João Pedro Stedile
Bu kısa metin uluslararası sermayenin çokuluslu şirketler aracılığıyla tarım üzerine uyguladığı temel politikaları düşünmek ve tartışmak için hazırlanmıştır.
Kapitalizmin tarım üzerine etki eden doğal işleyişinin bir mantığı vardır. Bu mantığı son dönemde finansal sermaye yönlendirmektedir. Ve sermayenin, yaşadığımız finansal krizin ortaya çıkardığı belirli özellikleri vardır. Bunlar, tarım ve çiftçiler açısından birtakım sonuçlara yol açacaktır. Ayrıca anlamamız gereken çelişkileri de vardır. Bu çelişkilere müdahale edecek eylemler geliştirmemiz gerekir.
I. Sermayenin tarım alanındaki hareketleri
Kapitalist üretim tarzının gelişimi birçok evreden geçti. 15. yüzyılda ticari kapitalizm olarak başlayıp, 18. ve 19. yüzyıllarda post-endüstriyel kapitalizme evrildi. 20. yüzyılda ise tekelci sermaye ve emperyalizm olarak gelişme gösterdi. Son yirmi yıldır kapitalizmin, küreselleşmiş olan ve finansal sermaye tarafından yönetilen bir evresini yaşamaktayız. Bu evrede sermaye ve servet birikimi temel olarak finansal sermaye olarak, yani para biçiminde gerçekleşmektedir. Ancak finansal sermaye endüstride, madencilik ve tarımda meta üretimini ve dünya çapında ticareti denetim altına almak zorundaydı.
Uluslararası finansal sermayenin tarımı denetim altına almasının çeşitli mekanizmaları adım adım geliştirildi.
a) Bunlardan ilki, finansal sermaye fazlasına sahip olan bankaların tarımla ilgili birçok sektörde iş yapan yüzlerce orta ve büyük boy şirketin hisselerini satın almasıyla başladı. Hisselerin çoğunun ele geçirilmesi ve tek elde toplanma süreci sayesinde bankalar tarıma etki etmeye başladılar. Birkaç yıl içinde sermayeleri finans sermayesi tarafından şırınga edilen bu şirketler tarımla ilintili farklı sektörleri (örneğin ticaret, girdi üretimi, çiftlik makinaları, tarım sanayi, vs.) denetler hale geldiler. Şunu anlamak önemlidir: bu sermaye tarımın dışında birikti ancak tarım üzerinde uygulanır oldu. Denetim sürecinin hızını arttırdı. Öyle ki, sadece tarım ürünleri sayesinde biriken doğal bir servet oluşumu sözkonusu olsaydı, aynı seviyede denetime ulaşmak için uzun yıllar beklemek gerekirdi.
b) İkinci denetim mekanizması küresel ekonominin dolarlaştırılması süreci aracılığıyla geliştirildi. Bu, çokuluslu şirketlerin döviz kuru farklarından yararlanarak ulusal ekonomilere rahatça girmesini ve oradaki şirketleri satın almasını kolaylaştırdı. Böylece piyasalar, üreticiler, ticaret ve tarım ürünleri üzerinde hâkimiyet sağlandı.
c) Üçüncü mekanizma DTÖ, İMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar ve çoktaraflı ticaret anlaşmalarının empoze ettiği kurallar sayesinde geliştirildi. Bunlar tarım ürünlerindeki ticaretin büyük şirketlerin çıkarlarını gözetecek şekilde yapılmasını normalleştirdi ve köle ruhlu hükümetleri bu ürünler üzerindeki ticaret engellerini kaldırmaya zorladı. Bununla birlikte dünyanın her yanında çokuluslu şirketler ulusal pazarda tarım girdi ve çıktılarını koruyan ülkelere de girebilme olanağı buldular.
d) Dördüncü mekanizma banka kredileridir. Tarımsal üretimde gelişmekte olan tüm ülkeler sınai girdilere daha bağımlı hale gelince, üretimi finanse edebilmek için banka kredileri kullanmak zorunda kaldılar. Ve bu krediler de “sınai tarım” denilen üretim tarzının taaruzunu finanse etmeye yaradı. Yani bankalar dünyanın her yanına sınai tarımın girmesini ve oturtulmasını sağladılar.
