Türkiye, GDO mevzuatına ilk olarak 26 Ekim 2009’da yürürlüğe giren bir yönetmelik vasıtasıyla kavuştu. Bunun üzerine birçok tartışmalar yaşandı. GDO’ya Hayır Platformu, yönetmeliğin GDO’lu ürünlerin ülkemize resmi kanaldan sokulmak için çıkarıldığını ifade etti. Ancak, bu görüşe AKP kanadı (bakanı ve bürokratları) şiddetle itiraz etti. Hatta, iddialı bir şekilde, “bu ülkeye bundan sonra bir gram GDO girsin görevimi bırakırım” diyenler çıktı. Sonuçta bu yönetmelik vasıtasıyla ülkemize, iki tanesi yem katkı maddesi olmak üzere mısır, soya, pamuk, kanola, patates, şeker pancarına ait GDO’lu 32 çeşidin girmesine izin verildi. İddialı konuşanlar ise görevini bırakmadı.
2010 yılında ise Biyogüvenlik Yasası ile yönetmelikleri yürürlüğe kondu. Bu mevzuat çerçevesinde oluşturulan Biyogüvenlik Kurulu, kendisinden önceki bilimsel komitelerin verdiği GDO izinlerini kabul etmedi. Ancak, daha önce gıda ve yem amaçlı kullanılmak üzere ithalatına izin verilen GDO’lu üç soya çeşidine, kendisine yapılan başvuru üzerine, sadece yem olarak kullanılmak üzere izin verdi.
Oluşturulan bilimsel komitelere, sadece yem olarak kullanılacak GDO’lu soyalar için basitleştirilmiş işlem kapsamında risk değerlendirmesi ve sosyo-ekonomik değerlendirme yaptırıldı. Biyogüvenlik Yasası’nda açık bir şekilde “GDO ve ürünleri ile ilgili yapılan başvurular hakkında risk ve sosyo-ekonomik değerlendirmeye ilişkin bilimsel raporlar, Kurul tarafından, biyogüvenlik bilgi değişim mekanizması vasıtasıyla kamuoyuna açıklanır.” hükmü bulunduğu ve Biyogüvenlik Kurulu’nun karar aşamasında gelecek görüşleri dikkate alacağı belirtildiği halde, ne yazık ki bu GDO’lu üç soya çeşidi için mevzuat uygulanmadı. Biyogüvenlik Kurulu bu durumu, basitleştirilmiş işlem kapsamında böyle bir uygulamaya gerek olmadığı şeklinde açıkladı. GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri bu eksikliği yargıya taşıdı. Dava sürüyor.
Bilimsel risk ve sosyo-ekonomik değerlendirme komiteleri bu kez de GDO’lu üç mısır çeşidi, Bt11, DAS 1507, DAS 59122, için bilimsel raporlar hazırladı. Mevzuat gereği bu raporlar kamuoyuna duyuruldu. Kamuoyu görüşlerini sundu. Görüş verme süresi 14 Eylül 2011 tarihinde son buldu. Biyogüvenlik Kurulu, kamuoyunun görüşlerini de dikkate alarak, GDO’lu üç mısır çeşidinin ithal edilmesi ya da edilmemesi yönündeki görüşünü Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na iletecek.
Bilimsel risk değerlendirme komitesi raporunun hazırlanmasında dikkate alınan kriterlere baktığımızda, daha baştan pek güvenilmemesi gereken bir rapor olduğunu görüyoruz. Zira, bu raporda bilimsel değerlendirmeye esas verilerin ithalatçı firma tarafından sunulduğu, GDO konusunda bilimsel değerlendirmeler yapan EFSA, WHO, FAO, FDA gibi kurumların görüşlerinin esas alındığı ve GDO’lu ürünleri üreten ve tüketen ülkelerin dikkate alındığı belirtilmektedir.
GDO gibi dünyadaki bilim insanlarını ikiye bölmüş bir konuda ithalatçı firma tarafından sağlanan bilgi ve belgeler yanlı olacaktır. Hangi firma ithal etmek istediği GDO’lu ürünlerin kötü olduğuna dair bilgi ve belge sunar?
