YENİ kuşaklar siyasal tartışmaların etkisiyle “rejim” sözcüğünü iyi bilir de “reji” sözünü pek bilmez. Oysa, o sözcük Osmanlı ekonomisinin ve Türk çalışma yaşamının vazgeçilmez bir parçasıydı. Örneğin, İstanbul’da geçim sıkıntısından çalışmak zorunda kalan kadınlar Beşiktaş’taki “reji” de tütün yaprağı balyalama işlerinde çalışmaya giderlerdi. Reji, hâlâ Hayrettin İskelesi’ne karşı köşede dimdik duran büyük yapının adıdır. Osmanlı dönemindeki “Tütün Rejisi” şirketinden ve onun tekel sisteminden kalma bir ad bu.
Cumhuriyet Türkiye’sini yönetenlerin Tekel fabrikalarını satmak için ihale açıp teklif aldığını okuyunca o dönemi düşünmeden edebilir misiniz?
Ş imdiki gibi tam bir borca batıklık dönemiydi o dönem. Kırım Harbi ve sultanların saray merakı yüzünden alınmış borçların faizini bile ödeyemez duruma düşen Osmanlı Maliyesi Avrupalı sermaye sahipleriyle Galata bankerlerinin baskısı yüzünden Rüsum-u Sitte İdaresi kurmaktan, yani devletin “altı resmi” dolayısıyla elde ettiği gelir kaynaklarını faiz ödemeye ayırmaktan başka çare bulamamıştı. 1884’te kurulan “Düyun-u Umumiye” bunun devamıdır.
Damga pulu, ipek, balıkçılık resmi, tuz, tütün ve “müskirat” denen alkollü içki üzerinden kolay tahsil edilebilen bu gelir kaynaklarının en önemlisiydi tütün. Tam bir tekele dönüşen ve türkülere girmiş “kolcu” larıyla neredeyse devlet içinde devlete dönüşen Tütün Rejisi de gelirlerin en büyük kaynağıydı.
Tekel, Türkiye Cumhuriyeti’nin de değerli gelir kaynaklarından biriydi ve pekâlâ öyle kalabilirdi. Tuz ve yaprak tütün işletmeleriyle, altı fabrikasıyla. Ama, geçen gün bu gazetede açıklandığı gibi, önce ihale yolsuzlukları ve vergi oyunlarıyla haksız rekabete, siyasal makamların ihmalleriyle de gelir kaybına sürüklendi. Birileri çıkıp “Durun bakalım, bu altın yumurtlayan tavuk belki de devletin ekonomik gücünü arttırıp başka hizmetlerin daha iyi görülmesini sağlayan verimli bir işletmeye dönüştürülebilir” demedi. Kazanç artık yabancılara ve yerli ortaklarına akacak ve devlet alabildiği vergilerle yetinecek.
Rejide hiç değilse işletmelerin mülkiyeti Osmanlı’da kalıyordu; şimdi o da gidiyor. Ayrıca, satılan fabrika ürünlerinin kazancından devlete ödenecek payın Tütün Rejisi’nce Osmanlı Hazinesi’ne ödenen yüzde sekizlik orana varıp varmayacağı bile belli değildir.
Yabancı sigaracıların ithal tütünlere bağımlılık arttırıcı madde katma alışkanlığının o şirketlerce işlenecek yerli tütüne de bulaşıp bulaşmayacağı da tam bilinmiyor.
Kesin olarak bilinen tek şey, Tekel’in tütün ve tuz işletmelerinde çalışan 13 bin işçinin ciddi bir kıyıma ve tam bir sendikasızlaştırmaya kurban edileceğidir. Bu ulusal cinayete onlar karşı çıkmasın da kim çıksın?
AÇI/ Cumhuriyet Gazetesi 20 Şubat 2008