Ali Bülent Erdem
“Çıkarlarını iyi bilirler, kurnaz ve bencildirler, örgütlü olmaktan nefret ederler” diye tabir edilen köylüler ve küçük çiftçiler 22 Eylülde Manisa’da alandaydılar. 100 bine yakın sayıları ise bütün muhalif güçleri heyecanlandıracak/ özendirecek düzeydeydi. On bir gibi erken sayılabilecek bir saatte başlatılan miting boyunca yeni katılımlar oluyor ve hatta miting sonrasında bile şehre yeni gelen çiftçileri taşıyan otobüsler göze çarpıyordu. Tarlada en kızgın güneşin altında usanmadan çalışan bu insanlar, güneşin altında yapılan uzun konuşmalara ve hareketsiz kalmaya alışık değillerdi. Güvenlik gerekçesiyle alana seyyar satıcıların alınmaması, yiyecek ve içecek bulmak için alana gidip gelen bir hareketlilik yaratıyordu. Onun için gazeteler mitinge katılanları 60-80 bin arasında yazdılar.
“Tehlike kendi tarlalarının sınırlarına dayanmayınca tepki göstermeyecekleri” söylenen , Kurtuluş Savaşında benzer davranışlarına dair onlarca kitapta örnekler verilen köylülere ne olmuştu?
1986’ da yüzde 45 olan tarımdaki istihdam oranı bugün yüzde 33 lere geriledi , şaşırtıcı ama 450 bin hektar civarında kullanılan arazi tarım dışı kaldı. Tarımdaki istihdam oranı AB’ deki oranlara, yüzde 5 lere çekilmeye çalışılıyor. Topraklarından koparak kentlerin varoşlarına doğru küçük çiftçilerin yaşadığı bu göç elbette kendiliğinden olmuyor.
Değişimin miladı 24 Ocak 1980. O tarihten itibaren tarım çok uluslu şirketlerin istekleri doğrultusunda dönüştürülmeye başlandı ve iktidarda olan hükümetlerin aldıkları her yeni karar çiftçilerin ve köylülerin aleyhine oldu. Türkiye’nin bütün tarımsal yapısı dağıtılmaya, çiftçilere sağlanan sübvansiyonlar ve destekler kaldırılmaya başlandı. Türkiye tarımı şirketleştirilerek çok uluslu dev tarım şirketlerinin hizmetine sunuluyordu..
Kimyasal böcek ve ot öldürücülerini , fenni gübreleri , tohumları ve tarımsal makineleri üreten çok uluslu şirketlerin ürünlerini satabilmeleri için aracılık yapan ve buna uygun tarımsal yapılar oluşturan devlet, yine bu çok uluslu şirketlerin isteğiyle, artık aradan çekiliyordu. Hükümetlerin geçmişte olduğu gibi zaman zaman taban fiyatlarını yüksek, kredi faizlerini düşük tutarak çiftçilerle ilişki kurma imkanları giderek kalmıyordu. Devletle olan bağları kesilen çiftçiler çok uluslu şirketler karşısında örgütsüz ve korumasız kalmışlardı.
Yüksek girdi ve enerji kullanacakları üretim süreçlerine zorlanan çiftçiler ayakta kalabilmek için daha çok üretmek zorunda bırakılıyordu. Daha çok ürettikçe daha çok kazanmak yerine daha çok borçlanarak topraklarından kopma noktasına geliyorlardı.
IMF, Dünya Bankası ve DTÖ ‘nün dayatmalarıyla çıkarılan “Tütün Yasası” , “Şeker Yasası” vb. yasalarla da çiftçiler geleneksel ürünlerimizi üretemez duruma düşürülüyordu. Pamuk, tütün, pancar gibi ürünlerimiz yok oluyordu. Türkiye tarımı çok uluslu tarım şirketlerinin kıskacına girmişti. Hangi ürünü üretirse üretsin çiftçi artık kazanamıyordu. Çiftçiler tepkiliydiler , kızgındılar ve öfkeliydiler. Türkiye’nin bütün köy kahvelerinde bu tepki ve öfkeler dile getiriliyordu.
İşte bu koşullar altında çiftçilerin mesleki örgütü olan Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) mitingi düzenlemişti. Türkiye’nin her köşesinden çiftçiler Manisa’da buluştular. Ziraat Odaları dışında pankart açtırılmayacağı miting duyurularında özellikle belirtiliyordu. Manisa Ziraat Odası Başkanı Nuri Sorman ve Genel Başkan Şemsi Bayraktar konuşmalarında ısrarla ve defalarca mitingin siyasi yönünün olmadığına (!) vurgu yaptılar. Tek tek her üründe yaşanan sorunları anlattılar ve hükümete dediler ki; böyle yapmaya devam ederseniz daha büyük bir mitingi Ankara’da bekleyin.
