İSTENDİĞİNDE ARSENİKLE BAŞEDİLEBİLİYOR
Tahir Öngür Jeoloji Yüksek mühendisi-Ülkenin 64 ilinden 59’unda yüksek arsenikli yeraltısuyu sorununun varlığı biliniyor. Bangladeş’in kırsal kesiminde 7,5-8 milyon sığ sondaj kuyusunun sulamada kullanıldığı biliniyor. Kurak dönemde yüzey suları kıt olduğundan ülkedeki tarımsal sulama yeraltısuyu yardımıyla yapılıyor. Seksenli yılların başlarından bu yana yüzey suyu ile sulanan alanlar hemen hemen değişmezken, sondaj kuyularından çekilen yeraltısuyuyla sulanan alanlar hemen hemen beş kat artmış. Yeraltısuyu sulaması 1982 yılında toplam sulanan alanların %42’sinde yapılırken, bu oran 2001’de %75’e yükselmiş. Bu dönemde, kurak mevsim pirinç üretimi de 3 kat artmış. Ancak, bu artış 1992’den sonra durmuş. Hesaplamalara göre bu sulama suyuyla yılda 1.360 ton arsenik çekilmiş oluyor yeraltından. Başka bir hesaba göre de hektar başına 10 kg’a kadar arsenik birikiyor her yıl, Bangladeş topraklarında ve tarımsal ürünlerinde. Bu birikim özellikle toprağın en üst 15 cm’lik bölümünde oluyor. Kırsal yörede günde kişi başına 20 l su tüketildiği kabulüne göre de, içme/kullanma suyu sağlamak için açılan kuyulardan çekilen su ile de yeraltından her yıl 46 ton arsenik çekilmiş oluyor.
Ancak, sorun yalnızca Bangladeş’le sınırlı değil. Tayvan’da 200.000, İç Moğolistan’da 600.000, Çin’de 1.100.000, ABD’nde 2.500.000, Meksika’da 400.000, Şili’de 400.000, Arjantin’de 200.000, Bolivya’da 50.000, Yunanistan’da 150.000, Macaristan’da 400.000, Gana’da 100.000, Hindistan’da 5.000.000 kişinin arsenik zehirlenmesi riski altında olduğunu listeliyor, EPA’nın bir çalışması.
Bu listede Türkiye’nin bulunmayışı suda arsenik analizlerinin yapılmasına ancak bu yıl başlanmış oluşundan olmalı.
İSTENDİĞİNDE ARSENİKLE BAŞEDİLEBİLİYOR
Arsenikli sularla baş etmenin elbette yolları var.
Her şeyden önce çevreye arsenik salan süreçlerin, teknolojilerin kullanılmaması gerekir. Gübrelerde, tarımsal ilaçlarda arsenik kullanılmasından vazgeçilmesi bu kadar mı zor? Zor olan bilimi daha uygun teknikler ve teknolojiler geliştirecek şekilde harekete geçirmek değil. Zor olan, üretim, pazarlama ve tüketim süreçlerini insanlığın yararına planlayabilmek oldu, kapitalizm için.
Bunun için tarımda aşırı üretim, fiyatlar düşünce ürünlerin tarlada bırakılması, denize dökülmesi, toprağın yoksullaştırılması, aşırı sulama, aşırı ilaç ve gübre kullanılmasından da vazgeçilmesi gerekirdi. Bunun için dünyanın bir yerinde kütlesel olarak elde edilen aşırı ürünlerin dünyanın öteki ucuna taşınması yoluna gidilmemesi gerekirdi. Bunun için herkese, yeterli ve sağlıklı beslenmeyi hedefleyen kamu politikalarının izleniyor olması gerekirdi.
olmasına karşın, orada arsenikle ilgili hastalıklardan söz edilmeyişi, kuşkusuz Massachutes’te yaşayanların yeraltısuyu içmeyişleri ve iyi beslenmeleri, yani varsıl oluşlarındandır.
Yoksulluk burada da önemli bir etken olmakta!
DSÖ içme suyundaki arsenik derişiminin 10 µg/l’nin üzerinde olmaması kuralını önermiştir. Her ülkenin buna göre kendi ulusal standartlarını koyması ve halk sağlığını korumak doğrultusunda önlemler alınması gerekmektedir.
DSÖ’nün içme suyu için önerdiği izin verilebilir en yüksek arsenik miktarı sınırı, kabul edilebilir(?) sağlık riski ile ilişkilidir ve yaşam boyu kanser olma riskinin 100.000 kişide 10 kişiyi geçmesi olarak tanımlanır. Arsenik söz konusu olduğunda, ABD’nde EPA riski 0,17 µg/l kadar düşük bir orandan söz etmektedir. EPA 3, 5, 10 ve 20 µg/l için bir ekonomik değerlendirme yapmış ve 10 µg/l’lik sınırı halkın sağlıklı suya ödeyebileceği ücret ve su iyileştirme teknolojilerinin varlığı açısından en ekonomik sınır olarak seçmiştir. Bu hesaplamada bir insanın yaşamının korunmasının bedeli 6,1 milyon USD olarak hesaplanmış! Bu yaklaşımda düşük sayılabilecek bir sınırın bile keyfî bir yanı olduğu, belli bir sınırın altında artık arsenikten hiç kimsenin zarar görmemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı da açıktır. Yoksa, Kaliforniya EPA’nın Sağlık ve Tehlike Değerlendirme Ofisi’nin değerlendirmesine göre milyonda bir kanser riski için arsenik dozunun trilyonda 1,5 (bugün seçilen sınırdan 3000 kez daha küçük) olması gerekli. Ama, böyle bir su bulmak ta nerede ise olanaksız.
İlginç olan bir başka olay da, ABD’nde EPA’nın da arseniğin zararları bilimsel olarak ortaya döküldükten sonra en az 15-20 yıl bir önlem geliştirmemiş, bir kural geliştirmemiş olmasından ötürü ciddi bir biçimde eleştirilmekte oluşudur.
Gelişmekte (!) olan ülkelerin çoğu ise halen DSÖ’nün eski önerdiği sınır olan 50 µg/l’yi ulusal standartları olarak uygulamakta ve bunu da ekonomik kaygılarla yapmakta. Bu arsenik düzeyinin sağlık üzerine etkileri çok açık bir biçimde ortaya konmuş olduğu gibi, daha düşük arsenik derişimleri ile iç organ kanserleri arasında birçok ilişki belirlenebilmiştir.
