Kaushik Sunder Rajan’ın Biyokapital adlı kitabı Metis Yayınları’ndan geçen mayıs ayında çıktı. İnternet otamında yaptığım taramada Karasaban.net te de yayınlanan Nurettin Abacıoğlu‘nun yazısıyla Nazife Şişman‘nın yazısını bulabildim.
Her iki yazının da değindiği noktalara tekrar değinmeyi gerekli görmüyorum. Öncelikle sabrınıza sığınarak kitaptan alıntılarla devam ediyorum.
“Kapitalizm ile biyokapital adını verdiğim şey arasındaki ilişki daha ziyade biyokapitalin kapitalizmin aynı anda hem bir devamı, evrimleşmiş bir biçimi ve alt kümesi, hem de ondan farklı bir biçim olmasına dayanıyor” sy.24
Rajan yöntem olarak Marx’ın Kapital’de yaptığı gibi ürün, yabancılaşma, emek vs şeklinde bir yöntemle konuyu aktarmaya çalışıyor.
Kitaptan Raja’ın kendisinin de biyogenetik firmalarında çalıştığını anlıyoruz.
Rajan “ürün” olarak somut bir nesneden mesela bir ilaçtan ya da bir yöntemden bahsettiği gibi bir canlı organizmaya ait bir “tutam” bilgiden de bahsedebiliyor.
Öyle bir ürün ki bu; yatırımcılar ürünün ne işe yaradığını hatta ileride bir işe yarayıp yaramayacağını bile tam olarak kestiremiyorlar. “Kumarhane kapitalizmi” terimi en çok sanırım bu durum için geçerli.
“Sözgelimi, yukarıda bahsettiğim üzere genom araştırmaları alanına özgü olduğu söylenen şeylerden biri, yaşamı bilgi olarak tahayyül etmemize olanak vermesidir. Gelgelelim yaşamın bilgiden oluştuğu fikri, moleküler biyolojinin temelini oluşturan dogmanın bir parçasıdır” sy. 30
“Bu kitap eşzamanlı olan iki ayrı anlatı düzleminde yazıldı; kitabın iskeleti de bu iki düzlem üzerinde oturuyor. Kitapta ileri sürülen temel teorik ergüman şu: Biyokapitali anlamak için yeni yaşam bilimlerinin ortaya çıkışına zemin hazırlayan maddiyat ve soyutlama tarzları ile bu bilimlerin gerçekleşmesini sağlayan piyasa rejimleri arasındaki ilişkiyi analiz etmek gerekir.” sy.51
Kitapta üstü örtük olarak anlatılan şey, bir şirketin verdiği kutlama partilerinin birisinde sarhoş bir şirket çalışanının dudaklarından dökülüyor: “Dünyayı ele geçirmeye çalışıyoruz”.
Evet bir bilim-kurgu fantazisi gibi görünen hedef artık aklı başında (?) “bilminsanları”nın kafalarında geziniyor.
Hayatın ve ölümün sırlarına vakıf olmak ! Ne büyük hayal ve borsadaki değerini düşünsenize !!!
“Bilgi bir yandan kendi kaynağı olan biyolojik malzemeyle ilişkilenir, diğer yandan da ancak biyolojik malzemeden türetilebilir. Bilginin biyolojik malzemeden soyutlanarak alınması tedavi için anlamlı bilgiyi üretmede özel bir role sahiptir. Bilgi üretimini sezgisel bir biçimde ‘yaratıcı’ bir etkinlik olarak tasavvur etmenin ve dolayısıyla bilgiyi meşru bir biçimde sahip olunabilecek bir şey olarak kavrmasallaştırmanın bu kadar kolay olmasının sebebi de budur” sy 63
Tam da öyle kavramsallaştırılıyor. Nasıl ki işçi fabrika tezgahında malı ürettiği anda onunla tüm ilişkisini kesiyorsa ve bu doğal ve meşru addediliyorsa insan veya doğanın bilgileri de bilgi bir defa ortaya çıktıktan sonra mülk edinilebiliyor.
“…daha önce değindiğim gibi, biyokapitalizmin en temel özelliği, iktisadi olan ile epistemik olanın, daha özelde ‘bizatihi yaşam’a ilişikin epistemolojilerin iç içe geçmesinden kaynaklanır” sy 171
Nedir bu epistemoloji?
