Yaklaşık iki hafta önce (bu yazının orijinali 3 Şubat 2013′te yayımlandı), Columbia Üniversitesi’nden Hamid Dabashi benim “Zizek ve filozofun rolü” başlıklı makalemi, felsefeyi Avrupa’ya mahsus bir şey olarak kabul etmekle, bir başka deyişle Avrupa-merkezcilikle itham etti. Meğer, “Breziya, Avustralya ve Çin”deki önemli düşünürlere söz etmişsem de Avrupalı olmayan günümüz düşünürlere değinmeyi unutmuşum.
Tam da Gayatri Spivak ya da Kojin Karatani gibi iki önemli Hint ve Japon filozoftan söz etmeye zaman bulmuşken, sadece yazarın ithamlarının bir başka Avrupalı filozofa (Gramsci) dayanmasını değil, çoğunlukla Avrupalı ve Avrupalı olmayan filozoflar arasında kaba bir ayrıma dayanmasını özellikle ilginç buldum. Bu ayırımın kendisi de yazarın karşı çıktığı Avrupa-merkezci bir önyargı olmuyor mu?
Mesele, Spivak ve Karatani’nin düşünceleri Avrupa klasiklerine (Derrida, Kant ve Marx) dayanıyor diye Avrupalı düşünürler olarak kabul edilmesi gerektiği değil, daha çok böyle bir ayrımın arkasında ne tür bir ideolojinin yattığıdır. Belki Zizek bile, yazarın bu “Avrupalı olmayan düşüncenin” nasıl olup da, kendisinin de Avrupa-merkezcilik basıncı altında olduğunu kabul ettiği “kendiliğinden-bilince ve belirgin bir evrenselliğe” ulaştığını sorgulayan bakışının Avrupa merkezciliğe yakın olduğunu kabul edecektir.
Bununla beraber sadece Spivak ve Karati’nin felsefelerini değil aynı zamanda Avrupalı olmayan düşünceyi de destekleyen Zizek’i övmek eğer Avrupa-merkezcilik olarak değerlendiriliyorsa, onun komünizmi översem ne olacak merak ediyorum.
Önceden söylediğim gibi, ideoloji Slavoj Zizek’in felsefi sisteminde önemli bir
rol alıyor ama komünizm burada bizim neoliberal demokratik varlığımızı nasıl bozduğunu anlatan özünü anlayabilmek için ana anahtardır.
Komünizm sadece Sloven düşünürün geleceğe ilişkin politik görüş ve tahminlerini açıklamaz, aynı zamanda düşüncesinin hermenötik doğasını, bir başka deyişle diyalektik materyalizmin gerçek hayattaki varoluşsal bağlantısını da ortaya koyar.
Neticede Zizek’ in, Marx’ın dünyayı değiştirme çağrısı (“Filozoflar bugüne dek dünyayı yorumlamakla yetindiler, aslolan onu değiştirmektir”) üzerine yorumu sadece Heidegger yorumu ile benzerlik içermez, son zamanlarda Büyük Düşün dediği, gerçek bir yorumlama davetidir: “20. yüzyılda dünyayı çok hızlı değiştirmeye kalkıştık, şimdi tekrar yorumlama zamanı geldi, düşünmeye başla.”
Hayal edebildiğimiz gibi, Zizek’in yorumlama çağrısı hiçbir zaman nesnel olanla uğraşmayan, bunun yerine kişisel, bağlantılı ve kısmi olanla uğraşan “doğru” politikalarla ilişkilidir.
İşte bu nedenledir ki, “nesnelerin durumlarının sade tanımları” ile yetinen biri, Zizek’e göre “küresel kapitalist sistemimiz kıyametvari bir sıfır-noktasına yakalşırken” “ne kadar dikkatli olursa olsun, [şimdi gerekli olan] özgürleştirici sonuçlar ortaya çıkaramayacaktır.”
Peki şu anda hangi seçeneklere sahibiz; sıfır noktasına ulaşabildik mi ve ufkumuz neden komünist olmalıdır?
Komünizm’in geleceği
Eğer günümüzde Sloven düşünürün komünist görüşlerini takip eden birçok filozof varsa sadece kapitalizmin mevcut tahditlerinden (ekolojik kirlilik, emek sömürüsü ve askeri ihtilaflar) dolayı değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin tarihsel başarısızlığı ile de ilişkilidir. SSCB’nin 1989’daki çözülüşü komünizm fikrini ortadan kaldırmadı, dahası onun gerçekleştirilmemiş potansiyelini, yani “olası görünenin ve yeni bir şeyler doğuranın koordinatlarını” belirlemek için kabul edilmesi gereken potansiyellerini açığa çıkardı.
İşte bu nedenle, komünizm değişmez bir kurallar dizisi değil, “her yeni tarihsel durumda yeniden oluşturulması gereken” bir harekettir. Ancak bunu yapabilmek için, öncelikle kabul etmeliyiz ki Francis Fukuyama “tarihini sonu”nu, bir başka deyişle kapitalizmin, onu katlanabilir kılan bazı demokratik güvencelerini çoktan kaybettiği AB, ABD ya da Asya’daki gibi farklı politik gerçekliklerde ne kadar doğallaşmış ve içselleşmiş olduğunu ilan etmekte haklıydı.
Bu senaryoda, Sloven düşünüre göre iki seçeneğimiz vardır: ya sistemin kıyametvari sıfır noktasına yaklaştığına önem vermeden “insancıllaştırma ya da kapitalizme direnme” (sosyal refahin kalıntılarını desteklemek için bir biçimde kar-güdülülüğün ana yapısının muhafazası) yolunda devam edeceğiz ya da aynı çelişkiyi komünizmi yeniden etkinleştirmek için kullanacağız.