Cilt kanseri 10 yıllık bir gecikme ile ortaya çıkar. İç organı kanserleri 20-30 yıllık gecikmelerle ortaya çıkabilmektedir. Tayvan ve Şili’de belirlenen bu süreç örneğin 5 yıl boyunca 500 µg/l arsenik dozunun etkisinde kalanlarda 30 yıl sonra kanser riskinin %10 olacağını ortaya koymaktadır. 50µg/l maruziyette ne olur bilinmez, ama doğrusal ilişkiye bakılarak risk %1 var sayılabilir. Şimdiki sınır olan 10 µg/l sınırında bile riskin halen %0,2 olacağı söylenebilir.
Kızılırmak Suyu’nun Ankara’lılara gizlice içirilmekte olduğu ortaya çıktığında Tıp Kurumu’nun konuyla ilgili anımsatmaları konuyu özetlemektedir:
“Arsenik içme suyunda izin verilen limitlerin altındaki konsantrasyonlarda da kanserojen etkiye sahiptir. Aşağıda Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin içme suyu Arsenik konsantrasyonlarına bağlı olarak her 10 bin nüfus için fazladan mesane ve akciğer kanser olguları tahminleri yer almaktadır. Burada izin verilen limitin (10 mikrogram) altındaki 3 ve 5 mikrogram/litre düzeylerinde ortaya çıkan kanser risklerine dikkatinizi çekmek istiyoruz.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünün son analizlerinde Ankara’da şebeke suyundaki Arsenik konsantrasyonu 1,5 – 4 mikrogram aralığında saptanmıştır. Bu değerler izin verilen limitlerin altındadır ama Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (National Academy of Sciences/NAS) yayınında yer alan tabloda 3 ve 5 mikrogram düzeyinde akciğer ve mesane kanseri risklerine baktığımızda ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Ankara’nın nüfusu 4,1 milyondur. Bu riskler uzun yıllar günde 2 litre su tüketiminde ortaya çıkan risklerdir. Kanser görülme süresi (latent periyot) 15-20 yıl hatta daha uzun sürelerdir.
NAS’ın verileri üzerinden Ankara’da şebeke suyunda ortalama 3 mikrogram Arsenik olduğu takdirde Ankaralı kadınların yaşamları boyunca 850’sinde Ankaralı erkeklerin de 1500’ünde de yalnızca bu düzeydeki Arsenik konsantrasyonuna bağlı yeni mesane kanseri ortaya çıkacaktır (toplam 2350 yeni mesane kanseri olgusu).
Yine ortalama 3 mikrogram Arsenik konsantrasyonunda Ankaralı 1050 kadında ve 850 erkekte yeni akciğer kanseri olgusu ortaya çıkacaktır(toplam 1900 yeni akciğer kanseri olgusu).
Bu içme suyunda 3 mikrogram ortalama arsenik yoğunluğunda 4250 Ankaralı’da yeni mesane ve akciğer kanseri olgusu demektir.
5 mikrogram ve 10 mikrogram Arsenik yoğunluğunda ortaya çıkacak akciğer ve mesane kanseri olguları çok daha yüksek düzeylerdedir. Konu bu nedenle çok hassastır.”
NE OLDU DA, ARSENİK ZİNCİRLERİNDEN BOŞALDI?
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki uzmanlar konuya genellikle teknik bir konu olarak bakıyor. Ancak, Harvard’dan Prof Wilson bile bunu “Ancak bu çocuksu bir yaklaşımdır. Devasa toplumsal sorunlar bu konuda yapılacak yardım yeteneğini denetler durumdadır” diyerek eleştiriyor. Bangladeş Kırsal Kalkınma ve Kooperatifler Bakanlığı adına kapsamlı bir rapor hazırlayan Suzanne Hanchett, Farhana Sultana ve Fatema Mannan’a göre,
•Arsenikle ilişkili hastalıklar özellikle yoksullar arasında yaygın.
•Halkın 50µg/l’nin üzerinde arsenik derişimlerine maruz kaldığı yerlerde deri hastalıkları da, akciğer kanseri de erkeklerde, kadınlardan daha sık görülüyor.
•Öte yandan kadınlar toplumsal olarak arsenikle ilişkili hastalıklardan erkeklere göre daha fazla zarar görüyor. Evlenmemiş kadınlar arsenikten hastalanmışlarsa daha zor eş bulabiliyor, evli iseler evlilikleri sona erebiliyor. Kadınlar arsenikle ilgili hastalıklar konusunda konuşmaya daha az yatkın, tedaviye daha isteksiz davranıyor.
•Hastalığın ekonomik sonuçları da ilgiye değer. Hastaların çoğu çalışamayacak denli zayıflayıp işlerini yitiriyor. Bu durum hem erkekler ve hem de kadınlar için geçerli; ama, yoksullar arasında çok yıkıcı.
•Arsenikle ilişkili hastaların toplumsal olarak yalıtılmasına neden olduğu için depresyon türü ruhsal hastalıklara da neden oluyor.
•Arsenik zehirlenmesi sorunu, halka temiz, yeterli ve sağlıklı su sağlanmasının zorunluluğu açısından bir “insan hakları sorunu”dur.
Prof Wilson’a göre cilt sorunları görülen hastalar gelişmiş ülkelerde iyileştirilebilirken, az gelişmiş ülkelerde böylesi hastalar yürümeyi sürdürdüklerinden ötürü hastalıkları kangrene kadar varıyor.
Arsenik kirlenmesi farklı koşullarda ortaya çıkabiliyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde madencilik, izabe tesisleri, fosil yakıtların kullanımı, arseniğe doyurulmuş ahşap kullanımı, atıklar, kentsel kanalizasyon atıkları ve pazar için kapitalist tarımda arsenikli gübrelerin kullanımı önde gelen kirlenme nedenleri. Bu kirlilikler yerel, noktasal ya da dar alanlarda etkili olsalar da küçümsenemeyecek sayıda insanın, özellikle de emekçilerin hastalanmasına, ömürlerinin ileri dönemlerinde kanser olmalarına neden oluyor. Kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalist yatırımcılar rekabeti sağlayacak, kütlesel üretimi arttıracak, kârı en üst düzeye çıkarak her türlü teknolojiye hırsla sarılıyor. O teknolojinin kısa ya da uzun dönemdeki etkileriyle hiç ilgilenmiyor. Olumsuz etkiler ortaya çıkmaya başladığında bunu örtbas etmek için ellerinden geleni yapıyor. Artık kamu kaynaklarından yararlanamayan bilimsel araştırmalar desteklenmiyor. Kullanılan teknolojinin çevre ve halk sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileri açıkça ortaya çıktığında da bunun düzeltilmesine karşı uzun süre direniliyor, bunun ekonomik mal oluşu öne çıkarılıyor.
