” bazı ülkelerde insanlar karınlarını doyurabilmek için çok fazla emek harcamaları gerektiği ortaya çıkmıştır. ABD’de bir kişi 1 kg buğday için 1.3 dakika, 1 kg pirinç için 1.5 dakika, ve 1 kg peynir için 16.2 dakika çalışırken, Burundi’de 1 kişi, 1 kg buğday için yaklaşık 1 iş günü, 1 kg pirinç için 1 iş günü ve 1 kg peynir için ise 13 iş günü çalışmak zorundadır.”
Dr. İ. Pınar NACAK -Mustafa YAĞCIOĞLU
Son birkaç yıldır temel tarım ürünleri fiyatlarında ortaya çıkan artış eğilimi, mart-nisan aylarında fiyatlarda yaşanan şok artışların etkisi ile gıda krizi şeklinde sonuçlanmış ve bir çok
ülkede gıda güvencesi riski yarattığı için toplumsal tepkilere sebep olmuştur. Fiyatlardaki tepkisel artışların ılımlı hale gelmesi ile birlikte zengin-fakir herkesi tedirgin eden gıda krizi
gündemden kalkmış görünmektedir. Bir önceki sayıda yayınlanan çalışmada gıda krizinin gerçekliği sorgulanmış ve dönemsel krizi hazırlayan süreç ve sebepleri analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada, krizle sonuçlanan bu sürecin yaratıcısı arz yönlü gelişmelerden ziyade tarımsal piyasaların liberilizasyonu sağlayan küreselleşme politikaları olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kısa dönemli sancılı gıda krizi süreci bize bu dönemin spekülatif bir süreç olduğunu ve bu süreçten kazançlı çıkan kesimin yatırım tercihlerini tarım ürünlerinin vadeli işlem kontratlarında kullanan küresel yatırımcılar olduğunu göstermiştir. Her ne kadar dönemsel gıda krizi gündemden kalkmış görünse de Uruguay Round ile birlikte tarımın da resmi biçimde küreselleşme sürecine dahil olması ile tarım piyasalarında ortaya çıkan haksız rekabet süreci devam etmektedir. Ve bu süreçte kazananlar ve kaybedenler hiç eğişmemektedir.
Tarım Kimler İçin Önemlidir?
Şüphesiz ki, tarım ürünleri ve dolayısıyla gıda fiyatlarında yaşanan artış ve/veya azalışlar bütün ekonomileri, tüketicileri etkilemektedir. Peki son dönemde yaşanan fiyat artışlarından
kimler, nasıl etkilenmiştir? Bu sorunun cevabını vermeden önce tarım sektörünün dünyadaki görünümüne kısaca bakmak, kimler için ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışmak faydalı olacaktır.
Tarım sektörünün genel görünümünü açıklamak için bazı küçük ada devletleri dışında toplam 210 ülkenin verileri kullanılmıştır . Bu ülkeler kişi başına düşen gelir (KBDG) durumuna göre 4 gruba ayrılmıştır. Buna göre dünya nüfusunun yüzde 40.4’ü tarım sektöründen geçimini sağlamaktadır. Ancak bu oran on bin doların üzerinde KBDG olan ülkelerde yüzde 4.7 iken, beş yüz doların altında geliri olan ülkelerde yüzde 66.5’tir.
İncelenen ülkeler içerisinde yıllık 89 dolar KBDG ile en fakir durumda olan Burundi’de tarım nüfusu yüzde 90 seviyelerinde iken KBDG’in 41 bin dolar olduğu ABD’de tarım nüfusu sadece yüzde 1.9’dur.
Aynı şekilde dünya tarımsal nüfusunun çok küçük bir bölümü yüzde 1.3’ü sadece 10 bin dolar ve üzerinde gelir getiren ülkelerde yaşamaktadır. Tarım sektörünün üretimden aldığı pay incelendiğinde de tarımsal nüfus benzer bir durum görülmektedir. Beş yüz doların altında KBDG olan ülkelerde tarım sektörünün ekonomi içerisindeki ortalama payı yüzde 36.8’dir. KBDG yıllık 133 dolar olan Liberya’da bu oran yüzde 64.3’tür. On bin doların üzerinde KBDG olan ülkelerde ise bu oran son derece düşük, yüzde 2.3’tür. Tarımsal üretim değerinin dünyadaki dağılımı incelendiğinde ise çarpıcı bir durum ortaya çıkmaktadır. Tarımsal nüfusunun toplam nüfusa oranı 2/3 olan en fakir 37 ülkenin dünya tarımsal üretiminden aldığı pay sadece yüzde 4.3 düzeyindedir. Buna karşın dünya tarımsal nüfusunun sadece yüzde 1.3’üne sahip on bin doların üzerinde KBDG olan ülkelerin dünya tarımsal üretiminden aldığı pay ise yüzde 33.1’dir.