Tohumlarda genetik değişim, doğal yolla gerçekleşmeyecek bir şekilde, laboratuarda bir mikroorganizma geninin ileri teknoloji yardımıyla aktarılması yoluyla yapılmaktadır. Teknoloji ürünü sayılan GDO’lu tohumun patenti şirket tarafından alınmakta ve fikri mülkiyet hakkı çerçevesinde lisans anlaşması ile kullanıcılarına verilmektedir. Şirketler, yaptıkları lisans anlaşmaları ile GDO’lu ürünlerini bağımsız bilim insanlarının incelemesini engellemektedir. Dolayısıyla EFSA, WHO, FAO, FDA gibi kurumların bilimsel değerlendirmelerine kaynak teşkil eden çalışmalar, GDO’lu tohumları üreten şirketlerin kendi yaptıkları ya da yaptırdıkları ve yayımlanmasına onay verdikleri çalışmalardır. Adı geçen kurumlar bağımsız olarak tanımlanmalarına karşın bunlar siyaseten bağımsız, ancak GDO’lu tohumları üreten şirketlerle son derece iç içe kurumlardır. Diğer yandan, WHO’nün domuz gribi ile ilgili yaşanan tutarsızlıkları yakın geçmişe örnektir. Geçmişte FAO, açlığın nedeninin tarımsal üretim yetersizliği değil, üretilenin adil paylaşılmaması gerçeğini saptayan raporunu baskılar sonucu web sitesinden kaldırmak zorunda kaldı. FDA’nın üst düzey yöneticilerinin atanmasında şirketlerin etkisi çok büyüktür. EFSA ise GDO konusundaki saptanan tüm olumsuzlukları “laboratuar hatası, olumsuzluklar önemsiz düzeyde, dikkate alınmasa da olur” şeklinde geçiştirmektedir.
GDO’lu ürünleri yetiştiren ve tüketen ülkelerin ne yaptığı ise bizi hiç mi hiç ilgilendiren bir konu olamaz. Kötü örnek alınmaz, iyi olan örnek alınmalıdır. İyi olan ise GDO’lu üründen uzak durmaktır.
Bilimsel risk değerlendirme raporunda, fare besleme deneyinde GDO’suz mısırla beslenen farelerin daha uzun yaşadıkları belirtilmektedir. Böyle bir saptamaya göre insanoğlunun niçin daha uzun yaşayamadığı anlaşılmaktadır, GDO’lu mısır yemediği için! GDO’ları güzel göstermek uğruna bilim insanlarınca böyle bir örneğin verilmemesi gerekir.
Bilimsel risk değerlendirme raporunda yer alan “GDO’lu ürünlerin kaza ile ve/veya sabotajla büyük ölçekte çevreye yayılması durumlarında alınacak hızlı ve kapsamlı önlemlerin Ulusal Afet Planlarıyla ilişkilendirilerek değerlendirilmesi ve planlanması” önerisi bile bu ürünlerin tehlikesinin boyutunu göstermek için yeterlidir.
Bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirme raporlarında ise GDO’ların olumsuzluklarına daha çok yer veriliyor. Bu raporlarda özetle GDO’lu mısır ve soyayla beslenen canlılarda görülen sağlık tehlikeleri açıkça belirtiliyor. Bir bakteriden tohumlara aktarılan toksin (zehir) ile GDO’lu ürünlerle kullanılan tarım ilaçlarının insan bünyesinde tespit edildiği açıkça belirtiliyor. Bu ürünleri tüketen hamile kadınların karnındaki çocuklarda dahi olumsuzlukların tespit edildiği, hayvanlarda karaciğer ve böbrek tahribatları olduğu örnekleriyle ortaya konuyor. Hatta GDO’lu yemlerle beslenen hayvanların ürünlerinde de bu genlerin görülmesinden dolayı bu ürünlerin de herhangi bir oran aranmaksızın etiketlenmesi isteniyor. Biyogüvenlik Yasası, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın eşik değeri her bir gen için ayrı ayrı belirleyeceğini, o değer ve üzerindeki ürünlerin ve yemlerin etiketleneceğini belirtmektedir.
Daha önce Biyogüvenlik Kurulu’nun yem amaçlı kullanılmak üzere izin verdiği GDO’lu soyalar için binde 9 eşik değer önerilmişti. Yani bir yemin içerisindeki GDO’lu soya binde 9 oranının altında etikette GDO’yu belirtmeye gerek yoktur. Ancak binde 9 ve üzerinde GDO bulunursa etikette GDO’yu belirtmek gerekir. Oysa, örnek alınmaya çalışılan AB mevzuatında, bir gıda ya da yem içerisinde bilerek GDO kullanıldığında oranına bakılmaksızın GDO’lu diye etiketlenmektedir. Ancak, herhangi bir şekilde kazara bulaşma söz konusu ise ya da teknik açıdan GDO kullanılması zorunluluğu bulunuyor ise işte o zaman binde 9 eşik değer uygulanmaktadır.
Bilimsel sosyo-ekonomik değerlendirme raporunda sağlık riskleri açıkça belirtilen GDO’ların etiketlerde belirtilmesi halkımızı onun tehlikelerinden korumaya yeterli değildir.
Raporda her türlü olumsuzluğun ortaya konmasına karşın bilimsel komite, hayvancılık sektörünün mısır ihtiyacından dolayı GDO’lu üç mısır çeşidinin ithal edilmesi yönünde onay vermiştir. Bu kararın bilimsellikle bağdaşır hiçbir yanı yoktur.
Ülkemizin ihtiyacı olan GDO’lar değil, kendine yeterliliği hedefleyen bir tarım politikasının uygulanmasıdır.
*Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı