Taslakta grev kelimesi ağırlıklı olarak başına yasadışı sıfatı getirilmek suretiyle kullanılmış, ILO tarafından savunulan hapis cezalarının kaldırılması gerektiği yönündeki görüş, konu grev olanca, görmezden gelinmiştir
1983 yılında yürürlüğe giren 2821 sayılı Sendikalar Yasası ile 2822 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası bu tarihten itibaren tartışmalı bir konu olmuştur.
Baştan aşağıya işçi sınıfını hizaya sokma, denetim altında tutma ve hakları kullandırmama üzerine kurulu bir “hukuk” düzenlemesi olarak varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Her değişiklik girişimi ya hüsranla sonuçlanmış ya da sonuçsuz kalmıştır.
En sonuncu girişim 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra başlamıştır. Yeni göreve gelen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, “ILO normlarına uygun” bir düzenleme yapılmak üzere tarafları davet ettiğinde yeşeren umutlar, yine hüsranla yıkılmıştır.
Bakanlık, üç işçi konfederasyonu (Türk-İş, Hak-İş. DİSK) ve bir işveren konfederasyonunun (TİSK) katılımıyla başlayan hazırlık toplantıları DİSK’in çekilmesiyle yeni bir evreye girmiştir. İki ayrı yasa, DİSK’in ayrılmasından sonra yapılan tek bir oturumda tek bir yasa halinde birleştirilmiş ve ortaya “Toplu İş İlişkileri Kanunu” adı verilen melez bir taslak çıkarılmıştır.
Genel gerekçesinde, “Sendika kurma, sendikaya üyelik, sendika yöneticisi olma, sendikal güvenceler, sendikal faaliyetler, sendikaların işleyişleri, denetimleri, serbest toplu pazarlık, iş uyuşmazlıklarının çözümü ve toplu iş sözleşmelerinin düzeyi, 87 ve 98 No.lu sözleşmeler paralelinde düzenlenmiştir” denilmektedir.
Ana hatlarıyla yazımızda, taslağı hazırlayanların bu iddialarının ne oranda doğru olduğunu anlamaya çalışacak ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri açısından süzgeçten geçirmeye çalışacağız.
Bu konuda 2009 ve 2010 yıllarında ILO Uzmanlar Komitesi incelemeleri, tespitleriyle 2010 yılında ILO tarafından Türkiye’ye gönderilen heyetin raporları önemli oranda bize yardımcı olacaktır.
Taslakta dikkati çeken ilk olgu 2821 ve 2822 sayılı yasaların çeşitli maddelerinin kaldırılması, bazılarının farklı bir dille yazılması ve bazı yeni eklemelerin yapılmasıyla tek bir yasa metni oluşturulmasıdır.
Bu kısmen anlaşılır bir durumdur. Birbiriyle birçok yönden bağlantılı olması, iki ayrı yasa yerine tek bir yasa halinde düzenleme yapılması belli bir kolaylık yaratabilir. Ancak bu birleştirme biraz alelacele olmuş ve hızla yapılan ekleme-çıkarmalar çelişkiler yaratmış. Bunun en bariz örneği grev ile ilgili düzenlemelerde görülmektedir. Daha önceki taslaklarda grevin mahkeme kararıyla yasaklanması öngörülmüştü, bu nedenle 52. Madde buna göre düzenlenmişti. Şimdi, mahkeme kararıyla grev yasaklama kaldırılmış, 63. Madde ile grev yasağı getirilen işler sıralanmış. Bu gariplik nedeniyle grev yasağı getirilen işlerdeki uyuşmazlıklarda ne yapılacağı tanımsız bırakılmış. Yüksek Hakem Kurulu’na başvuru yolu mahkeme tarafından yasaklanma hali için geçerli kılınmış.
Sendika kurma, üyelik ve sendikaların işleyişi açısından taslağı incelemeye başladığımızda tanımlardan başlayarak geçmiş sorunların devam ettiği görülmektedir.
Tasarıda sadece sendika ve konfederasyon tanımlanmıştır. Sendikaların faaliyet alanı ise yalnızca 18’e indirilen ve listesi verilen işkolları ile sınırlanmıştır. Oysa ILO sözleşmeleri bu konuda yoruma gerek göstermeyecek kadar açıktır.
