Son dönemde gıda sistemi üzerinde derinleşmekte olan bir iktidar kavgasına şahitlik ediyoruz. Taraflar, gıda hareketinin kullandığı araçları, söylemleri, kişileri ve kurumları kullanmaktan imtina etmeden, şirket tarımını restore etmeye uğraşmaktalar. Bunu deşifre etmek, gıda hareketinin olası yönelimlerini tartışmak ihtiyaç olarak belirmiştir. Üç yazılık bu dizinin ikincisinde, yerel yönetimlerin davranışlarına odaklanıyoruz.
Son dönemde, eski kamu yapısının tasfiye edilmiş olması ve çiftçinin yeterli desteği görmemesi, tüketicinin sağlıklı ürünlere ulaşmasında ciddi sorunlar yaşaması, yerel yönetimleri tarımsal destekleme ve gıda tedariği hususunda daha aktif bir tutum almaya sevk etmiştir. Ağır piyasa koşullarında çiftçilerin üretimini destekleyen yerel yönetim politikalarının, ayakta kalmalarında hayati bir rol oynadığı söylenebilir.
Gıda hareketi açısından burada temel bir soru çok açığa çıkmaktadır: köylülerin nasıl davranacağına, çiftçilerin ne üreteceğine kim, nasıl karar verecek? Gıda hareketi tarafından geliştirilmiş bir takım taleplerin ve uygulamaların yerel yönetimlerce sahiplenilmesi doğru ve yeterli mi? Yerel yönetimlerin çiftçilerin üretimini destekleyen politikaları, şirket tarım sistemi ve köylü bağımsızlığı açısından ne ifade ediyor?
Ölçeğine göre binlerce veya milyonlarca yurttaşın oyu ile seçilen yerel yönetimlerin, çiftçilerin ürünlerini halka ulaştırmada lojistik görev üstlenmesi zaruridir. Yerel yönetimler, halkın ortak birikimi olan yerel ekonomiyi kullanma yetkisine sahip olan kurumlardır. Lojistik sorunları çözmek (ulaşım, depolama, yer tahsisi vb), mevcut yönetsel yapıda, hizmet temelli bir olgudur. Çiftçinin üretme ve ürünün pazara erişimini kolaylaştıracak araçlar sağlamak mümkün ve zorunludur. Bu birikimi “kırsal kalkınmayı” odağına alan ve çiftçiyi destekleyen bir politika olarak gütmek devlet geleneği ile de uygundur. İktidar mücadelesi de burada derinleşmektedir.
Ancak esas olan, bu politikanın kim tarafından ve nasıl üretildiği meselesidir.
Böylesi süreçlerde yerel yönetim açılımını “krizi yönetmek” ile “düzeni değiştirmek” arasındaki bir salınımda düşünmek gerekir. Bazen iyi politikalar uygulamak, krizi yönetmekte başarı sağlayabilir, ancak düzeni değiştirmez. Düzeni değiştirmenin temel yolu, karar verme mekanizmalarının demokratikleşmesi ve kolektif hakların uygulanmasıdır. Çiftçilerin, tüketicilerin özerkliğini güçlendirmeyen, karar alma mekanizmalarını bu özerklik temelinde kurmayan bütün politikalara mesafeli olmak gerekir.
Daha açık ifade etmek gerekirse;
Türkiye’de gıda sistemi köylünün önce “devlet babaya” sonra da yerine geçen şirketlere yahut farklı kuruluşlara muhtaç kılındığı bir yapıdır. Patronu kimse, köylüler ona bağımlıdır. Patronlar değişebilir, ama bu bağımlılığın değiştiği görülmemiştir. Dolayısıyla, bir politikayı değerlendirirken kullanacağımız ölçü, bu patronluk düzenini ne ölçüde değiştirdiği, köylü ve yurttaş bağımsızlığını nasıl pekiştirdiği olmalıdır. Düzen, patronlar düzenidir ve değişmesi gereken budur.
Çiftçilerin bağımsız ve örgütlü bir güç haline gelmesi, dönemin ihtiyaçları, krizler, değişen siyasi partiler ve şirketler karşısında ayakta kalmayı mümkün kılar. Önemli olan, hangi siyasetçi gelirse gelsin, çiftçilerin örgütlü gücü ve sözünün siyasette hakim olmasıdır. Yerel yönetimler karşısında köylü bağımsızlığının ön koşulu bu netlikte ortaya konmak zorundadır.
