Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından kurulan bir ortak komisyonun nüfusu on bini geçen kentlerde evlerde yemek yapmayı yasaklamak için bir yasa taslağı üzerinde çalışmalar yaptığını öğrendik. Komisyon üyelerinden bir uzman “evde yapılan yemeklerde sağlık koşullarına yeterince dikkat edilmediği için gıda zehirlenmeleri olduğunu ve tasarının halkın sağlığını korumayı amaçladığını” belirtti. Vatandaşlar yemeklerini fast food ve normal restoranlarda veya yemek şirketlerinde yiyebilecek veya eve ısmarlayabilecekler. Tasarıyı öğrenen çeşitli kuruluş ve kişiler tepki vermekteler. Tanığım bir uzman büyük bir Amerikan yemek firmasının Türkiye’deki yatırımlarını neden arttırdığını şimdi anladığını belirtti. Ziraat Mühendisleri Odası , GDO’ya Hayır Platformu, Tüketiciler Derneği ve Ekoloji Platformu tasarıya sert tepki göstermekteler. Bu kuruluşların sözcüleri amacın aslında halka ithal GDO ürünleri, zararlı trans yağları ve tarımsal ilaçlı, hormonlu gıdaları yedirmek olduğunu belirtiyorlar. Sözcüler restoran sahiplerinin hiç sevinmemeleri, çünkü fast food zincirleri ve yabancı yemek şirketlerinin kısa zamanda tekelci bir hegemonya kuracaklarını ekliyorlar. Tasarıda yemek şirketleri için getirilen minimum kapasite koşullarının bu amaca yönelik olduğu belirtiliyor. Bu konuda ilginç bir açıklama da Mehmet Altan ’dan geldi. Altan “kapsama köylerin de alınmasını, böylelikle bu gerici katmanın dağılma yoluna gireceği, bunun da Türkiye’nin demokratlaşması na katkı sağlayacağını” söyledi.
Yukarıda yazdıklarımın tamamen hayal ürünü olduğunu söyleyelim. Adına açıklama yaptıklarımdan özür dilerim. Umarım aceleci bazı okurlar yazının gerisini okumadan ona buna göndermeye kalkmazlar.
Neden bunları yazdım? Türkiye’de ekonomiye katkı sağlayan birçok kamu kuruluşu özelleştirildi. Şeker fabrikalarının altısı geçen haftalarda özelleştirildi. Birçok kişi sanıyor ki, özelleştirilecek pek bir şey kalmadı. Çok yanılıyorlar. Daha çok şey var. Akarsular, barajlar, metro işletmeleri, ormanlar, parklar hatta cezaevleri. Neo-liberal fanatiklerin özelleştirme konusunda vizyonları çok güçlü. Sağlık sektörü adım adım özelleştiriliyor. Bugünlerde Karadeniz’de yüzlerce özel hidroelektrik santrali ormanları, dereleri yok ederek ve üreteceği elektrikte devlete satış garantisi sağlayarak yapılıyor.
Yazımın ilk paragrafını okuyanlar “yok artık, bu kadarı da olur mu?” demişlerdir. Bir düşünelim. Henüz evde yemek yapmak yasaklanmadı ama tohum yasası ile köylülerin tohum veya fidan satmaları yasaklandı. Bu da kaliteyi arttırma gerekçesi ile yapıldı. Pazarlarda köylü fideleri kesiliyor. Kuş gribi bahane edilerek aynı bakanlıklar köy tavukçuluğunu yok etmek için çaba gösterdiler. Epeyce köyde köylü tavuğu katledildi. Aslında kuş gribinin dünyada endüstriyel tavuk işletmelerinden çıktığı biliniyordu. Sağlık gerekçeleri ile az kalsın köy tavukçuluğu tümden yok edilecekti.
Evet, henüz restoranlara büyüklük sınırlaması getirilmedi ama tütün yasası ile yeni sigara fabrikaları veya atölyelerinin kurulmasını engellemek için kapasite sınırlamaları veya yeni makine kullanma zorunlulukları getirildi.
Artık sadece özelleştirme silahı kullanılmıyor. Kamulaştırma da kullanılmakta. İzmir’de Efemçukuru köyünde arazilerini altıncı firmaya satmak istemeyen köylülerin toprakları kamulaştırılıyor ve şirkete veriliyor. Neo-liberal fanatiklerimiz bunun bir açıklamasını sanırım bulmuşlardır.
Neo-liberalizmin yapmak istediğinin bir çeşit köleliğe geri dönüş olduğu açık.