ABD’nde EPA’nın da arseniğin zararları bilimsel olarak ortaya döküldükten sonra en az 15-20 yıl bir önlem geliştirmemiş, bir kural geliştirmemiş olmasından ötürü ciddi bir biçimde eleştirilmekte oluşunu da yeniden anımsamakta yarar var.
Gelişmiş kapitalist ülkeler, endüstri ve kentleşmedeki çarpıklık ve çıkmazlarının yarattığı çevre ve halk sağlığı yıkımlarının öncelikle emekçiler ve yoksulların omuzlarına yükseldiğini gözlerden uzak tutup, az gelişmiş ülkelerdeki arsenik kirlenmelerini öne çıkarmaya, sorunun doğal ve teknik bir konu olduğu inancını yaymaya çalışıyor.
Ama, az gelişmiş ülkelerdeki büyük delta ovaları ya da yaygın kapalı havzalarda karşılaşılan yaygın arsenik kirlenme ve zehirlenmeleri de her yönüyle doğal değil. Her şeyden önce yukarıda sözü edilen büyük ovalarda arsenikten kaynaklanan sağlık sorunlarının son yıllarda ve sondaj kuyularının aşırı biçimde kullanıma alınmasından sonra ortaya çıkmış olduğu açık. Bu ülkelerde kırsal kesimlerdeki tarımsal üretim kapitalist pazar için yapılmaya başlandıktan; bunun için kısa sürede daha çok ve pazarlanabilir ürün elde etmek için toprak zorlanmaya başladıktan; tarımsal ilaç ve gübre kullanımı ve sulama yaygınlaştıktan sonra çıktı bu kirlenme ve kitlesel zehirlenme salgını. Bunun için kapitalizmin pek çok kurumu az gelişmiş ülkelere dünya kadar kredi ve proje akıttı. Sonraları, örneğin Dünya Bankası, Unicef ve BGS (British Geological Survey) su kimyasına bakmadan Bangladeş’te sondaj kuyuları yapımına ön ayak olmaktan ötürü suçlanmışlardı.
Doğadaki sularda, bu arada yeraltı sularındaki arsenik derişimi genellikle DSÖ’nün önerdiği 10 µg/l’nin altında. Ancak, bazı özel jeokimyasal ve hidrojeoloji koşullarında arsenik suda hareketlenip derişimi bu sınırın 100 katına kadar yükselebiliyor. DB uzmanlarına bakılırsa bu yüksek arsenik derişimleri çoğu durumda doğal nedenlerle ortaya çıkıyor. Evet, bu gibi durumlarda arsenik bir kirletici kaynaktan gelmiyor, yerkabuğu ve toprakta bulunan arsenik bir şekilde harekete geçiyor. Ama, küresel kapitalizm dünyada egemenliğini pekiştirmek için bütün sınırları yıkmaya, dünyanın her yerine sızmaya, bütün dünya çiftçilerini pazar için kütlesel üretime zorlayıncaya kadar olmayan bu sorun neden 1970-80 yıllarından sonra ortaya çıktı. DB uzmanları bunun üzerinde durmuyor.
Bu sorunun en şiddetle yaşandığı ülkeler, Güney ve Güneydoğu Asya’daki Bangladeş, Hindistan, Miyanmar, Nepal, Pakistan, Kamboçya, Çin, Laos ve Vietnam. Dünya Bankası ve IBRD’nin yaptığı bir çalışma dünyanın bu bölgesindeki sorunun ağırlığına ışık tuttu. Rapor’a göre bu bölgede 60 milyon kişi arsenikli yeraltısuyundan zehirlenme riski altında yaşıyor. 700.000 kişinin de arsenik kökenli hastalıklara tutulduğu biliniyor.
Bangladeş, arsenikle başı en çok dertte olan ülke. Yukarıda sözü edilen arsenik zehirlenmesi riski altında yaşayan 60 milyon kişinin 35 milyonu Bangladeş yurttaşı. Bangladeş’te 50 yılda 326.000 kişinin kanserden öleceği ve ayrıca 2.500.000 kişinin de arsenikle ilişkili hastalıklara tutulacağı öngörülüyor.
Ülkenin 64 ilinden 59’unda yüksek arsenikli yeraltısuyu sorununun varlığı biliniyor. Bangladeş’in kırsal kesiminde 7,5-8 milyon sığ sondaj kuyusunun sulamada kullanıldığı biliniyor. Kurak dönemde yüzey suları kıt olduğundan ülkedeki tarımsal sulama yeraltısuyu yardımıyla yapılıyor. Seksenli yılların başlarından bu yana yüzey suyu ile sulanan alanlar hemen hemen değişmezken, sondaj kuyularından çekilen yeraltısuyuyla sulanan alanlar hemen hemen beş kat artmış. Yeraltısuyu sulaması 1982 yılında toplam sulanan alanların %42’sinde yapılırken, bu oran 2001’de %75’e yükselmiş. Bu dönemde, kurak mevsim pirinç üretimi de 3 kat artmış. Ancak, bu artış 1992’den sonra durmuş. Hesaplamalara göre bu sulama suyuyla yılda 1.360 ton arsenik çekilmiş oluyor yeraltından. Başka bir hesaba göre de hektar başına 10 kg’a kadar arsenik birikiyor her yıl, Bangladeş topraklarında ve tarımsal ürünlerinde. Bu birikim özellikle toprağın en üst 15 cm’lik bölümünde oluyor. Kırsal yörede günde kişi başına 20 l su tüketildiği kabulüne göre de, içme/kullanma suyu sağlamak için açılan kuyulardan çekilen su ile de yeraltından her yıl 46 ton arsenik çekilmiş oluyor.
Ancak, sorun yalnızca Bangladeş’le sınırlı değil. Tayvan’da 200.000, İç Moğolistan’da 600.000, Çin’de 1.100.000, ABD’nde 2.500.000, Meksika’da 400.000, Şili’de 400.000, Arjantin’de 200.000, Bolivya’da 50.000, Yunanistan’da 150.000, Macaristan’da 400.000, Gana’da 100.000, Hindistan’da 5.000.000 kişinin arsenik zehirlenmesi riski altında olduğunu listeliyor, EPA’nın bir çalışması.
