Yazının başlığını oluşturan “Angus” yabancı sığır ırkının adıdır. Geçen hafta Uruguay’dan ithal edilen Angus cinsi kurbanlık sığır kamyondan indirilirken kaçmış, Küçükçekmece’den Şirinevler’e kadar giderken İstanbul trafiğini tehlikeye sokmuş ve birçok trafik kazasına neden olmuştu.
Bugünkü yazımızın konusu elbette bu değil. Kurban bayramıyla birlikte gündeme gelen kurbanlık hayvan ithalatını ve devletin izlediği hayvancılık politikasını irdelemeye çalışacağız.
Çocukluğumuzun güzel bayram anıları bir yana, son yıllardaki kurban bayramlarının bizim belleklerimizde iz bıraktığı iki önemli konu var. Birincisi, bayram nedeniyle artış gösteren trafik kazaları sonucu yolların kan gölüne dönüşmesi, ikincisi ise kurban kesimi nedeniyle her bayram öncesi hayvanlara yaşatılan işkenceler. Bu konular da başlı başına yazı konusu ama benim bugün asıl vurgulayacağım nokta, hayvancılığın günümüzdeki mevcut durumu ve devletin izlediği hayvancılık politikası.
Önce mevcut duruma bir bakalım. Türkiye’de 1980-2009 döneminde sığır varlığı 16 milyondan 11 milyona, manda varlığı 1 milyondan 87 bine, koyun varlığı 49 milyondan 22 milyona, keçi varlığı 19 milyondan 5 milyona düşmüş. Aynı dönem içinde de ülke nüfusu 44 milyondan 72 milyona yükselmiş. Kısacası büyük ve küçükbaş hayvan varlığımız yüzde 55 oranında azalmış, 85 milyondan 38 milyona düşmüş. Nüfusumuz ise yüzde 40 oranında artmış. Ayrıca kişi başına yıllık et tüketimi Amerika Birleşik Devletleri’nde 95 kg, Avrupa Birliği ülkelerinde 70 kg, Türkiye’de ise sadece 6,5 kg.
Tüm bu dengesizlikler ve yetersizlikler bir yana Türkiye’de her bayramda toplam hayvan stoğunun beşte birinin (% 20’sinin) kesiliyor olması et ve kurbanlık fiyatlarının yüksek düzeylerde seyretmesine neden oluyor. Hükümet de çözüm olarak kurbanlık hayvan ithaline karar verdi. Ancak ne et fiyatları ucuzladı, ne de kurbanlık fiyatlarında gerileme oldu.
Kuşkusuz; et ve kurbanlık fiyatlarının artmasına neden olan faktör “Kurban Bayramı” değildir. Asıl neden hükümetin izlediği hayvancılık politikasıdır. 24 Ocak 1980 Kararları ile başlayan neoliberal politikalar çerçevesinde Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Yem Sanayi kurumları özelleştirilmiş, hayvancılık sektörü destekleme kapsamı dışına çıkarılmıştır. T.C. Ziraat Bankası’nın toplam krediler içinde hayvancılık sektörüne verdiği kredilerin payı 1998 yılında yüzde 17,3 iken, 2002 yılında yüzde 5’e gerilemiştir.
Tarım ve hayvancılığa yönelik tüm bu politikalar devletin bu alandaki düzenleyici rolünü tamamen ortadan kaldırmıştır. Bugün üretimden vazgeçilip sürekli ithalat yoluyla dışa açılma temel hayvancılık politikası olmuştur. İthal hayvanların taşıdığı risklere (deli dana hastalığı, şap, brusella vb.) karşı yeterli denetim yapılmamakta, önceleri Et ve Balık Kurumu’na verilen ithalat izni daha sonra özel sektöre de verilerek yeni rant alanları yaratılmaktadır (Gümrük vergileri yüzde 135’ten yüzde 20’lere düşürülmüştür). Daha önce mısır ve benzeri tarımsal ürünlerde uygulanan politikalarda olduğu gibi.
Yıllardır Türkiye’nin bir tarım ve hayvancılık ülkesi olmasıyla övünülürken, bugün sektörün karşı karşıya bulunduğu nokta içler acısıdır. Bu sorunlar gündeme getirilmezken, Kurban Bayramı öncesinde bizim tartıştığımız yurt dışından ithal edilen kurbanlık hayvanların hadım (iğdiş) edilmiş olması ve boynuzlarının bulunmaması nedeniyle kurban sayılıp sayılamayacağıdır (Anguslar ve diğer ithal edilen hayvanlar belirli kiloya ulaşmaları için hadım ediliyor, böylece bu hayvanların canlı ağırlığının 1100-1300 kg arasında değiştiği uzmanlar tarafından belirtiliyor.).
Sonuç olarak, Türkiye’nin çok önemli sektörü olan hayvancılık sektörüne devlet tekrar sahip çıkarak, kısa ve uzun vadeli politikalar ortaya koymalıdır. Bu politikaların temelinde ithalat değil, üretim olmalıdır. Yoksa daha çok Uruguaylı Angus hikayeleri yaşarız.
***
Not: Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 72. yılında saygıyla anarken, tüm okurların Kurban Bayramı’nı kutluyorum.
Kaynak : Bolu Gündem – 12 Kasım 2010