Tarımsal dış ticaret verileri de zengin ve fakir ülkeler arasındaki dengesizliği net olarak ortaya koymaktadır. Tarım sektörü en fakir ülkelerin dış ticaretlerinde yüzde 19.1 paya sahipken on bin dolardan daha yüksek KBDG’e sahip ülkelerde bu oran yüzde 5.5’tir Ancak ülkeler bazında bir inceleme yapıldığında fakir ülkelerin bir çoğunda tarımın dış ticaret gelirlerindeki payının çok yüksek oranda olduğu görülecektir. Örneğin, Liberya’da bu oran yüzde 93.1, Malawi’de yüzde 85.3’tür.
Dünya tarım ürünleri ticaretinin yaklaşık yüzde 70’inin gelişmiş ülkeler, sadece yüzde 1.4’ünün ise en fakir ülkeler tarafından gerçekleştirildiği tabloda görülmektedir. 37 en fakir ülkede
tarımsal nüfus başına 15 dolar ihracat yapılırken, ABD’de bu miktar 11367 dolar, Almanya’da ise 25777 dolardır.
Dünyanın halen en fakir bölgelerinde istihdamda ana sektör tarımdır. Diğer bir ifade ile bu ülkelerde tarım ülke ekonomilerinin bel kmiğidir. Dünya Çalışma Örgütü verilerine göre Gelişmiş ülkeler ve Avrupa Birliği ülkelerinde tarımın istihdamdaki payı yüzde 4.2 iken Alt-Sahra Afrika ülkelerinde hemen hemen çalışanların üçte ikisi tarım sektöründedir. Güneydoğu Asya, Pasifik ve Doğu Asya ülkelerinin ise yarısına yakını tarımda istihdam edilmektedir.
Yukarıda verilen tarımsal nüfus, üretim, istihdam ve dış ticaret verileri tarım sektörünün kimler için önemli olduğunu ortaya koymakla kalmamakta nasıl bir dengesizliğin yaşandığını da açık
bir şekilde bizlere göstermektedir. Üstelik bu durum ülkeler bazında tek tek incelendiğinde çok daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Fakir ülkelerde tarım sektörü yaşamak için bir zorunluluk iken gelişmiş ülkelerde beslenmek ve para kazanmak için yapılan bir ekonomik aktivite durumundadır.
Ayrıca, dünya tarım piyasalarında yukarıda açıklamaya çalıştığımız dengesizlikler zengin ülke üreticilerinin sahip olduğu kaliteli girdi, teknolojik altyapı, vb. gibi nedenlerden dolayı her
geçen gün daha da kötüleşmektedir. 1980’li yıllara kadar net tarım ithalatçısı olan az gelişmiş ülkeler bu tarihten itibaren net ihracatçı duruma gelmişlerdir. Az gelişmiş ülkeler için aleyhine
yaşanan bu kötüleşme küreselleşme süreci dönemine rastlamaktadır. Sanırız bu durum küreselleşme sürecinin temel dinamiklerinden birisi olan ekonominin her alanında liberalleşmesi politikalarının sorgulanması gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır.
Kazananlar ve Kaybedenler
Bu bölümde, yaşanan fiyat artışlarından kimlerin nasıl etkilendiği, kimlerin kazandığı, kimlerin kaybettiği analiz edilmektedir. Kuşkusuz artan gıda fiyatları en çok düşük gelir gruplarını
etkilemektedir.Fiyat artışlarının düşük ve yüksek gelirli ülkelerdeki tüketicilerin nasıl etkilediğini ortaya koymak amacıyla Senaryo A ve Senaryo B çalışmaları hazırlanmış ve gıda krizi sürecinde nasıl kaybettikleri ortaya konmaya çalışılmıştır.