Bu listede Türkiye’nin bulunmayışı suda arsenik analizlerinin yapılmasına ancak bu yıl başlanmış oluşundan olmalı.
İSTENDİĞİNDE ARSENİKLE BAŞEDİLEBİLİYOR
Arsenikli sularla baş etmenin elbette yolları var.
Her şeyden önce çevreye arsenik salan süreçlerin, teknolojilerin kullanılmaması gerekir. Gübrelerde, tarımsal ilaçlarda arsenik kullanılmasından vazgeçilmesi bu kadar mı zor? Zor olan bilimi daha uygun teknikler ve teknolojiler geliştirecek şekilde harekete geçirmek değil. Zor olan, üretim, pazarlama ve tüketim süreçlerini insanlığın yararına planlayabilmek oldu, kapitalizm için.
Bunun için tarımda aşırı üretim, fiyatlar düşünce ürünlerin tarlada bırakılması, denize dökülmesi, toprağın yoksullaştırılması, aşırı sulama, aşırı ilaç ve gübre kullanılmasından da vazgeçilmesi gerekirdi. Bunun için dünyanın bir yerinde kütlesel olarak elde edilen aşırı ürünlerin dünyanın öteki ucuna taşınması yoluna gidilmemesi gerekirdi. Bunun için herkese, yeterli ve sağlıklı beslenmeyi hedefleyen kamu politikalarının izleniyor olması gerekirdi.
Yine, sulama ya da kullanma suyu gereksiniminin karşılanması pazar koşullarına bırakılmayıp bir kamu görevi olarak algılanabilir ve uygun akiferler ve kullanılabilir kalitede su kaynakları aranabilirdi. Şimdi ise, küresel kapitalizmin akıl hocası kurumları başka su kaynakları bulsunlar için azgelişmiş ülke hükümetlerine yol göstermeye başladılar. Kuyular taranıyor ve suyu arsenikli olanlar kırmızıya boyanıp, sahipleri cüzamlı muamelesi görüyor.
Bunun dışında yeraltısuyu kirli ise, yüzey su hazneleri arsenikle kirlenmiyorsa hiç değilse içme ve kullanma suyu gereksinimlerinin karşılanması için gölet ve barajlar yapılabilirdi. Şimdi, bu amaçla projeler hazırlanıyor.
Kömür yakan santraller onlarca yıl dünya atmosferini asit yapıcı gazlarla kirletti, asit yağmurları yaşamın sürdürülebilirliğini olanaksız kılana kadar kapitalizm bunda diretti. Sonra gelişmiş kapitalist ülkelerde baca gazları ve küllerin tutulması için önlemler, yatırımlar zorunlu duruma geldi. İngiltere’nin kömür işletmeleri ve santrallerinden vazgeçişi onlarca yıl önce Thatcher zamanında oldu. Onu sonradan öteki Avrupa ülkeleri izledi. Ama, şimdi aynı işletme ve tesisleri bizim gibi ülkelerde kurmaya başladılar. Bundan bile vazgeçemedi küresel kapitalizm.
Bundan vazgeçemeyen bir sistemden öteki fosil yakıtlardan, petrol ve türevlerinden vaz geçmelerini nasıl bekleyebilirsiniz?
Bütün bunların yapılamadığı yerlerde de suların arıtılması yoluna gidilebiliyor. Suların arsenikten arıtılması için geliştirilmiş çok çeşitli teknikler var. Oksitleme ve çökeltme (oxidation and sedimentation), topaklaştırma ve süzme (agglomeration and filtration), soğurma(adsorption) ve zar süzme (membrane filtration) teknikleri, hızları, mal oluşları, boyutları, vb ayrıntılarıyla birbirlerinden ayrılmaktadır. Bu tür uygulamalar evsel olarak yapılabildiği gibi çok daha büyük ölçeklerde de yapılabilmektedir. Bu uygulamaların mal oluşu, suyun metreküpü başına 0,2-3 USD arasında değişmektedir.
Ama, bu teknolojilerin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi de küresel kapitalizmin bir ticari sektörü durumuna getirildi. Gelişmiş kapitalist ülkelerde ABD’nin EPA’sı gibi kamu kurumları fizibiliteler hazırlıyor, araştırma projelerini destekliyor ve kendi sistemleri içinde etkin ve tutumlu seçimler yapılabilmesine kamusal yön göstericilik yapıyor. İş azgelişmiş ülkelere gelince DB, Unicef, IBRD, DSÖ, ya da başka uluslararası kurumlar bazı teknolojileri dayatan, o ülkeleri biraz daha borçlandıran ve dışa bağımlılığı güçlendirmek ve ayakta tutmaya zorlayan kampanyalar sürdürüyor.
Evet, arsenikten uzak durmak, uzak durulamıyorsa onunla baş etmek olanaklı. İnsan aklı ve bilim bunu sağlayabilecek kadar güçlü. Ama, bunun bir önkoşulu var: kapitalist üretim ilişkilerinin aşılması.
TÜRKİYE KAPİTALİZMİ ARSENİĞİ BAŞKALARINDAN ÖĞRENDİ VE BUNU YALNIZCA TEKNİK BİR SORUN, BİR KENT SORUNU OLARAK ALGILADI
Türkiye’nin birçok yerinde, kimi kentlerin tam da içinde, çoğu bitek ovaların kenarlarında yüzlerce, binlerle sıcak su kaynağı boşalıyor. Yüzeyden boşalanlar bir yana yeraltında yeraltısularına boşalanlar daha çok. Hepsinin de arsenik içeriği yüksek. Bugüne değin hiç kimse bu yörelerde sulama ve az da olsa evsel kullanımda tüketilen suyun arsenik içeriğini, bunun bitki ve hayvanlarda zenginleşip zenginleşmediğini, o yörede yaşayanlarda 20-30 yıl sonra ortaya çıkabilecek kanser riskinin ne olduğunu merak etmedi.
Ya Gediz ve Büyük Menderes Ovalarında, Afyon, Erzincan, vb büyük ovalarda yeraltısuyu arsenikli mi, acaba?
Yine, Çarşamba, Perşembe, Gediz, Selçuk, Göksu, Çukurova delta ovalarının bir bölümündeki sığ yeraltısuyu akiferlerinde arsenik yüksek mi, acaba?
Türkiye, jeolojik yapısından ötürü genç volkanlarca da zengin. Orta ve Doğu Anadolu’daki bazı büyük volkanik alanlar çevrelerinde arsenik yayılmasına neden oldu mu, acaba?