Tüzüklerin özgürce belirlenmesi konusundaki açık hükme rağmen, yönetim kurullarına kaç kişinin seçileceğine varıncaya kadar tüzük ve işleyiş üzerinde kısıtlamalar da devam etmektedir. Bu noktada getirilen belki en önemli yenilik, yönetim, denetim ve disiplin kurullarının görevleriyle ilgili tanımlamaların kaldırılmış olmasıdır.
Sendikal haklar açısından ILO Sözleşmelerine en uygun değişiklik, üyelik ve istifada aranan Noter onayı şartının kaldırılmış olmasıdır. Bunun yerine, e-devlet kapısı üzerinden bu işlemler gerçekleştirilecektir. Henüz çok yaygın olarak kullanılmayan bu sistemin nasıl işleyeceği ise belirsizdir.
Herkesin sendika kurmasına izin vermeyen zihniyet yeni taslakta da izlerini sürdürmektedir. Sadece belirtilmiş işkollarındaki işçiler için üyelik söz konusu olmaktadır. Aynı işkolunda olmak koşuluyla farklı işyerlerinde çalışanlara birden fazla sendikaya üyelik getirilmiş olması yetersiz kalmıştır. Aynı şekilde emekli olanların üyeliğin sona ermesi de yine sendika üyeliğini kısıtlayan unsurlar olmuştur.
Şubelerin kapatılması yönünde genel kurullar tarafından yönetim kuruluna yetki verilebilmesi, aidat miktarının belirlenmesi gibi konular taslakta tüzüklere bırakılmış. Bütün bu konular, hiç şüphesiz, genel kurullarda delegelerin Tüzük konusuna daha fazla önem vermelerini gerektirecek konular oluşturulacaktır.
Sendika yöneticilerinin ve işyeri temsilcilerinin iş güvenceleri artırılarak, bu konudaki talepler ile ILO’nun yapılmasını gerekli gördüğü değişikler karşılandığı söylenebilecektir.
Uluslararası örgütlere üyelikteki kısıtlamalar önemli orand
a kaldırılmış görünmektedir.
Denetim konusunda, yapılan değişiklikle genel kurulu öncesinde yeminli mali müşavirliklerce denetim yapılması zorunluluğu getirilmiştir. ILO’nun denetimin bağımsız denetimcilerce yapılması önerisi tam bir çarpıtmaya uğratılmıştır.
Milletvekili seçilen sendika yöneticilerinin bu görevlerinden ayrılmaları hükmü yine korunmuştur. Bu hüküm ILO tarafından kaldırılması gereken maddeler arasında yer almaktadır.
Örgütlenme özgürlüğü yönünden bakıldığında kısmen iyileştirmeler gözlenmekle birlikte, yine de temel yönlerden tasarının ILO’nun sözleşmelerini ve bu sözleşmeler doğrultusunda uzmanlar komitesinin saptadığı ilkeleri karşılamaya yetmediği açıktır.
Taslağın toplu sözleşme ve grev hakkı yönünden incelenmesinde karşılaştığımız manzara, hiç de iç açıcı değildir. Tam tersine kimi yönlerden hakları bir hayli kısıtlayan düzenlemelere gidilmiştir.
Hazırlanan taslakta 2822 sayılı Yasada olmayan iki yeni toplu sözleşme düzeyi tanımlanmıştır; çerçeve ve grup toplu iş sözleşmesi. Aslında bunlar fiilen uygulanan ama tanımı yasa ile yapılmamış toplu sözleşmelerdi. Şimdi “resmen” tanımlanmıştır. Çerçeve sözleşme ileride yeni sorunlara kaynaklık edecekmiş gibi görünmektedir. Toplu iş sözleşmesinin çerçeve sözleşmeye aykırı olamayacağı şeklinde bir hüküm (madde 37) sendikaların elini bağlayabilecek niteliktedir.
ILO açısından bu alandaki en kritik iki nokta, işkolu ve işyeri-işletme barajları sorunu aşılmamıştır. Taslak üzerinde yapılan en sert tartışmalar, özellikle barajlar konusundadır. Ayak diretenler ise işverenlerle birlikte özellikle Türk-İş yönetimidir.