e) Ve son olarak birçok ülkede hükümetler tarım piyasasını ve kırsal ekonomiyi korumak için geliştirilen kamu politikalarını terk ettiler. Piyasaların serbestleştirilirken destekler yalnızca büyük sermayeder tarımın üretimine akıtıldı. Böylesi destekler vergiden muafiyet, gümrük vergilerinin indirilmesi, zırai kapitaliste avantajlı faiz oranları uygulanması gibi yollarla gerçekleştirildi.
Son yirmi yıldan bugüne kadar uygulanan bu finansal sermayenin hâkimiyeti mantığı sonucunda dünyada neredeyse tüm üretim ve zırai ticareti 30 büyük çokuluslu şirket denetlemektedir.
2. Finansal sermayenin en son krizi
1990-2008 yılları arasında finansal sermayenin tarım alanında giriştiği taaruz, son dönemde ABD ve Avrupa’daki finansal kriz yüzünden daha da şiddetlendi.
Finansal sermayenin krizi, uluslararası sermayenin çevre ülkelerindeki tarım ve kırsal ekonomi üzerindeki denetim etkisini katlayarak arttırıyor. Bunun birkaç nedeni var.
a) Kuzey yarımküredeki büyük ekonomik gruplar, dolara düşük faiz oranları (yılda %2 civarı) uygulanmadan ve döviz kurları dalgalanmadan önce kuzey yarımküreden kaçarak çevre ülkelere yerleştiler. Buralarda dalgalanmakta olan sermayelerini korumak için toprak, su ve tarımsal üretim gibi sabit varlıklara yatırım yaptılar.
b) Petrol fiyatlarındaki kriz ve bunun küresel ısınma ve çevre üzerine etkileri, otomotiv-petrol sanayi kompleksini agro-yakıtlara çok büyük miktarda sermaye yatırmaya itti. Özellikle de etanol için şekerkamışı ve mısır, bitkisel yağ için ise soya fasülyesi ve hindistan cevizi yağı üretimine. Bu, finansal sermaye ve çokuluslu şirketlerin güneydeki tropik tarıma ciddi şekilde saldırmalarına yol açtı.
c) Üçüncü hareket ekonomik krizin sonucudur. Finansal sermaye güneyin tarım ve madencilik borsalarına yöneldi, buralara yatırım yaparak vadeli işlem piyasalarında spekülasyonda bulunmak veya daha basitinden parasını geleceğin ürünlerine dönüştümek istiyor. Bunun sonucunda dünya borsalarında çokuluslu şirketler tarafından alıp satılan tarım ürünlerinin fiyatların anormal bir yükselme kaydedildi.
Uluslararası düzlemde tarım ürünlerinin ortalama fiyatının ortalama üretim maliyetiyle artık hiç ilgisi yok. Fiyatları büyük şirketlerin spekülatif hareketleri ve tarım piyasalarında kurdukları oligarşik denetim belirliyor.
3. Çokuluslu şirketlerin ve finansal sermayenin tarım üzerindeki denetiminin bugünkü durumu
Şirketlerin tarım üzerindeki faaliyetlerinin sonucunda ortaya çıkan durumun birçok incelenmesi gereken yönü vardır. Burada sadece ekonomik yönünü inceleyelim.
a) Tarım ürünlerinin üretimi ve dünya çapında ticaretinin denetimi birkaç şirketin elinde birikti, özellikle de tahıllar ve süt ürünleri gibi kayıtlı veya standardize olmuş ürünlerde. Bu şirketler tarım tarafından kullanılan tüm girdi zincirine ve techizata hâkimdirler.
b) Sermayenin merkezileşmesi süreci hızlandı. Yani bir şirket ekonomideki belirli ürün ve sektörlerdeki üretim ve ticareti denetleyebiliyor, örneğin tarımsal girdi üretiminden (gübre, kimyasallar, zehirler, böcek ilaçları), tarım makinaları, ilaçlar, melez ve transjenik tohumlar ve menşei agro-sanayi olan, gerek besin, gerek kozmetik veya gereksiz ürüne kadar.