Ya sülfürlü metal maden yatakları. Türkiye’de bu tür yataklar büyük ve devasa değil. Ama, o kadar çok ve yaygın ki. Istrancalar, Güney Marmara, İç Ege, Doğu Toroslar’ın kuzey kesimleri, Doğu Karadeniz Dağları, Doğu Anadolu’nun batı yarısı. İşletilmediklerinde bile çevrelerindeki sulara arsenik salan bu maden yatakları ilgiye değer değil mi? Daha önce işletmeye konu olmuş olan Balya’da yüzey suları, Manyas Gölü, çay ve göl tabanındaki tortullar ve yeraltısuyundaki ağır metal kirliliği ve bu arada arsenik yayılımı insanların yaşadıklarıyla ve bilimsel incelemelerle belirlendi, tanıtlandı. Murgul, Ergani, vb bilinen işletmelerin çevrelerinde yaşananlar pek incelenmediyse de “tevatür”ü var. Ama şimdi bir de küresel kapitalizmin küçük aktörleri “Anadolu Madenleri”ne üşüşmüşken yarattıkları risk ne durumda, ÇED’lerinde arsenik ne denli tartışılabiliyor, hangi kısıtlamalar ve izleme süreçleri dayatılıyor, kimisini Lord’ların eski büyükelçilerin yönettiği bu girişimcilere. Kütahya’daki gümüş işletmesi devreye girdikten sonra yakınındaki Dulkadirli Köyü halkının arsenik kökenli hastalıklardan kırılmaya başladığını OG Üniversitesi’nden bir bilim insanı ortaya koymuştu. Bergama Ovacık altın işletmesinin çevresindeki yeraltısuyunda yükselen arseniği belgeleyen Ege Üniversitesi bilim insanları için söylenmeyen kalmamıştı. Şimdi, aynı işletme ikinci atık barajının tanıtım dosyasında çevrede arseniğin yüksekliğini, doğal bir olgu imiş gibi “tespit” ediyor. Henüz, Uşak Kışladağ’ındaki altın işletmesinden çevreye arsenik salınmaya başlanıp başlanmadığı, başladı ise bunun Adıgüzel Barajı’na ya da Kolankaya Göleti’ne ulaşıp ulaşmadığına ilişkin bir inceleme yapılmadı. Yine henüz hiçbir kamu görevlisi ya da bilim insanı gidip te Balya halkından, Murgul halkından Küre halkından saç ya da tırnak örnekleri alıp arsenik kirlenmesinin üzerindeki örtüyü kaldırmayı denemedi. Akıl mı edemediler, yoksa, koşullar mı uygun değildi, bilinmez.
Düşük kalorili, ama yüksek kükürtlü linyit yatakları açısından zenginiz. Afşin-Elbistan’daki işletmenin bu iki kentte yaşayanlara ettikleri dile düştü. Öteki kömür işletmelerinin çevresindeki sularda, havada, toprakta arsenik normal mi acaba? Yatağan’da, Seyitömer’de, Çayıralan’da, Orhaneli’de, Çan’da, Kangal’da, ve başka bir çok yerde arsenik hareketlenmiş olabilir mi, acaba?
Çok sayıda doğal ve sayısız da baraj gölümüz var. Göller genellikle düşük arsenikle özgün. Ama, maden alanları, endüstri atıkları, arıtılmamış kentsel atıklar ve jeotermal sular göllere ulaşabiliyorsa, durum değişiyor. Baraj göllerimizin suyunda arsenik arayan oldu mu acaba? Örneğin Hisaralan kaplıcalarının saniyede onlarca litre yüksek arsenikli suyunu ve çevresindeki sülfürlü metal cevherleşmelerini yıkayan yüzey suyunu toplayıp sonra da Sındırgı, Bigadiç ve Balıkesir Ovalarına su taşıyan Sındırgı’daki Çaygören Barajı’nda arsenik yüksek değimli acaba? Balya ile Manyas Gölü arasında yapımı bitmek üzere olan barajda arsenik birikmeyecek mi? Gönen Barajı, batısındaki kurşun madenciliğinden arsenik almıyor mu acaba? Daha niceleri ilgi gördü mü?
Alkali kapalı havza göllerinde aşırı buharlaşmadan ötürü arsenik zenginleşmesi olduğu da biliniyor, ülkemizde böylesi göllerin çokluğu da. Denizli-Afyon arasındaki alkali göllerde, Tuz Gölü’nde ve böylesi irili ufaklı başka göllerimizde arsenik az mı, çok mu acaba? Giderek alanları küçülen, kuruyan bu göllerden tozlaşarak çevreye üfürülen tozlar insanların soluyarak arsenik almasına neden olabilir mi?
Türkiye’nin de kurak bölgeleri, kapalı havzaları var. Oralardaki yüzey suları ve yazın az akan suları var. O sularda arsenik düzeyi yüksek mi, acaba? Ereğli ve Karaman yeraltısuyu akiferleri bu açıdan ilgi görmüş mü idi?
Türkiye’deki organize sanayi bölgelerinin bile çoğunluğunda sıvı atık arıtma tesisinin olmadığı biliniyor. Organize olmayanlar zaten çevre için birer organize suç tehdidi değil mi? Örneğin, Trakya’da Çerkezköy’den geçen akarsular Ergene’ye kadar akıyor; ama, yer altı sularına arsenik taşımıyor mu? Ya Eskişehir’deki Porsuk Çayı? Gediz ve Büyük Menderes’e endüstri atıklarından arsenik taşınıyor mu? Kuzeyde Çarşamba ve Perşembe, güneyde Çukurova ve Göksu ovaları sanayi atıklarından geldiği kuşkusuz olan arseniği ne yapıyor, acaba?
Türkiye’de yaşam savunucuları arseniği daha önce de bir çok kere gündeme sokmaya çalıştı. Emet için, Balıkesir ve Kütahya’nın ilçelerinde içme/kullanma sularında arseniğin yüksekliği için art arda gündemler açıldı. Kütahya Dulkadirli Köyü’ndeki arsenik zehirlenmelerinden söz edildikçe konu örtüldü. Bergama Ovacık’taki altın işletmesinden etkilenen Ovacık ve Çamköy’e su sağlayan kuyu sularını örnekleyip analiz eden Ege Üniversitesi bilim insanlar arseniğin hangi düzeylere kadar çıktığını belgeleyince, onları yalancı çıkarmak işi Bergama Kaymakamlığı’na kalmıştı.