Her hangibirimizin kansere yakalanma olasılığı mı? Yoksa aspirine karşı alerji geliştirmemiz mi?
Genetikçiler hayal satıyorlar. Öyle bir noktaya getiriyorlarki işi akla gelen her türlü doğal süreç genetik kodlarımız tarafından belirlenir oluyor.
Öyle ya insanların su altında yaşayamamalarının da sorumlusu genetik kodlar değil mi :)
“Bilimsel bilgi fetişizmi, Marksist meta fetşizmine benzer mekanizmalar aracılığıyla işler. Fetişizmin neden olduğu gizemlileştirme, bilgisel bilginin kendini hakikat olarak sunmasının yarattığı bir ‘yanılsama’dan çok, toplumsal olarak kurgulanmış, olumsal bir şeyin doğal gibi görünmesinden kaynaklanır. Bilimsel bilginin bir çırpıda keşfedilmeyi bekleyen, doğal, ‘kendinde nesne’ biçiminde gizemlileştirilmesine epistemik fetişizm adını veriyorum. Bu fetişizm, bilimsel bilginin bilgi üretimin, gerçek tarihsel süreçlerinin maddi-semiyotik-kavramsal bir sonucu olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesine yol açar.” Sy.214-215
“Teknolojinin bünyevi ‘kötülük’ potansiyelinden başka bir de bunların suistimalininin doğuracağı ‘kötülük’ söz konusur. Burada ‘suistimal’ sözü, örneğin Nazi biliminde olduğu gibi, yalnızca kabul edilmiş bir norma kıyasla ‘kötüye kullanma’yı değil, aynı zamanda yanlış biçimde el koymayı ifade eder. Burada ‘el koyma’ tabirini özellikle mülkiyet, mübadele ve temsile ilişkin olarak kullanıyorum. Diğer bir deyişle, yeni teknolojiler ve belki de bilhassa yeni biyo-teknolojiler, barındırdıkları yaratma ve manipüle etme olanakları sayesinde korkunç şeyler ortaya çıkarma olasılığı taşımakla kalmaz, temsili yapıların (elimizdeki ornekte bu bazı şirketler veya genel anlamıyla ‘serbest piyasa’dır) kutsallaştırılmasının yol açtığığı tehlikeleri de beraberinde getirir. ‘Kutsal’ addedilen bu kurumların aşırı edimlerine veya uygunsuz davranış biçimlerine cevaz verir.” sy 262
Mesele ahlakidir. Öncelikle insan, hayvan, bitki ya da bir mikrobun genetik kodlarının öğrenilmesi normal bir süreç olarak görülebilir. Peki bu bilgi ne yapılacaktır?
Mesela “bilimsel araştırmalar yapılacaktır” denebilir. Peki bu halde bilimsellik kriteri nedir? Buna kim karar verecektir? Bu bilgilerin kullanımı hangi aşamadan sonra “ticari”, hangi aşamadan sonra “suç” olarak değerlendirlecektir?
Ya “ticaret suçtur” diyen bir dünya görüşüne sahipsek?
Evet, artık Pandora’nın kutusu açılmıştır. Kötülükler bütün dünyaya yayılmıştır.
Paranız varsa şu an karşınızda olan bilgisayara insan genomunu ya da tifo mikrabunun genomunu satın alıp kopyalayabilirsiniz.
Bu bilgiyle ne yapacağınız yalnızca sizi ilgilendirir. Evet bu ahlaki midir?
“Sonuç bölümünde, kitabın başında ortaya attığım iddiaya geri dönmek istiyorum: biyo-teknoloji, kapitalizmin yeni bir yüzünü ve yeni bir aşamasını temsil eder. Bu iddiayı isbatlamak güç olabilir, çünkü yaşam ve kapitalizmin birbirini karşılıklı olarak üretmesi ilk kez karşı karşıya olduğumuz bir durum değildir. Bunun için özellikle 1960’ların yeşil devrimine bakmak yeterlidir. Bu dönemde yeni zirai yöntemler ve kurumsal düzenlemeler, risk yönetimiyle ilgili yeni söylem ve stratejiler, güvenlik ve yaşam tarzıyla ilgili yeni kaygılar, ortaya çıkan çevre hareketi etrafında ifade bulmuştu. Bu yeniden düzenlemelerde hem devletle hem de şirketler rol oynamıştır. Öyleyse biyokapital, zamansal anlamda kapitalizmin yeni bir evresini temsil etmez.” sy 337
Kapital bir iktisat kitabı olmadığı gibi (Asıl Adı :Ekonomi-poltiğin eleştirisi), Biyokapital de iktisat ya da biyoloji kitabı değil. Bir felsefe kitabı. Kapital baştan sonra nasıl ki insanın kendi emeğine yabancılaşması sürecini anlatıyorsa, Biyokapital de insanın kendi doğasına ve bedenine yabancılaşma sürecini anlatıyor.