IMF Tarımdan Elini Çek…
Çiftçiler, alanda tepkilerini göstermişler, Ankara’ya geleceklerini söyleyerek hükümeti tehdit etmişlerdi. Önümüzdeki seçimleri de düşünerek, hükümetin en azından bundan sonra, bazı ürünler için yüksek fiyat vermesi beklenebilir miydi? Ne yazık ki, böyle bir şey mümkün değildir. Bu miting , sadece çiftçilerin çiftçilik yapma haklarını savunmak için bile daha çok alanlarda görüleceğinin bir işaretiydi ve onun için önemliydi.
Bugüne kadar devlet vesayeti altında kurulmuş çiftçi örgütleriyle AB müzakere sürecinin başlaması da göz önüne alındığında gelecek zor ve çetin günleri karşılamak neredeyse imkansızdır. Çiftçilerin haklarını koruyup geliştirebilmeleri için kooperatifler gibi ekonomik, Ziraat Odaları gibi mesleki örgütlerin yanında ekonomik, politik, sosyal ve demokratik örgütlere ihtiyacı vardır.
Onun için Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin demokratik olmayan yasalarının değiştirilerek, hem çiftçi haklarını koruyacak , onlar için mücadele edebilecek bir yapıya kavuşturulabilmeleri , hem de çiftçilerin kendi örgütlerinde söz ve karar sahibi olabilmeleri sağlanmalıdır.
Türkiye’nin tarımsal yapısı dağıtılıp, üretimden pazarlamaya kadar olan zincir çok uluslu dev tarım şirketlerine teslim edilirken, çiftçilerin üretimden pazarlamaya kadar olan zincirini oluşturan kooperatifler elbette çok önemlidir. Ne yazık ki kooperatiflerin mevzuatları da çiftçileri koruyup kollayan , yönlendiren, onları yönetimlerinde söz ve karar sahibi kılan özellikte değildir. Kooperatifler üzerinden devlet vesayeti kaldırılmış ama yıllardır kooperatiflerin yönetimine çöreklenmiş yöneticiler uzaklaştırılamamıştır. Türkiye gibi parçalı tarım arazilerine sahip bir ülkede, tarımın şirketleştirilmesi karşısında çiftçilerin bu şirketlerle mücadele edebilmelerini, dayanışma duygularıyla onlara karşı avantajlı duruma gelebilmelerini sağlayacak olan kooperatifleri, bağımsız ve demokratik yapılar haline getirecek yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
IMF hükümeti istemiyoruz…
Ayrıca , “talep çıkışlı, sanayi odaklı, sözleşmeli üretim modeli” olarak belirlenen, yeni dönemin tarımsal stratejisinde, yerli yabancı gıda , tarım ve kimya şirketlerine çiftçileri bağımlı hale getirecek olan “Sözleşmeli üreticiliğe” geçilmektedir. Devletin garantör rolü bile oynamadığı bu sistemde örgütsüz çiftçiler, örgütlü tüccar ve sanayicinin karşısında korumasız bırakılmaktadır. Çiftçilerin sözleşmeli üretimde haklarını koruyabilmek , geliştirebilmek ve pazarlık yapabilmelerini sağlayabilmek için gerekli olan örgütlere ihtiyaçları vardır.
İşte bu gerekçelerle kurulmuş olan çiftçi sendikalarından Tütün-Sen ve Üzüm-Sen de alandaydılar. “Çiftçi Sendikaları Hareketi”, “Tütün-Sen” ve “Üzüm-Sen” pankartlarının altında kendi üyelerinin yanında Trakya’dan Ayçiçek-Sen, Hububat-Sen, Hay-Yet-Sen , Karadeniz’den Fındık-Sen’e üye çiftçiler ve sendikaları duymuş veya merak edip öğrenmek isteyen çiftçiler buluştular. Bağımsız yapıları ve taşıdıkları dinamizmle Cumhuriyet tarihinin ürün bazında ilk sendikaları olan bu örgütlenmeler IMF, Dünya Bankası, DTÖ ve AB-OTP ‘nin dayatmaları karşısında mücadele edebileceklerinin ipuçlarını verdiler.
26 Ekim 2005 Gelecek Dergisi