Şimdi ise, arseniğe karşı bayrağı Sağlık Bakanı’nın kendisi taşıyor.
Bunu biraz deşmek, irdelemek gerekli.
Küresel kapitalizmin kurumları kurallar koyuyor ve bunlara herkesin uymasını zorunlu kılıyor. DSÖ sularda (neden yalnız suların söz konusu olduğu sorulamaz mı?) ne kadar arseniğe razı olunabileceğine karar verdi: 10 µg/l. Bunun ne anlama geldiği daha önce irdelenmişti. Bu kadar arsenik te bazı insanlarda kanser yapıyor. Bu açık. Ama, daha da düşük arsenikli su bulmak (ve satmak) baylara pahalı geliyor, ekonomik bulunmuyor.
Bizim gibi ülkelere de bu kuralı, bu sınırı içselleştirmek ve uymak kalıyor. Kendilerinden buna uymaları istenene kadar arseniği yalnızca padişah yüzüklerinde saklanan zehir sanan uysal yöneticilerimiz de, uyum çabaları kapsamında bir yönetmelik hazırlamış ve uygulamaya (muhalif belediyelere karşı kötüye kullanmaya) başlamış.
Yönetmelik, AB’ye uyum süreciyle ilintili olarak 25 Şubat 2005’te yürürlüğe giren “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki Yönetmelik”. Hazırlanması ve çıkarılmasının dayanaklarından biri “Avrupa Birliğine Üye Ülkelerce esas alınan İnsani Kullanım Amaçlı Suların Kalitesine Dair 98/83/EC sayılı Konsey Direktifi,” olarak açıklanıyor. Suda aranan kalite koşulları yalnızca a) Suyun bir şebeke aracılığı ile temin edilmesi halinde, bina ya da bir kuruluşta, suyun insani tüketim için kullanılmak üzere musluklardan akıtıldığı, b) Suyun tankerden alınması halinde, tankerden alındığı, c) Suyun satılmak üzere şişelere ya da ambalajlara doldurulması halinde, şişelere ya da ambalajlara doldurulduğu, d) Suyun gıda üretiminde kullanılması halinde, suyun üretimde kullanıldığı noktalarda aranıyor.
Yukarıda sayfalarca sıralanan soruların yanıtlarını bu Yönetmelik sağlamayacak belli ki. Kim bilir kaç binlerce kişi yaşamının ileri bir döneminde sudaki arsenikten kaynaklanan kanseriyle baş başa kalacak?
Havaya salınan, tozlarla savrulan, sulamada kullanılan sulardaki, insanların kendi kuyularından sağladığı sulardaki, barajlarda biriken, ahşap yapılardan ya da tarımsal ilaçlardan çevreye yayılan, kentlerin kanalizasyonlarından çevreye yayılan, kömür yakan santrallerden salınan, egzozların üfürdüğü, altın işletmelerinden saçılan arsenik bu Yönetmelik’ten çekinmesin. Yalnızca kentlerdeki musluk suları ve şişe ve tanker suları denetlenecek. Muafiyetler de olabilecek: “bölgede içme-kullanma suyu tedarikinin sürdürülebileceği başka makul yolların bulunmaması halinde, Ek-1 (b)’de ya da 7 nci maddenin ikinci fıkrasına uygun olarak belirlenen parametre değerlerinden, yetkili mercice, belirlenecek bir maksimum değere kadar muafiyet verilebilir. Muafiyetler kısa süreli olur ve maksimum üç yılı geçemez.”. Üstelik bu muafiyet üç kere 3 yıl da olabilecek.
Daha önce Tıp Kurumu’nun ağzından değinildiği gibi halka bilgi de verilecek: “Madde 14 — Yetkili mercilerce içme-kullanma sularına ilişkin olarak tüketicilere yeterli ve güncel bilgiler sağlanır ve bu doğrultuda Bakanlık bilgilendirilir. Suların kalitesi hakkında, tüketicileri bilgilendirmek için üç yılda bir rapor yayınlanır. Rapor, en azından günde ortalama 1000 m3’ü aşan ya da 5000’den fazla kişiye hizmet eden bütün müstakil su kaynaklarıyla ilgili bilgileri içerir. Rapor üç takvim yılını kapsar ve bu dönemin sonundan itibaren bir takvim yılı içinde yayınlanır. Bu raporlar yayınlanmasından itibaren iki ay içinde Komisyona gönderilir.”.
İşletmelerin 2007 yılı sonuna kadar gereken önlemleri alması ve uyumu sağlaması gerekiyor. Demek ki, nerede ise 1 yıldır bu yönetmelik bütünü ile uygulanıyor olması gerekli. Yönetmeliğin b ekindeki kimyasal parametreler asında arsenik için üst sınır olarak 10µg/l belirtiliyor.
Hepsi bu!
Türkiye Kapitalizmi Arseniği Başkalarından Öğrendi Ve Bunu Yalnızca Teknik Bir Sorun, Bir Kent Sorunu Olarak Algıladı
Türkiye halkı da, dünyanın pek çok yerindeki insanlar gibi, başka pek çok zehirli kirletici ile birlikte arseniğin getirdiği hastalıklarla boğuşmaya hükümlü. Hele yoksul iseler, iyi beslenemiyor, sağlık hizmetleri bir kamu hizmeti değil de ücretli bir ticari hizmete dönüştürüldüğü için umarsızsalar.
Sahi, “sudaki arsenik neden küresel kapitalizmin egemenliğinden önce kanser yapmıyordu?”
Öncelikle kanseri yenmek mi gerekli; yoksa, kapitalizmi aşmak mı?
Bu ölçütler İzmir’e ya da başka kentlere taşındığında sorunun Türkiye halkı açısından da yakıcı önemi ortaya çıkmaktadır.
Arsenik ve sağlık konusundaki çalışmaların en zor alanlarından biri de insan bedeninde arseniğin belirlenmesidir. Kandaki arseniğin yarılanma ömrü 4 gündür. Ancak uzun süre arseniğe maruz olanlarda kandaki arsenik temsil edici kabul edilebilir. Buna karşılık saç ve tırnakta arsenik analiz sonuçlarının çok daha temsil edici olduğu düşünülmektedir.