Mesele insanın teknoloji vasıstasıyla neleri başarıp başaramayacağı meselesi değildir. Mesele bu yapılan ya da yapılması mümkün olan şeylerin insani olup olmadığıdır.
Bilginin metalaşma süreci bilinen bir durum, ama genom bilgisi kendi başına ayrıca bir değer taşıyor. Tıpkı bilgisayar programlarının bilgisayardan ayrı bir değer taşımaları gibi.
Rajan bilginin canlı organizmadan elde edilmesi, sınıflandırılması, geliştirilmesi ve anlamlandırılması vs. türü bir sürecin izini sürüyor.
Genetik bilgi kapitalist ilişkilerin bir unsuru haline gelmeye başlıyor; ama aynı zamanda genetik bilgi kapitalist sürece farklı özellikler de ekliyor; ya da kapitalist süreçte bu döneme kadar fazla önem verilmeyen alt süreçlerin asli hale gelmesine tanıklık ediyoruz.
Rajan aslında ahlaki seçimini kitabın en başında veriyor:
“Zizek ve Susan Buck-Morss gibi akademisyenlerin güçlü bir biçimde savundukları gibi, burada sorunsallaştırılması gereken şeyin, kapitalizmi tekmil, ebedi ve tarihsellikten yoksunmuş gibi ele alan tahayyülün kendisi olduğunu iddia edeceğim” sy.20
“Don Quijote’nin maceraları, yolları ve dolambaçlarıyla, sınırı
çizmektedir: eski benzerlikler ve işaretler oyunları onda sona ermektedirler;
yeni ilşkiler daha şimdiden burada kurulmaktadırlar. Don Quijote deli bozuk
biri olmaktan çok, benzerliğin bütün işaretleri önünde mola veren özenli bir
hacıdır. O, Aynı’nın kahramanıdır. Tıpkı dar ve küçük taşrasından olduğu gibi,
Benzer’in etrafında yayılan bildik düzlükten de uzaklaşmayı başaramamaktadır.
Farklılığın net sınırlarını asla aşamadan, ne de kimliğin kalbine ulaşamadan
buraları sonsuza kadar kat etmektedir. Oysa, kendi de bizzat işaretlerin
benzerliğinde yer almaktadir. Bir harf gibi uzun bir çizgi olarak, kitapların
esnetmesinden kaçmış bulunmaktadır. Bütün varlığı, dil, metin basılı kağıt,
daha önce yazılmış öyküden başka birşey değildir. Aralarında kesişen
kelimelerden meydana getirilmiştir; o, dünyada şeylerin benzerliği arasında
başıboş dolaşan yazıdır. Ama tam da değil: çünkü fakir hidalgo olması gerçeği
içinde, ancak Yasa’yı formüle yüzlerce yıllık destanı uzaktan uzağa dinleyerek
şövalye haline gelebilir. Kitap onun varoluşundan çok, ödevidir. Ne yapacağını
ve ne diyeceğin,i ve içinden çıktığı metinle aynı doğadan olduğunu kendine ve
başkalarına kanıtlayabilmek için hangi işaretleri vereceğini bilebilmesi için,
sürekli olarak bu kitaba başvurmak zorundadır. Şövalyelik romanları, onun
macerasının reçetesini, bir kerede edebiyen geçerli olmak üzere yazmışlardır.
Ve her olay, her karar, her macera, Don Quijote’nin gerçekten, açığa çıkardığı
bütün bu işaretlere benzediğinin işareti olacaktır.
Fakat eğer onların benzeri olmak istiyorsa, onları kanıtlaması
gerekir, çünkü işaretler (okunabilir) artık varlıklarla (görülebilir)
benzerlik içinde değillerdir.”
Kelimeler ve Şeyler/Don Quijote / Michel Foucault, sy 83