Artan gıda fiyatları düşük gelir gruplarını daha fazla oranda olumsuz etkilemektedir. Çünkü, düşük gelir grupları gelirlerinin oran olarak çok daha fazlasını gıda harcamaları için kullanmaktadır. Özellikle buğday, mısır ve pirinç gibi temel gıda maddelerine yapılan harcamalar düşük gelir gruplarının gıda bütçesinde daha fazla orandadır. Son dönemde yaşanan fiyat artışlarının özellikle yukarıda sayılan temel gıda maddelerinde daha yüksek oranda olduğu düşünülürse düşük gelir gruplarının uğradığı zararlar daha net ortaya çıkmaktadır.
Fiyat artışlarının düşük ve yüksek gelirli ülkelerdeki tüketiciler üzerindeki etkisini ortaya koymak amacıyla ABD Tarım Bakanlığının benzer bir çalışması esas alınarak Senaryo A
hazırlanmıştır. Kanımızca bu senaryoda verilen gıda harcamalarının gelire oranı ve gıda harcamaları içerisinde temel gıda harcamalarının oranı genel eğilim ve tüketici davranışları ile örtüşmektedir.
Bu senaryo için yıllık kişi başına düşen geliri 40 bin dolar olan zengin bir ülke ile 500 dolar geliri olan fakir bir ülke düşünülmüştür. Zengin bir tüketici yıllık 4 bin dolar gıda harcaması
toplam geliri içerisinde ancak yüzde 10 pay almaktadır. Ancak, fakir bir ülkede tüketicinin yıllık 250 dolar gıda harcaması gelirinden yüzde 50 pay almaktadır. Fakir bir ülkede temel gıda harcamaları toplam gıda harcamalarının büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Buda oluşturulan senaryoda yüzde 80 olarak alınmıştır. Çünkü, elde edilen gelir çok düşüktür ve tüketici hayatını ancak sürdürebilmektedir. Zengin bir tüketicide ise durum daha farklıdır. Tüketici temel besinleri dışında zevk ve tercihlerine göre değişik gıda maddelerini rahatça alabilmekte, daha sağlıklı beslenebilmekte bazen de obezite (!) gibi rahatsızlıklara yakalanabilmektedir.
Sonuç olarak yüksek gelirli tüketicinin temel gıda maddeleri için yıllık 800 dolar, düşük gelirli tüketicinin ise 200 dolar ayırdığı ön görülmüştür. Senaryonun ikinci bölümünde ise fiyat artışlarının temel gıda maddelerinin tümüne değil yüzde 60’lık kısmını etkileyeceği
düşünülmüş ve bunun üzerine yüzde 50 fiyat artışı uygulanmıştır. Bu hesaplamalar sonrasında temel gıda fiyatlarında yaşanan yüzde 50 oranındaki artış ile yüksek gelirli tüketicinin gıda
harcaması 4240 dolara, düşük gelirli tüketicinin gıda harcaması ise 310 dolara ulaşmıştır. Böylece zengin tüketicinin gıda harcamalarının toplam geliri içerisindeki payı sadece yüzde 0.6 oranında artmış ve yüz 10.6 olmuştur. Fakir tüketicinin ise fiyat artışından sonra gıda harcamaları yüzde 24 oranında artmış ve toplam harcamaları içerisinde gıda harcamalarının payı yüzde 62’ye yükselmiştir.
Dünyada ne yazık ki bir çok insan için gıdaya ulaşmak çok kolay değildir. Fiyat artışları sonucu düşük ve yüksek gelirli ülkelerdeki çalışanların gıda tedarik etmek amacıyla ne kadar daha fazla çalışmaları gerekeceğini ortaya koymak amacıyla gıda fiyatları ve gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde gelir düzeyleri baz alınarak Senaryo B hazırlanmıştır.