Arsenik yalnızca insanlara zarar veriyor değil. Doğadaki başka canlılara da, hayvanlara da bitkilere de zarar verdiğine ilişkin çok sayıda araştırma ve bulgu var. Örneğin, belli bir dozda sodyum arsenit uygulanan tarlalarda tatlı mısır, bezelye ya da fasülye verimlerinin düştüğü belirlenmiş. Aynı şekilde yüksek arsenikli suyla sulanan tarlalarda pamukların büyümelerinin ketlendiği; mısır, pirinç ve soyanın taze boylarının küçük kaldığı anlaşılmış. Özellikle arsenatlı gübreler çok kullanıldığı için kirlenen topraklarda, fosfatın arseniğin bu zehirleyiciliğini azalttığı belirlenmiş.
Hastalanma ve ölüm oranları açısından kıyaslandığında suyla ilişkili başka hastalıkların, arsenikten kaynaklananlardan çok daha yıkıcı olduğu açık. DSÖ ve UNICEF’in 2000 yılında yaptıkları ortak bir çalışması, dünyada yılda yaklaşık 4 milyon ishal olayı bildirildiğini, çoğu beş yaşından küçük çocuk olan 2,2 milyon kişinin öldüğünü ve gelişmekte(!) olan ülkeler nüfusunun %10’una bağırsak kurtları bulaştığını ortaya koymuştur. Bangladeş İstatistik Dairesi ve UNICEF’in yine 2000 yılındaki bir incelemesi de her yıl beş yaşından küçük 110.000 çocuğun öldüğünü ortaya koymuştu. Durum Nepal, Hindistan ve Pakistan’da daha da kötüdür.
Buna göre iki açık sonuç çıkarılabilir. Arseniğin halk sağlığına olumsuz etkileri çok açıktır ve ciddi önlemler almak gerekir. Bu etkiler gelecek onyıllarda artacak. Bundan yüzbinlerce kişi etkilenecek. Öte yandan, sudan kaynaklanan hastalıklar çok daha yaygın ve yıkıcıdır.
DOĞADA ARSENİK HEP VARDI HER YERDE DE VAR
Arsenik bir metalsi, bir oksianyon (oksijenle bileşikler kurmaya yatkın metaller gibi davranan) element. -3, 0, +3 ve +5 gibi farklı oksitlenme değerlerinde karşılaşılabiliyor doğada. Ama en çok karşılaşılan şekli üç değerli arsenit (As(III)) ve beş değerli arsenat (As(V)). Sularda yaygın olarak karşılaşılan pH (asitlik) değeri aralığında (6,5-8,5) hareketlenmeye eğilimli. Çoğu zehirli iz metaller pH değeri arttığında çözeltiden ayrılmaya, suların nötr pH değerlerinde de oksit, hidroksit, karbonat ve posfat mineralleri oluşturarak birlikte çökelmeye ya da kil mineralleri ya da sulu metal oksitlerin ya da organik maddelerin üzerinde soğurulmaya eğilimli. Bunun tersine arsenik gibi oksianyonların çoğu pH artarken tutulmaya daha az yatkın ve bazı özel koşullarda da nötre yakın pH’lı sularda bile çok yüksek derişimlerle suda kalabilir. Bu yüzden krom, arsenik, uranyum ve selenyum gibi (hepsi de kanser yapıcı olan) oksianyon yapıcı elementler sularda en çok karşılaşılan iz kirleticiler. Arsenik bunların en değişik koşullarda suya geçebilip, suda kalabileni olduğu için de en tehlikelisi. Ötekilerin tersine indirgeyici koşullarda bile hareketli olabiliyor.
Arsenik yer kabuğunda yaygın olarak bulunuyor. Yer kabuğunun ortalama arsenik içeriği 2 mg/kg’dır. Nerede ise 200 farklı kaya yapıcı mineral, arsenik içeriyor. Elementer arseniğin yanında kükürtle kurduğu farklı bileşikleri, oksitleri, vb bileşikleri var. Çoğu ise, cevher mineralleri ya da onların alterasyon, bozuşma ürünlerinde birikiyor. En sık karşılaşılan arsenikli cevher mineralleri de arsenopirit(FeASs, demir arsenik sülfür) ve arsenlipirit (Fe(AsS)2). Kükürtle yakın ilişkili olan arsenik, bu nedenle başka kükürtlü cevher yataklarında da bolca bulunuyor. Yine, indirgeyici (oksijensiz) ortamlardaki tortul tabakalarda bulunan pirit, yanında arseniği de taşıyor. Böylesi tabakalar oksijenle karşılaştığında pirit oksitlenip demir oksite dönüşürken sülfatı, arseniği ve başka iz elementleri de salıyor ve ortamı asitleştirebiliyor. Kükürdü biraz yüksek olan kömürlerde azıcık ta olsa pirit varsa bunlar asit yağmurları ve asitli maden sularının oluşumuna ve bu kömür madenlerinin ve çok kömür yakılan yerlerin çevresindeki yüksek arsenikli su kaynaklarının oluşmasına neden oluyor.
Kentlerden uzak kırsal alanlardaki havadaki ortalama arsenik derişimi 0,02-4 ng/m3; pek çok kentsel alanda 3-200 ng/m3; endüstri alanlarında ise 1000 ng/m3’i aşan miktarlarda arsenikle karşılaşılıyor. Havadaki arsenik ince toz parçacıklarındaki arsenit ve arsenat karışımı olarak bulunuyor. Son birkaç onyılda Avrupa ülkelerinde havadaki arseniğin miktarının azalmakta olduğu belirlenmiş. Havadaki arsenik rüzgâr erozyonu, volkanlardan salınma, topraktan düşük sıcaklıkta buharlaşma, denizden kaynaklanan aerosoller ve hava kirliliği yoluyla oluşur ve kuru ya da nemli olarak yeniden yeryüzüne dökülür. En önemli antropojenik, endüstriyel katkı metal kavurma fırınları ve fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanır. Küresel atmosferik arsenik akısının %30’unun endüstriyel kaynaklı olduğu hesaplanmaktadır.
Hava kirliliğinin olmadığı bölgelerde yağmur suyundaki arsenik miktarı 0,013-0,5 µg/l kadar. Ancak, örneğin Kuzey Denizi’ndeki bir gaz platformunun yakınında yağmur suyunda 45 µg/l kadar arsenik ölçülebilmiş.
Topraktaki arsenik miktarı ortalama 5 mg/kg (1-40 mg/kg) kadar. Ancak, atık sahalarının, maden işletmelerinin ve pestisit kullanılan tarlaların çevresinde bu değer çok yükselebiliyor (50-550 mg/kg).