c) Aynı şirket içinde sınai ve ticari sermaye ile finansal sermaye arasında giderek artan bir bağımlılık ilişkisi doğuyor.
d) Küresel düzlemde tarım ürünü ve girdisi fiyatları üzerinde neredeyse mutlak bir denetim var. Fiyatlar değer üzerinden temelleniyor ancak rekabet, oligopoli ve finansal sermayenin spekülasyonu tarafından belirlenen doruklara kadar çıkıyorlar.
e) Şirketlerin tarımda uygulanan bilimsel bulgu ve teknolojiler üzerinde hegemonyası var. Bu yüzden herkese sözde “sınai tarımın” organik olmayan girdilere bağımlı ve tarımın dışından üretilen teknolojik modelini empoze ediyorlar. Bu model tarımda üretim için yeğane, en iyi ve en ucuz model olarak sunuluyor. Aile çifçiliğnin tarihsel tekniklerini ve geleneklerini ve ekolojik tarımı da gözardı ediyorlar.
f) Şirketler doğa, genetik olarak dönüştürülmüş tohumlar, su ve biyo-çeşitlilik üzerinde özel mülkiyet hakkı geliştiriyor ve bunu empoze ediyorlar.
g) Dünyanın her bir yanında gıda ve hayvanların kayıt altına alınması ve standardize edilmesi gibi çok tehlikeli bir gidişat var. İnsanlık kendini artık şirketlerin kayıt altına aldığı “erzak” ile beslemek zorunda. Gıda basit bir metaya dönüştü, çokça ve hemen tüketilmesi gerekiyor. Bunun yerel yiyecek alışkanlıkları ve kültür üzerinde yaratacağı tahrip ve insan ve hayvan sağlığı üzerindeki riskleri saymakla bitmez.
h) Dünyada halkların ve ülkelerin gıda üretimi süreci üzerinde ciddi oranda egemenlik kaybı var. Toprak mülkiyetinin ulusal olmaktan çıkmasıyla şirketler, agro-endüstri ve ticaret, teknoloji ulusal egemenliği genel anlamda riske atıyor. Hali hazırda kendi halkının beslenmesi için gerekli gıdayı üretmeyen 70’in üzerinde ülke var.
i) Büyük miktarda toprağa selüloz, tahta veya agro-yakıt üretmek üzere ökaliptüs, çam ve Afrika palmiyesi gibi ağaçların homojen biçimde ekilmiş olması biyo-çeşitliliği ve yeraltı su seviyeleri gibi faktörleri tahrip ederek doğal çevreyi ciddi biçimde etkiliyor.
j) Güneyde büyük toprak sahipleri ve hayvan yetiştiricileri gibi ulusal kapitalistler ile çokuluslu şirketlerin çıkarları arasında makyavelist bir işbirliği kuruldu. Bu ittifak bütün güney yarımkürede sınayi tarımda kendini inanılmaz bir hızda empoze etti ve toprak mülkiyetini şaşırtıcı bir şekilde tekelleştiriyor. Köylü tarımını sürdürülebilir olmaktan çıkararak yok ediyor, ülkelerimizi içeriden boşaltıyor. Bu tarım yöntem veya biçimi yoğun olarak makina ve sınai zehir kullandığı için emekçilerin barınamamasına ve kırsalın büyük göçler yoluyla terkedilmesine sebep veriyor.
k) Ortaya çıkan yeni uluslararası işbölümü, güney yarımküredeki ülkelerin çoğunu ham tarım ürünü ve maden ihracatçıları olmaya zorluyor.
l) Demokratik gibi görünen seçimlerle işbaşına gelmiş dahi olsalar hükümetlerin çoğu aslında paranın gücü ve medyanın her tür manipülasyonu tarafından yönlendiriliyorlar. Bunlara boyun eğen hükümetler türüyor. Tarım politikaları bütünüyle çokuluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet ediyor. Tarım ve gıda üzerinde devlet denetimini terkediyorlar. Çiftçileri destekleyen kamu politikalarını terk ediyorlar. Gıda egemenliği ve yerel çevre koşullarının korunması konusundaki kamu politikalarını terk ediyorlar.
