Anlatıya göre Rus Çariçesi Katerina’nın devlet adamı ve askeri lideri olarak görev yapan Aleksandroviç Potemkin, Çariçe imparatorluk sınırları içindeki köyleri gezmeye karar verdiğinde ülkenin perişan halini ondan gizleyebilmek için güzergâh üzerindeki köylere önceden gider ve hepsini olduğundan farklı bir hale getirirmiş. Aslında harabe halindeki köylerde kapsamlı değişiklik yapılmaz, sadece birkaç dekor pano ile ‘durum idare edilirmiş.’ Hatta köyü güzelleştirmek için kullanılan dekorlar daha sonra başka köyler için de kullanılmak üzere sökülüp diğerlerine yeniden takılırmış. Rivayete göre bu olaydan ‘Potemkin Köyleri’ terimi üretilmiş. Daha sonraları bu tabir gerçekte olmayan veya işin esası farklı olduğu halde durumun dışarıdan bakanlara gerçekte olduğundan daha iyi gösterilmeye çalışıldığı durumlar için kullanılan bir deyim haline gelmiş.
Bu haftaki konumuz geçen günlerde Meclise sunulan “Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu” ve Kanun tasarısının Potemkin Köyü deyimini çağrıştırıp çağrıştırmadığı. Aslında Kanun çalışmalarına 2003 yılında başlanmıştır ve tam beş kez değişerek bugünlere gelinmiştir. Başlangıçta çok iyi niyetlerle başlanan çalışmaların pusulası bozularak bugünkü şeklini almıştır. Kanun yasalaşırsa, ülkemizin koruma alanları ve doğasını bu Kanun’un uygulamalarından koruyacak başka bir kanuna ihtiyaç duyacağız gibi görünüyor.
Bu tasarı, ülkemizde doğal varlıkların tamamının “üstün kamu yararı” gözetilerek değerlendirilmesini öngörüyor. Acaba “üstün kamu yararı ekonomik yararlarla aynı anlama gelebilir mi?” diye bir soru hemen aklımıza geliveriyor. Tasarıya bakıyoruz ve ülke yüzölçümümüzün sadece %4’ünü oluşturan koruma alanlarımızın kullanımına ama “sürdürülebilir” kullanıma açılabileceğini görüyoruz. Kim izin verecek? Karışık ama Bakanlığın birisi. Sürdürülebilir kullanım nasıl olur peki? Örneğin siyanürle altın arama çalışmaları yaparsınız. Alın size üstün kamu yararı. Topraklarımızın altında yatan bu zenginliği kullanmayalım mı yani? Ağaçları keselim, tamamını kesmicez ya. Toprakları köstebek gibi delik deşik edeceğiz ama diğer taraftan ağaç dikeceğiz. Hatta tarım yapacağız. Bakın nasıl sürdürülebilir bir faaliyet içindeyiz. Ya da hidroelektrik santrali kurabiliriz. Enerjiye ihtiyacımız var. Ya da milli parklardan birisine güzel bir otel yapıp, tatilcileri ağırlayabiliriz. Aman dikkat sürdürülebilirlik şart! Sürdürülebilirliğe yani gelecek kuşaklara ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek bir şey bırakmadın mı? Gelsin idari para cezası. En az bin lira en çok ellibin lira. Bazılarımız “parasıyla değil mi? Önce kirletirim veya talan ederim sonra cezamı çekerim” diyebilir. Kısacası tasarı bu haliyle doğal varlıkların devri ve işletilmesi için kapıları sonuna kadar açıyor.
Türkiye Biyoçeşitlilik Sözleşmesine 1996 yılında taraf olarak, biyolojik çeşitliliğini korumak ve sürdürülebilir biçimde kullanmakla yükümlü olduğunu onaylamış, biyoçeşitliliğin belirli insan faaliyetleri yüzünden önemli ölçüde azalmakta olmasından kaygı duyduğunu belirterek anlaşmayı imzalamıştır. Ayrıca sözleşmeye göre %4 olan koruma alanlarımızı arttırma sözü vermiştir. 2010 yılında toplanan Dünya Biyoçeşitlilik Konferansı’nda 2020 yılına kadar biyoçeşitliğimizin karalarda %17, sularda da %10’a çıkarılacağının öngörüldüğünü hepimiz hatırlıyoruz. Tasarının bu haliyle bunu başarmamız şüpheli görünüyor.
Tasarının diğer önemli maddesi olan 9. maddesinde ise herhangi bir koruma ve planlama çalışması yapılması durumunda yöre halkının sadece bilgilendirileceği ifadesi yeralıyor. Örneğin ormanlarımız kanun tasarısında belirtildiği gibi “üstün kamu yararı gözetilerek”, “alternatif çözümlerin bulunamaması durumunda”, “gerçek ve tüzel kişilerden gelen öneriler doğrultusunda” maden şirketlerinin sürdürülebilir kullanımına verilirse orman köyleri, köylüleri durumdan haberdar edilecek ve belki bu köylülerimiz binlerce yıllık kültürleriyle beraber topraklarından edilecek. Olsun haber vereceğiz ya… Zaten Büyükşehir Yasası, 2B Yasası gibi yasalarla ormanlarımızı, tarım arazilerimizi, meralarımızı imara açarak köylülerimizi yerlerinden etmeye başlamış, doğayı geri dönüşü olmayan yola sokmuştuk.
Son yıllarda yaşadığımız uygulamalarla, yaptırımların eksikliği ve yetersizlikleri ile amacın ekolojik bozulmanın önüne geçmek değil, yeni büyüme kaynakları oluşturmak olduğunu ve Devlet eliyle sermaye birikimi sağlanmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Bütüne böyle bakınca Potemkin Köylerinde olduğu gibi süslü panoların ardında doğanın tüm hızıyla bozulduğunu ve üstün kamu yararı gözetilerek yapılacak korumaların (!) ve kullanımın gerçek amacının gizlendiğini söyleyebiliriz. Ayrıca büyüyenin kimler olacağı, sermayeyi kimlerin biriktireceği de panoların arkasında olupta merak ettiğimiz konular arasında…