Yüzey sularında arsenik oldukça düşük. Yeraltısularında da çok yüksek değil, ortalama 1-2 µg/l. Ancak, volkanik kayaların ve sülfürlü cevher yataklarının çevresinde bu değer 3000 µg/l’ye kadar çıkıyor.
Jeotermal sular ve bunların çevrelerindeki yüzey ve yeraltısularında da arsenik çok yüksek olabiliyor.
Arseniğin yukarıda değinilen yerlerden açığa çıkması hemen kendi başına çevreye yayılması anlamına gelmiyor. Arsenat, sulu demir oksitler üzerinde kolayca tutuluyor. Benzer bir bağlanma, varsa aluminyum ve manganez oksitlerinin, kalsit kristalciklerinin ve kil minerallerinin yüzeyine de oluyor. Arsenik doğada, olağan koşullarda bu yollarla büyük oranda bağlanmış oluyor, soğuruluyor, adsorbe oluyor.
Arseniği doğal olarak bulunduğu bu ortamlardan harekete geçiren genellikle ekonomik etkinlikler, üretim ve tüketim süreçleri. Madencilik, bunlardan biri. Kömür ve öteki fosil yakıtların yakılması, bir başka hareketlendirici etken. Ayrıca, Arseniğin belli ortamlarda birikmesine neden olan uygulamalar da var. Arsenik bileşimlerinin pestisit (tarımsal böcek ilaçları), herbisit (ot öldürücü ilaçlar), ürün kurutucu ve hayvanların, özellikle de kümes hayvanlarının besinlerine katılarak kullanımı arsenik kirlenmelerine neden oluyor. Yalnızca ABD’ne tarımda kullanmak üzere yılda 20.000 ton arsenikli pesitisit ithal ediliyor ve bunun iki katı da kullanılıyor. Yine de tarımsal ilaçlarda arsenik kullanımı son yıllarda azalıyor olsa da, besinlerde katkı ve özellikle de ahşap koruyucu olarak kullanımı çok yaygın. Kromlu bakır arsenatın (CCA) Avrupa’da yasaklanmasına hazırlanılıyor.
İngiltere’de demir dışı metal endüstrisinin arsenik atıklarının yılda toplam 650 ton; demir ve çelik endüstrisinden havaya 9 ton/yıl ve katı atıklara 179 ton/yıl; fosil yakıtların kullanılmasından da havaya 297 ton/yıl ve katı atık olarak ta 838 ton/yıl olduğu hesaplanmış (1986’da). 1996’da da İngiltere’de havaya salınan arseniğin toplamının 50 ton kadar.
Dünyada atmosfere bir yılda salınan arseniğin miktarı ise 36.000 ton ve bunun %64’ü endüstriyel etkinliklerden kaynaklanıyor.
Avrupa Birliği’nin bir çalışma grubu, Birlik üyesi ülkelerde havaya salınan arseniğin 80 ve 90’lı yıllarda oldukça azaldığını belirlemiş. Yine de, 1990’da üye ülkelerde havaya salınan arsenik toplamının 575 ton olduğu, bunun 492 tonunun kömür ve petrol yakmaktan, 77 tonunun da başta demir çelik endüstrisi olmak üzere endüstriyel süreçlerden çıktığı belirlenmiş.
Kanalizasyon atıklarındaki arsenik miktarı da endüstrileşmeyle koşut olarak artıyor. İngiltere için verilen değerler 0-188 mg/kg kuru ağırlık olarak veriliyor. ABD için, örneğin Iowa için verilen değer ise ortalama 9,8 mg/kg arsenik. İngiltere’de tarımsal alanlara fosfatlı gübrelerle yılda 6,1 ton/yıl arsenik dökülürken, kanalizasyon atıklarından 2,5 ton/yıl arsenik boşaltıldığı belirtiliyor.
Arsenik bileşimlerinin bu şekilde kullanımının olumsuz çevresel etkileri önemli ve uzun süreli; ancak, göreli olarak yerel. Buna karşılık arsenikle ilgili yaygın olan çevre sorunları hep doğal ortamlardaki hareketlenmenin ürünü.
Dünyanın pek çok yerinde yeraltı sularında yüksek arsenik derişimleriyle karşılaşılıyor. Bunların pek çoğu maden yatakları ve madencilik etkinlikleriyle, bazıları da jeotermal kaynaklarla ilişkili. Buralardaki sularda, tortullarda ve topraktaki arsenik düzeyi irkiltici de olsa, bunlar geniş alanlara yayılmıyor.
Örneğin Tayland’da 1987’den beri binlerce kişinin yakınlarındaki kalay ve tungsten madenciliğinden ötürü arsenik zehirlenmesinden etkilendikleri biliniyor. Buralarda oluşan asit maden suları yüksek miktarlarda ağır metal ve arseniği çevredeki su kaynaklarına taşıyor. Hindistan’da Madhya Pradesh bölgesindeki altın madenciliğinin de 1999’dan beri arsenik zehirlenmelerine neden olduğu biliniyor. Malezya’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da, ABD’nde benzer ayısız örnekler var. USGS’in Arsenik Çalışma Grubu’nun düzenlediği yıllık çalıştaylarında en çok anlatılan örnekler bunlar.
Ama, yüksek arsenikli sular pek çok bölgede maden, madencilik ve jeotermal etkinliklerle ilişkili değil. Bunların çoğu yer altı suyunun içinde dolaşıp biriktiği büyük akiferlerde, yer altı katmanlarında görülmekte. Bu tür alüvyon havzalarıyla Arjantin, Şili, Meksika, GB ABD, Macaristan, Romanya, Bangladeş, Hindistan, Çin, Myanmar, Nepal ve Vietnam’da karşılaşılabilmektedir.
Buraları çok geniş alanlar kapladığı ve geniş kitlelere içme suyu kaynağı olduğu için özellikle önemli.
Bazı özel hidrojeokimyasal, su kimyası koşulları, özellikle de indirgeyici (havasız) ortamlarda demir oksitlerinin suda çözünmesi ve demir oksitlere bağlanmış arseniğin serbest kalması yüksek arsenikli suları ortaya çıkarıyor. Bu tür ortamlar özellikle Güney Asya’daki arsenik sorunlu Kuvaterner Akiferlerin sığ kesimlerinde görülüyor. Ancak, son çalışmalar bu ortamlardaki arsenik derişiminin derinlikle de, yanal olarak ta çok değişken olduğunu ortaya koymuştur. Bunun yanında sudaki arsenik derişiminin zamana bağlı, mevsimsel olarak ta değişken olduğu bilinmekte.
Kaynak -Ekolojistler