4. Uluslararası sermayenin tarım üzerindeki denetimindeki çelişkiler
Tarım, Doğa ve tarım ürünleri üzerindeki iktidar tasviri herkesi endişelendiriyor! Bu, uluslararası ve finans sermayeleri tarafından yürütülen öyle kuvvetli bir iktidar ki durumun tersine çevrilmesine de ancak çok küçük bir ihtimal bırakabiliyor.
Fakat yine de bütün bu sosyal ve ekonomik süreçlerle beraber ÇELİŞKİLER de ortaya çıkıyor. Durumun düzeltilmesine yarayabilecek isyan, öfke ve ters etkilerin ortaya çıkmasına da bu ÇELİŞKİLERE yol açıyor.
Burada, tarım ve doğa üzerindeki sermaye iktidarının yol açtığı çelişkilerden bazılarını vurgulayacağım. Böylece çelişkileri anlayabilir ve onlar üzerinde değişime yönelik harekete geçebiliriz.
a) Sanayi tarımcılığı tamamen, fiziksel-doğal limitleri olan, petrol, fosfor, potasyum, kalsiyum gibi dünya üzerindeki rezervlerinde kıtlık yaşanan kaynaklara ve kimyasal gübreler gibi girdilere bağımlıdır. Ayrıca sanayi tarımı orta vadede kısıtlı bir büyümeye/genişlemeye sahiptir.
b) Gıdalar üzerinde, bazı şirketlerin hâkimiyetinin olması, gıda fiyatlarının değerinin üzerine çıkmasına yol açtı ve bu durum da, kaynak ve gelir yetersizliği sebeiyle gıdaya ulaşamayanlar için açlığa ve halk isyanına neden olacaktır. Yani gıdanın basitçe kâr oranlarına koşullu hale gelmesi, kısa vadede büyük sosyal sorunlara yol açacaktır. Çünkü yoksul olan ve açlık çeken halkın, ticari meta haline gelmiş olan gıdaların tüketicileri olmak için yeterli geliri olmayacaktır.
c) Sermaye; toprak, su, ormanlar ve biyoçeşitlilik ile temsil edilen doğak kaynakları kontrol etmektedir. Bu durum ülkelerin ulusal egemenliklerine etki etmektedir ve sadece çiftçi sektörünün değil, buna karşıt duran birçok sosyal sektörün de tepkisine yol açacaktır.
d) Sanayi tarımcılığı, iş gücünden kısıntı yapmak ve büyük ölçeklerde monokültür tarımı yapmak formülü ile her defasında biraz daha fazla tarımsal toksik madde kullanımı gereksinimine dayanır. Bu da, her defasında halkın sağlığına zarar veren daha fazla kirletilmiş gıda üretilmesine yol açar. Bu durumda da, bilgiye daha fazla erişimi olan kentliler kesinlikle harekete geçirecektir. (Zengin halk şimdiden kendini korumaya başladı ve büyük süpermarket zincirleri organik tarım ile üretilmiş gıdaların tüketimini giderek arttırıyor)
e) Büyük ölçekli üretim modeli, kırsal bölgelerdeki iş gücünü ihraç ediyor ve dolayısıyla da büyük kentlerdeki çevre yerleşimlerin popülasyonunun artmasına yol açıyor. Bu popülasyonların gelir ve iş alternatifleri yok. Bu da, sosyal eşitsizliğin artmasıyla beraberinde bir çelişki getiriyor.
f) Şirketler, transgenetik (genetiği değiştirilmiş) tohumlara dayanan tarım modelini genişletiyor. Ama aynı zamanda, bu konuda ihbarlar da artıyor ve transgenetik tohum kullanımının biyo-çeşitliliğin yok edilmesi, iklim değişikliği ve insan ve hayvan sağlığı üzerindeki riskler üzerindeki sonuçları da giderek daha çok gün yüzüne çıkıyor.