Temel senaryoda çeşitli gıda maddelerine ulaşmak için gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelimiş ülkelerde insanların ne kadar emek harcadıkları hesaplanmıştır. Temel senaryoda bazı ülkelerde insanlar karınlarını doyurabilmek için çok fazla emek harcamaları gerektiği ortaya çıkmıştır. ABD’de bir kişi 1 kg buğday için 1.3 dakika, 1 kg pirinç için 1.5 dakika, ve 1 kg peynir için 16.2 dakika çalışırken, Burundi’de 1 kişi, 1 kg buğday için yaklaşık 1 iş günü, 1 kg pirinç için 1 iş günü ve 1 kg peynir için ise 13 iş günü çalışmak zorundadır.
Senaryonun ikinci bölümünde ise gıda fiyatlarındaki % 40 oranındaki artışın çalışma saatlerine etkisi gösterilmiştir. İkinci bölümde ABD’inde bir kişi buğday fiyatı %40 oranında artarsa 0.9
dakika fazla çalışmak zorunda kalacaktır. Burundi de ise bir kişi buğday fiyatı % 40 oranında artarsa ise yarım iş gününden fazla çalışmak zorunda kalacaktır. ABD’de bir kişi peynir fiyatı %40 oranında artarsa 1 kg peynir için 11 dakika fazla çalışmak zorunda kalırken, Burundi de ise 1 kişi 9 iş günü fazla çalışmak zorunda kalacaktır.
Senaryo A ve Senaryo B çalışmaları bize kimlerin kaybettiğini net bir biçimde göstermektedir. Ne yazık ki bu süreçte bir çok insan daha az beslenecek, açlık sınırına yaklaşacak biraz daha şanslı olanlar ise başka temel ihtiyaçlarından vazgeçip tüketim miktarlarını korumaya çalışılacaklardır
Senaryo A ve Senaryo B’nin yanı sıra kişi başına gıda tüketimi ülke grupları bazında kişi başında düşen et, bitkisel yağ , buğday ve pirinç tüketim miktarları bize dünyada gıda bölüşümü sorununu net bir biçimde göstermektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke halkları tüm gıda maddelerinde dünya ortalamasının altında gıda tüketmektedirler. Pirinç gelişmekte olan Asya ülkelerinin ana gıda maddesi olması nedeniyle pirinç tüketimi gelişmekte olan ülkelerde dünya ortalamasının üstündedir. Gıda fiyatlarındaki artış nedeniyle düşük gelirli tüketicilerin daha az tüketmeleri dünyada gıda bölüşümündeki eşitsizliği daha da artıracaktır.
Yapılan bir araştırma bize 2 yetişkin 2 çocuklu bir ailenin 1 haftalık gıda harcamasının Almanya’da 500.07 dolar, ABD’de 341.98 dolar, Meksika’da 2 yetişkin 3 çocuklu bir ailenin gıda harcamasının 189.09 dolar, Mısır’da 7 yetişkin 5 çocuklu bir ailenin gıda harcamasının 68.53 dolar, Bhutan’da 7 yetişkin 6 çocuklu bir ailenin gıda harcamasının $5.03 dolar, Çad’da 3 yetişkin 3 çocuklu bir ailenin 1.23 dolar olduğunu göstermektedir. (Hungry Planet: What the World Eats) .4 kişilik Alman bir aile 1 haftada Çad’lı yaklaşık 2436 kişinin 1 haftada tükettiği kadar gıda tüketmektedir. Bu rakam bize tekrar bölüşüm sorunun derinliğini anlatmaktadır.
Teorik olarak, artan gıda fiyatlarının üreticilerin gelirlerini artırması beklenir ancak bu süreçte üreticilerin gerçek anlamda kazananlar olması ihtimali zayıftır. Öncelikle girdi fiyatları da
hızla artmaktadır. 2008 yılında bir önceki yıla göre Gıda Fiyat İndeksi yüzde 52 oranında artarken, Girdi Fiyat İndeksi yüzde 99 oranında artmıştır. Bu durumda kazananların üreticiler olmadığı kesindir. Diğer taraftan, küresel şirketler ürünleri üreticilerden lokal fiyatlardan alıp global fiyatlarla sattıkları bilinmektedir.