Mevcut kriz koşullarında derinleşen iktidar mücadelesi, yerel yönetimler ve merkezi iktidar arasında yeni politika açılımlarını getirmektedir. Bugün bazı yerel yönetimlerin köylülere tohum, teknoloji, gübre, ilaç ve alım garantisi destekleri sunduğunu, kooperatifler üzerinden sözleşmeli tarım modeli geliştirdiğini, bir endüstriyel tarım yöntemi olan “iyi tarım” uygulamalarını desteklediklerini, olmayan yerlerde kooperatif kurduklarını, kentlerde satış ofisleri açtıklarını görüyoruz.
Gıda hareketi içinde yer alan çeşitli uzmanların, aktivistlerin, alternatif inisiyatif ve toplulukların, iktidar kavgasında ortaya konan bu tür açılımlardan, popülist ve halkçı uygulamalardan etkilendiğini söyleyebiliriz. Oysa, ne üretileceği ile ilgili karar verme mekanizmalarında yer almayan çiftçilerin, ne yapılacağı konusunda söz ve karar hakkı olmayan kentli yurttaşların bu süreçlerde ne kadar yer alabildiği şüphelidir. Bütçesi yönetilemeyen bu pratiklerde tam kontrol ve bağımsızlıkları olduğunu söylemek mümkün değil. Buna karşı farkındalık yaratmak, şirket tarımına karşı mücadele eden aktörlerin temel görevidir. Gıda hareketinin bağımsızlığını korumak elzemdir. Çünkü, şirket tarımını restore ederek krizden çıkış mümkün değildir.
Üretim planını çiftçilerle birlikte yapmak, nasıl üretileceği konusunda çiftçilerin söz ve yetki sahibi olmasını desteklemek, ürünlerin nerede, nasıl ve kime sunulacağı ile ilgili karar merci olmalarını sağlamak, katılımcı süreçleri tasarlamak ve işletmek, demokratik ve katılımcı bir yerel yönetimin de esasıdır. Başka bir deyişle, çiftçileri “politikanın merkezinde” kılmak, onları neoliberal yönetişim modelinde bir unsur ve “paydaş” olarak değerlendirmek değil, karar alma sürecinin merkezinde kılmak anlamına gelmelidir. Köylü bağımsızlığı, üretenin ürünü üzerinde hak sahibi olmasıdır. Onu yönetmesidir. Köylü, haklarıyla köylüdür.
Yerel yönetimler, katılımcı süreçleri açma ve köylülerin kendi ürünleri üzerinden hayatlarını yönetme süreçlerini desteklerken bir takım süreçleri hayata geçirebilir:
- Köylü tohumlarını çoğaltmak için tohum üretim sahaları kurmak;
- Tohum takas şenlikleri düzenlenmesinde lojistik ve mekânsal destek sunmak;
- Ekolojik üretim yöntemlerini aktarmak için lojistik ve mekânsal destek sunmak;
- Kooperatiflere lojistik ve mekânsal destek sunmak;
- Yerel yönetim kapsamındaki gıdaların analiz süreçlerini sağlamak;
- Köylü pazarları kurulması için lojistik ve mekânsal destek sunmak;
- Yönetimindeki tarıma uygun arazileri kolektif üretimi desteklemek için topraksız çiftçilere açmak;
- Tarım ve gıda ile ilgili bütçe planı ve uygulama süreçlerine çiftçilerin dahil olacağı mekanizmalar kurmak;
- Atıkların geri dönüşümü ve toprağa katılımı için kompost ve atık tesisi kurmak.
Bunların sayısı ve çeşidi elbette ki arttırılabilir. Esas olan, köylülerin yaptırım gücünü beslemektir. Köylülerin kaale alınıp alınmayacağını siyasi partilerin, yöneticilerin insafından, konjonktür ihtiyaçlarından ve keyfiyetten çıkarmanın tek yolu bağımsız örgütlenmedir.
Köylülerin, göçerlerin, balıkçıların, kentli yurttaşların karar alma süreçlerinin merkezinde olduğu, beraber karar verdikleri; yerel yönetimleri bu kararlara bağlı olarak işlevlendirdikleri bir gıda sistemine ihtiyacımız var. Yerel yönetimlerin çiftçiler üzerinde patronluk yapma riskine karşı, bağımsız çiftçi örgütleri oluşturmak ve güçlenmek zorundayız. Patronsuz, demokratik ve kolektif bir gıda sistemi, taban örgütlerinin inşa edilmesi ve güçlenmesiyle mümkün.
Dizinin ilk yazısı için bknz:
https://www.karasaban.net/sirket-gida-sistemi-karsisinda-koylu-bagimsizligi-umut-kocagoz/