Politikacılarımızın (özellikle Obama ve Hollande gibi liberal demokratlar) ilk seçeneği seçtikleri aşikar iken, Zizek en azından ikinci alternatif görünümün nasıl olacağını düşünmemiz gerektiğini önerir. Peki gerçekten de kıyamet günlerinde yaşadığımıza işaret eden çelişkiler nelerdir?
Zizek’in komünizm üzerine başarılı bir dizi uluslararası konferansın ilkinde açıkladığı gibi, kapitalizmin sınırsız yeniden üretimini engelleyecek dört güçlü çelişki vardır:
1. “Beliren ekolojik felaket tehdidi.”
2. “Sözüm ona “Fikri mülkiyet” denen şey açısından özel mülkiyet tasrımının uygunsuzluğu.”
3. “Yeni teknik-bilimsel gelişmelerin (özellikle biyogenetik alanındaki) sosyo-ahlaki çıkarımları.”
4. “Irk ayrımcılığının yeni biçimleri, yeni duvarlar ve gecekondular.”
Bu dört nokta da eşit olarak önemli iken, son noktaya (gecekondulardaki dışlanmış, itilmiş, güçsüz kesime) önem göstermek kritiktir. Çünkü bu noktanın temsil ettiği sadece “işçi sınıfı”nın yeni konumu değil, “komünizm kavramını haklı çıkaran” temel referansıdır da. Bu durumda konu, dışlananın liberal demokratik çerçevede nasıl içerileceği değil, çerçevenin nasıl değiştirileceğidir. Zizek, (bazılarımız gibi) Hugo Chavez’in bir destekçisi olmasa da, Chavez’in sosyal operasyonu hakkında ne söylediğini not düşmek önemlidir:
“İşte bu nedenle, yakın bir bakışla, Hugo Chavez’in Venezüella’da yapmaya başladığı şeyin içermenin standart liberal formundan büyük ölçüde ayrımlası belirginleşmeye başlar: Chavez dışlananları daha önceden var olan liberal demokratik çerçevede içermemektedir. Aksine, dışlanmış gecekondu sakinlerini kendi temeli olarak ele alır ve bunun üzerinden politik alanı ve örgütsel formları yeniden organize eder. Böylelikle son konuştuğumuz dışlanmışa mükemmel bir biçimde oturur. Kitabi ve özet görünebilir ancak -“burjuva demokrasisi” ve “proletarya diktatörlüğü” arasındaki- bu fark kritiktir (First as Tragedy, Then as Farce, 2009).”
Öğrenmek için bir ders
Gördüğümüz gibi, yeni yüzyılın başlangıcından beri Zizek komünist ufkumuzu dolaylı olarak biçimlendiren bu son politik gelişmeleri inceliyordu. Trajik 11 Eylül olayı ve 2008’deki finansal çöküş güvendiğimiz küresel kapitalist sistemi kırılganlaştırırken, Arap Baharı’nda ve Batı’daki kemer sıkma karşıtı protesto hareketleri izlemeye ve can vermeye değer “ütopik geleceğin parçalarını”nı görünür kıldı.
Bu olaylardan, Zizek için çıkartılabilecek en önemli ders sadece “1945’teki durumun aksine dünyanın ABD’ye ihtiyacının olmaması; ABD’nin dünyanın geri kalanına ihtiyacı olması” değil, kapitalizmin kendisini sonsuz bir biçimde yeniden üretememesidir.
2013’te Obama tekrar seçilmiş ya da Avrupa Merkez Bankası’na finansal kurumlar üzerinde daha fazla otorite verilmiş olsa da, yukarıda söz edilen dört çelişkinin etkilerinin pekiştirmesi öngörüldü. İyi de bu parçalar neden “komünist” olmak durumunda?
Wall Street’i İşgal Et protestocuları alışagelmiş anlamda –bir kurallar dizini anlamında- komünist olmasa da, Zizek, onların “sistem tarafından tehdit altında bulunan müşterekler -bilginin ve doğanın müşterekleri- ile ilgilenen” bir “hareket” olduklarına inanıyor. İşte bu bahsedilenler, kapitalizmin yukarıda sözü edilen ilk üç çelişkisidir.
Bu yüzden, (Chavez’in ve protesto hareketlerinin yaptığı gibi) “devletin kendisini devletsel olmayan bir modda işletmek” ve “örgütlenmenin devletsel formlarını öz örgütlenmenin “doğrudan” temsili olmayan formları” ile ikame etmek paradoksal bir biçimde kapitalizmin sınırsız yeniden üretimini önlüyor ve aynı zamanda komünist bir ufuk yaratıyor.
“Komünizm” her ne kadar “yeniden keşfedilmesi gereken” bir hareket olsa da, bazı Zizek eleştirilerinde de söz edildiği gibi “manada çok hafif kendisi güçlü bir isim” görünümünde. Komünizm daha yüksek bir anlamı olamaz çünkü onun “geleceği nesnel değildir; komünizm ancak onu destekleyen öznel katılım kanalıyla gündeme gelecektir.”
Sloven düşünürün komünizminin hermenötik özü abartılı görünüyor gibi olsa da, geleceği yıkma potansiyeli göz önüne alındığında takip etmeye değer.
[El Cezire’deki İngilizce orijinalinden Ayşe Didem Koç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Kaynak : Sendika.org – 28 Mart 2013