Bir süredir süt sanayicilerinin “yemini benden almazsan sütünü almam” dayatmasına ve oluşan haksız rekabete karşı başlayan kampanyalar, konuyla ilgili basında çıkan yazılar ve Rekabet Kurumu’na yapılan başvurularla ilgili gündemi takip ediyorum. Bir kısım insanların var gücüyle bu dayatmanın bitirilmesi konusunda bir şeyler yapmaya çalıştığını görüyorum. Özellikle çiftçilerimizin mağduriyetinin giderilmesi ve “Filler tepinir karıncalar ezilir” durumunun ortadan kalkmasına yönelik girişimleri de yürekten kutluyorum. Çoğumuzun sanayicilerimizin neden ve nasıl böyle davranabildiklerinin farkında olduğunu biliyorum ancak bende düşüncelerimi kısaca sizlerle paylaşmak istedim.
Son 30-35 yıldır dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ülkemiz ekonomisinde de büyük değişim yaşanmıştır. Özellikle tarıma ve köylümüze büyük yarar sağlayan “denetimli ekonomi” politikaları, yerini “serbest piyasa ekonomisi” görüşüne bırakmıştır. 1978 yılında başlayan rüzgâr, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile imzalanan istikrar programı ve Dünya Bankası (DB)yla yapılan yapısal uyum anlaşmaları bizleri bugünlere getirmiştir. Tarımın gelişmesi ve çiftçilerimizin desteklenmesi için oluşturulan politikalar değiştirilmiştir. Peki, bu politikalar nelerin yapılmasını dayatıyordu? Öncelikle “bırakınız yapsınlar” olarak tabir edilen ve iç piyasada özel sektörün önünün açılması anlamına gelen uygulamaların hayata geçirilmesi gerekiyordu. Başta hayvancılığımız olmak üzere girdi, fiyat, işleme, pazarlama desteği veren, regülasyon görevi gören yani kamu yararı ve hizmetini önceleyen Süt Endüstrisi Kurumu, Yem Sanayii, Et ve Balık Kurumu gibi ve daha birçok kurumu, örgütü kapatarak, özelleştirerek çiftçimizi ve tarımsal ürünlerin piyasasını yalnız başına bıraktık. Bununla birlikte devletin üretici veya tüketiciyi korumak amacıyla herhangi bir müdahalede bulunmaması, piyasa mekanizmasının düzgün işlemesini sağlayan hakemlik görevini de başarı ile sürdürmesi diğer gerçekleştirilecek uygulamalar arasındaydı.
Başardık! Devlet ekonomik faaliyetlerden ve üretimden çekildi. Müteşebbislerimizi bıraktık ve onlar artık dilediklerini yapıyorlar. Piyasaların yalnız kaldığını gören teşebbüslerin çoğunun yıkıcı bir yarış içine girdiklerini, ekonomik gelişmeyi ve toplumsal refahı olumsuz etkileyecek işbirliklerine gittiklerini, sömürü sayılabilecek eylemlerde bulunabildiklerini yaşadığımız olaylarla görüyoruz. Devlette hakemlik görevini yerine getiriyor. Nasıl mı? 1994 yılında yürürlüğe giren 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunumuz ve Rekabet Kurumuyla ile. Kanunun amacı; mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma ve uygulamaları önlemek ve rekabetin korunmasını sağlamaktır. Rekabet Kurumu’nun çalışma ilkeleri ise; küresel gelişmeler, serbest piyasa ilkeleri ve somut veriler doğrultusunda, en rekabetçi piyasa koşullarını gözetmektir. Süt ve yem konusu için yapılan başvurulara Kurumun vereceği kararda ekonomik analizler yapılacağı ve serbest piyasa ilkeleri gözetileceği için muhtemelen süt sanayicilerimizin haklı olduğu yönünde bir karar çıkacaktır diye düşünüyorum. Çünkü kuruma başvuranlar öğrendiğimiz kadarıyla süt üreticilerimiz. Yani süt üreten çiftçilerimiz ile süt sanayicileri arasında haksız bir rekabet yok gibi görünüyor. Aralarındaki sorun bağımlılık ve sömürü sorunu gibi duruyor. Ama yem sanayicilerimiz başvursaydı sonuç değişik olabilirdi…
Sonuç olarak, sihirli reçete aramaya gerek
yok! Üretim, tüketim ve pazarlama kooperatifleri ile hak arama örgütleri olarak sendikaları etkin hale getirmek, “filler ve karıncalar” durumundan kurtulmanın en iyi yoludur. Üreticilerimizin diğer firmalar yerine kooperatiflere satış yapmalarını sağlayacak tercih nedenlerinin yaratıldığı, iyi örgütlenmenin sağlanabildiği ve ürünün tümünün kontrol edilebildiği kooperatiflerin kurulmasının yanında, sendikaların iç hukuk düzenlemelerinin yapılarak etkin hale getirilmesi hem üreticimize hem de tüketicimize büyük yarar sağlayacaktır.