Kaybedenleri tespit ettikten sonra, spekülatif amaçlı tarım ürünleri alım satımı yapanlar dışında kimlerin kazandığını anlamak içinse dünya tahıl piyasasına hakim olan ülkelere bakmak
aydınlatıcı olacaktır. Sadece gıda krizi sürecinde değil, kürselleşme süreci ile birlikte neo-liberal politikaların yön verdiği tarım ürünleri piyasalarında gelişmiş ülkeler rekabet avantajını oldukça iyi kullanmaktadırlar. Temel besin öğelerinden mısır ve buğdayda dünya piyasasında gelişmiş ülkeler etkindir. ABD’nin tek başına mısır ihracatındaki payı yüzde 50.2, ABD’nin, Fransa’nın, Kanada’nın ve Avustralya’nın buğday ihracatındaki payı yüzde 60 dır. Pirinç ihracatında dünya piyasasına kuşkusuz Asya ülkeleri hakimdir ancak ABD yüzde 4.2’lik payı ile beşinci sırada yer almaktadır. Az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan bir çok ülke hala tarım toplumu statüsünde iken ne yazık ki tarım piyasalarına sanayileşmesini tamamlamış gelişmiş ülkeler hakimdir. ABD’i yaşadığı ekonomik kriz sürecinden kurtulmak amacıyla bir tarım ülkesi gibi ihracat politikası geliştirmeye başlamıştır. ABD ihracatı yılın ilk yarısında 52 milyar dolar artarken bunun yüzde 41’ini tarım ürünleri oluşturmuştur. Ve, bu süreçte, dünya tarım piyasasına hakim durumdaki sayıları 10’u bulmayan çok uluslu şirketlerin kazananlar sınıfında olduğu açıktır. Bilindiği gibi, tahıl ve yağlı tohumlu bitkilerin küresel ticareti birkaç şirketin egemenliğindedir. Sektörü sadece kar odaklı olarak yöneten çokuluslu tarım şirketleri endüstriyel tarım modelini empoze ederek çiftçileri kendilerine daha da bağımlı hale getiriyorlar.
Sonuç
Gıda krizi ve bu bağlamda gündeme gelen gıda güvencesi konusu bize küreselleşme sürecinin piyasalarda neden olduğu dengesizliğin sadece ekonomik boyuta değil aynı zamanda insani boyutta değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Dünyada gıda güvencesinin sağlanması insanoğlunun sağlık ve barış içerisinde yaşaması açısından önem taşımaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25. maddesine göre herkesin sağlık ve refahı için beslenme hakkı vardır. Ancak ne yazık ki dünya üretimi dünya tüketimini karşılayabilirken dünya nüfusunun 850 milyonu açlık çekerken gelişmiş ülke nüfusları obezite ile mücadele etmektedir. Bir önceki çalışmada ifade edildiği gibi günümüzde sorun üretim değil bölüşüm sorunudur.
Diğer taraftan, Dünyada artan nüfus, gelişen ekonomiler ve büyüyen talep gıda ihtiyacını artırmaktadır. Aynı zamanda küresel ısınma, su kaynaklarının azalması, tarımın hızla endüstrileşmesi ve bitki çeşitliliğinin azalması tarımın sürdürülebilirliğini tehdit etmekte, artan gıda ihtiyacına paralel biçimde arzın artmasını engellemektedir.Üstelik artan girdi fiyatları az gelişmiş ülkelerde gıda üretiminin artışını engellemektedir. Gelecekte, belki de yakın gelecekte, tarımın endüstrileşmesi adı altında üretim artışı, nüfus artışı ve tüketim artışının altında kalacaktır. Birleşmiş milletlerce 2015 yılında dünyada açlık sıkıntısı çeken insanların yarıya azalması hedeflenirken, dünyada kötü beslenme koşulları altında olan 1.4 milyon kişinin açlıkla karşı karşıya kalabileceğini tahmin edilmektedir. Açlıkla mücadele eden ve yetersiz beslenen ülkelerde gıda üretiminin artırılması gerekmektedir. Önemli olan bu gün bölüşüm sorununa dayanan gıda krizi sürecinin üretim sorununa dayanan tarım krizine dönüşmemesidir. Bunun için de tek yol: Sürdürülebilir Tarımdır.
KAYNAKÇA
www.imf.org, www.usda.gov, www.wfp.org, www.economist.com, www.fao.org,
www.iuf.org, www.iatp.org, www.un.org, www.tuik.gov.tr, www.oecd.org,
www.time.com,www.oxfam.com, www.ilo.org