önde gelen kirlenme nedenleri. Bu kirlilikler yerel, noktasal ya da dar alanlarda etkili olsalar da küçümsenemeyecek sayıda insanın, özellikle de emekçilerin hastalanmasına, ömürlerinin ileri dönemlerinde kanser olmalarına neden oluyor. Kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalist yatırımcılar rekabeti sağlayacak, kütlesel üretimi arttıracak, kârı en üst düzeye çıkarak her türlü teknolojiye hırsla sarılıyor. O teknolojinin kısa ya da uzun dönemdeki etkileriyle hiç ilgilenmiyor. Olumsuz etkiler ortaya çıkmaya başladığında bunu örtbas etmek için ellerinden geleni yapıyor. Artık kamu kaynaklarından yararlanamayan bilimsel araştırmalar desteklenmiyor. Kullanılan teknolojinin çevre ve halk sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileri açıkça ortaya çıktığında da bunun düzeltilmesine karşı uzun süre direniliyor, bunun ekonomik mal oluşu öne çıkarılıyor.
ABD’nde EPA’nın da arseniğin zararları bilimsel olarak ortaya döküldükten sonra en az 15-20 yıl bir önlem geliştirmemiş, bir kural geliştirmemiş olmasından ötürü ciddi bir biçimde eleştirilmekte oluşunu da yeniden anımsamakta yarar var.
Gelişmiş kapitalist ülkeler, endüstri ve kentleşmedeki çarpıklık ve çıkmazlarının yarattığı çevre ve halk sağlığı yıkımlarının öncelikle emekçiler ve yoksulların omuzlarına yükseldiğini gözlerden uzak tutup, az gelişmiş ülkelerdeki arsenik kirlenmelerini öne çıkarmaya, sorunun doğal ve teknik bir konu olduğu inancını yaymaya çalışıyor.
Ama, az gelişmiş ülkelerdeki büyük delta ovaları ya da yaygın kapalı havzalarda karşılaşılan yaygın arsenik kirlenme ve zehirlenmeleri de her yönüyle doğal değil. Her şeyden önce yukarıda sözü edilen büyük ovalarda arsenikten kaynaklanan sağlık sorunlarının son yıllarda ve sondaj kuyularının aşırı biçimde kullanıma alınmasından sonra ortaya çıkmış olduğu açık. Bu ülkelerde kırsal kesimlerdeki tarımsal üretim kapitalist pazar için yapılmaya başlandıktan; bunun için kısa sürede daha çok ve pazarlanabilir ürün elde etmek için toprak zorlanmaya başladıktan; tarımsal ilaç ve gübre kullanımı ve sulama yaygınlaştıktan sonra çıktı bu kirlenme ve kitlesel zehirlenme salgını. Bunun için kapitalizmin pek çok kurumu az gelişmiş ülkelere dünya kadar kredi ve proje akıttı. Sonraları, örneğin Dünya Bankası, Unicef ve BGS (British Geological Survey) su kimyasına bakmadan Bangladeş’te sondaj kuyuları yapımına ön ayak olmaktan ötürü suçlanmışlardı.
Doğadaki sularda, bu arada yeraltı sularındaki arsenik derişimi genellikle DSÖ’nün önerdiği 10 µg/l’nin altında. Ancak, bazı özel jeokimyasal ve hidrojeoloji koşullarında arsenik suda hareketlenip derişimi bu sınırın 100 katına kadar yükselebiliyor. DB uzmanlarına bakılırsa bu yüksek arsenik derişimleri çoğu durumda doğal nedenlerle ortaya çıkıyor. Evet, bu gibi durumlarda arsenik bir kirletici kaynaktan gelmiyor, yerkabuğu ve toprakta bulunan arsenik bir şekilde harekete geçiyor. Ama, küresel kapitalizm dünyada egemenliğini pekiştirmek için bütün sınırları yıkmaya, dünyanın her yerine sızmaya, bütün dünya çiftçilerini pazar için kütlesel üretime zorlayıncaya kadar olmayan bu sorun neden 1970-80 yıllarından sonra ortaya çıktı. DB uzmanları bunun üzerinde durmuyor.
Bu sorunun en şiddetle yaşandığı ülkeler, Güney ve Güneydoğu Asya’daki Bangladeş, Hindistan, Miyanmar, Nepal, Pakistan, Kamboçya, Çin, Laos ve Vietnam. Dünya Bankası ve IBRD’nin yaptığı bir çalışma dünyanın bu bölgesindeki sorunun ağırlığına ışık tuttu. Rapor’a göre bu bölgede 60 milyon kişi arsenikli yeraltısuyundan zehirlenme riski altında yaşıyor. 700.000 kişinin de arsenik kökenli hastalıklara tutulduğu biliniyor.
Bangladeş, arsenikle başı en çok dertte olan ülke. Yukarıda sözü edilen arsenik zehirlenmesi riski altında yaşayan 60 milyon kişinin 35 milyonu Bangladeş yurttaşı. Bangladeş’te 50 yılda 326.000 kişinin kanserden öleceği ve ayrıca 2.500.000 kişinin de arsenikle ilişkili hastalıklara tutulacağı öngörülüyor.
İçme suyuArsenik Kons.(mg/L) | Mesane KanseriKadın | Mesane KanseriErkek | Akciğer KanseriKadın | Akciğer KanseriErkek |
3 |
4 |
7 |
5 |
4 |
5 |
6 |
11 |
9 |
7 |
10 |
12 |
23 |
18 |
14 |
10 |
24 |
45 |
36 |
27 |