İşkolu barajı oranı binde 5’e, işletme barajı yüzde 40’a indirilmiş olsa da yine de bir sendikanın üyeleri adına toplu sözleşme yapabilmesinin önüne engel çıkarılmaya devam edilmiştir. İşyerindeki baraj, eskisi gibi yüzde 50+1 olarak muhafaza edilmiştir.
Toplu sözleşme ve grev uygulamalarıyla ilgili hemen her aşamada, her idari işlemde toplu sözleşmenin yetkisinin kaybedilmesi gibi bir ceza sürekli sendikaların tepesinde asılı tutulmuştur.
Pratikte hiçbir yararı olmayan ve tümüyle tarafların anlaşmasına bağlı olarak gerçekten çözüm üretmek üzere tayin edilebilecek “arabulucu”luk yine bir dayatma olarak konulmuştur.
Grev hakkı yine en fazla yasaklama ve kısıtlama konusu olmaya devam etmiştir. Yalnızca toplu sözleşme uyuşmazlığının grevin konusu yapılması, grev hakkını temelden zedelemektedir. ILO’nun bu konuyla ilgili yapılmasını istediği değişiklik çok nettir; “siyasi grev, genel grev ve dayanışma grevi yasağı kaldırılmalıdır.” Taslakta grev kelimesi ağırlıklı olarak başına yasadışı sıfatı getirilmek suretiyle kullanılmış, ILO tarafından savunulan hapis cezalarının kaldırılması gerektiği yönündeki görüş, konu grev olanca, görmezden gelinmiştir.
Bir ara mahkeme kararıyla erteleme veya yasaklama tartışılmış (ki bu kısmen ILO’nun listesinde yer almaktadır), ancak gelinen son aşamada taslağa yasak işler girmiştir. Üstelik ILO’nun yalnızca “yaşamsal hizmetler”le sınırlandırılabileceğini belirttiği bu konu, taslakta genişletilmiştir. Yeni düzenleme yasalaşırsa; elektrik, doğalgaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı, bankacılık, itfaiye, şehiriçi toplu taşıma, can ve mal kurtarma işleri grev yasağına alınmıştır. ILO bu konularda, hem yaşamsal diyerek bir tanım vermekte hem de bu alanda kesin yasak yerine “asgari hizmet sağlayan bir çözüm” getirilmesini istemektedir.
Bakanlar Kurulu’na “genel sağlık” ve “ulusal güvenlik” gibi son derece açık ve muğlâk tanımlarla grev erteleme yetkisi verilmiş, ILO gerekleri burada da göz ardı edilmiştir.
Grev oylaması, ILO açısından sendikaların iç işleyişi konusudur, bu ancak sendika tüzüğü ile belirlenebilir. Taslak bu konuyu detaylı biçimde hükme bağlamıştır. Grev gözcüsü ve grev sırasında yapılacak işler de denetimci ve baskıcı zihniyetin izlerini yansıtmaya devam etmiştir.
Yapılan kimi olumlu düzenlemeler, bütündeki hakları ve özgürlükleri kısıtlayan, yasaklayan temel örgüyü etkilememektedir.
Taslak bu haliyle, yaşanmakta olan sorunların önemli bir kısmına yanıt veremediği gibi, 90. Madde yönünden Anayasa’ya aykırı bir içerikle oluşturulacaktır.
Dağ bir kez daha fare doğurmayı başarmıştır. Böylesi bir başarıda en büyük pay hiç şüphesiz işverenlerle ve iktidarla al takke ver külah vaziyetindeki “işçi” konfederasyonlarındadır. Korkunun ecele faydası olmayacağını göremeyecek kadar körleşen yöneticiler, işçi sınıfının en temel haklarının önünde, gönüllü barikat haline gelmişlerdir.
Daha henüz kaybedilmiş bir şey yoktur, sonuçta ortadaki bir taslaktır. İşçi sınıfına düşen sorumluluk, bu taslağın en azından ILO normlarına uygun hale gelmesi için önündeki engellerden kurtulmasını sağlamaktır. İkinci aşama bundan sonra hızla gündeme gelecektir.
Taslağın, Bakanlar Kurulu’ndan çıkıp yasa tasarısı haline gelmesiyle birlikte TBMM’deki serüveni ise başka bir mücadele alanı olarak hepimizi beklemektedir.
Kaynak : Sendika.org-13 Kasım 2011