Dünyadaki kolektif şiddet ve acıların, ekolojik tahribatın, ve parçalanmışlığın azalması ve geri çevrilmesi için atabileceğimiz en kolay ve doğrudan adım, beslenme alışkanlıklarımızı gözden geçirmektir.
Günümüzde vejetaryenlik, esas itibariyle bugünün hayvancılık endüstrisinin hayvanları “üretme” ve “kullanma” biçimlerine dayanarak, ahlâki, çevresel(ekolojik), ve tıbbî sebeplerle hayvansal ürünler tüketmemek anlamına geliyor. Ama aslında vejetaryenlik, ya da daha genel bir tanımla çeşitli hayvansal gıdaların tüketiminden sakınmak, Türkiye’deki yemek kültürü açısından oldukça yeni bir kavram olsa da, dünyada oldukça eski.
Yaradılışı esas alacak olursak, Âdem ile Havva otoburdular! Bilimin izini sürecek olursak da, kimi antropologlara göre günümüzden üç buçuk milyon yıl önceki atalarımız olan insansı türler, meyve yiyiciydiler. Buzul çağıyla birlikte atalarımızın hepçil (hem ot hem et yiyici) bir beslenmeye geçtiklerini iddia ediyorlar. Günümüzde yüzlerce yıl öncesiyle nispeten benzer koşullarda yaşayan Avustralya Aborjinleri ve Afrika’daki Kung toplulukları, yemiş, tohum, meyve ve sebze ağırlıklı beslenip diyetlerinin sadece dörtte birinde hayvani gıda tüketmektedirler.
Tarihin daha emin sularında yüzecek olursak, Antik Yunan’ın ünlü filozofları Platon ve Pisagor karşımıza çıkıyor mesela. Sadece Antik Yunan’da değil, Mısırlılar ve Yahudiler de insanlığı “meyve ile beslenenler” olarak tanımlamışlar.
Nitekim ilk Hristiyan ve Yahudiler et yemezlerdi. Hz.İsa’nın öğrencisi Aziz Paul, Romalılara yazdığı bir mektupta “Et yememek iyidir…” buyurmuştu. Hz.Muhammed‘in öz yeğeninin de, “Midenizi hayvanlar için mezar haline getirmeyiniz” dediği iddia edilir.
Güney Amerika’da İnka yerlileri; İran’da Maniciler, Uzak Doğu’da Hinduizm, Jainizm, Budizm gibi din ve öğretilerin takipçileri, vejetaryenliğin binlerce yıl öncesine dayanan uygulayıcılarının bazıları. Ahlâk, çilecilik ve beslenme gibi sebepler, binlerce yıl öncesinden beridir kimi kültürlerin et yemez bir diyeti tercih etmelerinin sebebi.
Endüstri devrimine kadar, bu saydığımız örneklerdeki gibi çeşitli dini, yerel, kültürel toplulukların, kısmen ortak kısmense kendilerine özgü sebep ve yaklaşımlarla sürdürdükleri vejetaryenlik, modernleşmeyle birlikte evrensel bir yaklaşıma dönüşüyor. Çünkü endüstrileşmenin bir sonucu olarak dönüşen insan-hayvan ilişkisi, hayvanların yetiştirilme ve kullanım yöntemlerindeki dönüşümler (ve şiddet), vejetaryen olmayan topluluklar için dahi ahlaki sorgulamaları gerekli kılıyor. Bugün hala takipçisi oldukları öğreti ve cemaatlerin kuralları gereği vejetaryen yaşayan insanlar mevcut olmakla birlikte, vejetaryenliğin en yaygın sebebi, modern dünyanın hayvan sömürüsüne, ve bu sömürünün yol açtığı ekolojik tahribat ve şiddete ortak olmamak, ve de et endüstrisinin hayvan etini zararlı etkenlerle kirletmesi itibariyle, bireysel olarak daha sağlıklı hayatlar sürdürmek olarak tanımlanabilir.
Bugün kullanımda olan “vejetaryen” kelimesinin kökeni, yaygın kanının aksine İngilizce vegetable (sebze) sözcüğünden değil, “etkin, canlı, sağlıklı” anlamına gelen Latince vegetus kökünden türemiştir. 1842 yılında vejetaryenlik, et, balık ve kümes hayvanlarının tüketilmediği, süt ürünleri ve yumurtanın ise tercihe bağlı olarak tüketildiği beslenme tarzı olarak tanımlanmış, 1850 yılında kurulan “Amerikan Vejetaryen Derneği” ile bir “hareket” haline gelmiştir.
Bu anlayışla vejetaryenlikten bir adım ötesine geçen veganlık ise, sadece et değil, hiç bir hayvan ürünü kullanmamayı, hayvan sömürüsünün hiç bir biçimine iştirak etmemeyi benimser.
Kaynak : Yeryuzusakinleri – 13 Şubat 2012