g) Monokültürel sanayi tarımı, kaçınılmaz olarak biyo-çeşitliliği yok etmektedir. Ve biyo-çeşitliliğin yok olması da sistematik olarak yağış rejimini, iklimi değiştiriyor ve iklim değişikliğine katkıda bulunuyor. Bu çelişki, kentli halk için sürdürülemez bir hale gelecektir, onlar bunun farkına varacak ve değişimi talep edeceklerdir.
h) Su kaynaklarının özelleştirilmesi, ister nehirler ister göller isterse yeraltı suları olsun, bu kaynakların düşük gelirli halk kesimi tarafından kullanımını kısıtlayacak ve büyük sosyal sonuçlar doğuracaktır.
i) Yabancı şirketler tarafından giderek daha çok toprak satın alınması ve böylece kontrolsüz şekilde ulusallığını yitirmesi beraberinde, ülkelerin siyasi egemenlikleri üzerinde ÇELİŞKİLER getirecektir.
j) Agro-yakıtların üretiminin genişlenmesi ve bu üretimde sanayi tarımcılığının kullanılması, monokültür tarımcılığın, hidrokarbon kaynaklı kimyasal gübre kullanımının artmasına yol açıyor ve küresel ısınma ve karbon gazları emisyonu sorununa çözüm sunamıyor. Bu sorunun temel kaynağı, büyük şehirlerde, otomobil şirketlerinin kazançlarıyla beraber bireysel motorlu araç kullanımının artmasıdır. Ama agroyakıtların kullanımı gıda kıtlığına çözüm olmayacaktır. Tam tersine, biyo-çeşitliliğin yok edilmesi gibi etkilerinden dolayı, sorunu daha da derinleştirecektir.
k) Uluslararası iş ve üretimin bölümünün yeniden düzenlenmesi, güney yarıküre ülkelerini hammadde ithalatçısı haline getiriyor ve bu ülkelerin kendi halkları için iş imkânı ve gelir paylaşımını garanti edebilecek ulusal kalkınma projelerini sekteye uğratıyor. Bu durum, kuzey yarıküre ülkeleri için de gelirin az elde toplanmasına, işsizliğe ve göçe neden olacaktır.
l) Finans sektörü ile ittifak eden tarım şirketleri, aynı zamanda süpermarket dağıtım zincirlerinde, Wal Mart, Carrefour gibi dünya tekelleri gibi, konsentrasyon ve merkezileşmeye gidiyor. Bu süreç, birçok küçük yerel bakkal ve dükkân sahiplerini yok edecek ve beraberinde hesaplanamayacak sosyal sonuçlar doğuracaktır.
m) Sanayi tarımcılığı, seri hayvan imalatçılığı ile en az zamanda en çok sayıda kesim yapmak için her defasında daha çok hormon ve sanayi ilacı kullanımına neden olmaktadır. Bu da, tüketicilerin sağlığı açısından çok ciddi sonuçlar doğurmaktadır.
*Brezilya Via Campesina’dan João Pedro Stedile
Brezilya, Sao Paolo, 25 Eylül 2008
(Yazının çevirisi Ekin Kurtiç tarafından karasaban.net için yapılmıştır)
3 Yorumlar
mevhibe inal
Ne kadar guzel, durumun vahametini anlatan bir yazi. Dunya kapitalini elinde tutan, “ulus devletler bitti, simdi cok uluslu sirketler var” diyenlerin nasil istifci, acgozlu, vicdasiz davrandiklari ortada. Ekmegimizi bunlarin eline vermek buyuk tedbirsizlik veya ihanet.
Pingback: Çokuluslu Şirketlerin Tarıma Karşı Saldırısı « Bilinçli Hippiler Topluluğu
Mihnea
herşey mfckemmel vizem bu sayfa sayesinde mfckemmel gee7ti tek dileğim gee7miş yılların final alurosrınıda burda bulabilmek.iktisat derslerine ait.e7oook teşekkfcrler