Türkiye’de Mısır Üretiminin Seyri veya Nerede O Eski Mısırlar?
Orkun Doğan[1]
Mısır, temel bir gıda kaynağı ve kadim bir tarımsal ürün olmasının ötesinde günümüz küresel gıda rejimine konu olan endüstri bitkilerinin (cash crop) başında gelmektedir. Türkiye’de gıda ve tarım alanında üzerine en çok tartışma yürütülen ürünlerin başındadır mısır. Yanlış destekleme politikaları, artan üretim maliyetleri, üreticinin pazarlama sıkıntısı, borçluluğun derinleşmesi gibi hemen her ürün için geçerli ve birçok üreticinin tarımsal üretimden kopmasına ve mülksüzleşmesine yol açan sorunlar mısır üretimi ve üreticisi açısından da yakıcıdır. Bunların ötesinde, mısıra özgü olarak GDO’lu genlere verilen ithalat izinleri, nişasta bazlı şeker (NBŞ) kotalarının arttırılması, etanol üretimi gibi bir dizi tartışma söz konudur. Son yıllarda sağlık ve beslenme alanlarındaki popüler tartışmalarda da mısır her daim gündemin üst sıralarında gelmektedir.
Türkiye’de mısır üretimi 2000’li yılların başından bu yana ciddi oranda artmaktadır. Fakat bu artışa rağmen gıda ve yem sanayiindeki artan talebe bağlı olarak mısır ithalatı da gitgide artmaktadır. Bu durum hem kendine yeterlilik ve gıda güvencesi açısından bir sorun oluştururken, hem de GDO’lu mısırların artan varlığı halk sağlığı açısından bazı tartışmalara sebep olmaktadır. Mısır üretimindeki bir diğer olgu da üretimde artan hacme rağmen endüstriyel tarım modeli ve monokültür üretime bağlı olarak, geleneksel olarak üretilen birçok yerel mısır cinsinin üretim alanı ve pazarlama şansı bulamamasıdır. Bu da üreticilerin tarımsal üretimin temelini oluşturan tohum hususunda belirli tohum şirketlerine bağlı kalmasına neden olarak üretimde bağımsızlıklarını kaybetmesine ve tarımda biyoçeşitliliğin kaybına yol açmaktadır.
Bu yazıda, mısır üretimindeki gelişmelere odaklanılarak tarımsal politik ekonomi ve tarım sorunu tartışmaları bağlamında hem Türkiye’de tarımın uzun erimli dönüşümü hem de 2000’ler sonrasındaki neoliberal dönüşüm süreci sonuçları itibariyle tartışılacaktır.

Türkiye’de mısır üretiminin seyri
Yukarıdaki grafik, Türkiye’de mısır ekim alanlarının ve toplam mısır üretiminin tarihsel seyrini göstermektedir. Veriler, Türkiye’de mısır üretiminin son yıllarda daha önce hiç olmadığı kadar yüksek seviyelere ulaştığını gösteriyor. Buradaki dinamiği anlamak açısından ilk olarak mısır bitkisinin kullanım alanlarını hatırlamakta yarar var. Mısır tanesinden ve otsu gövdesinden yararlanmak üzere ekilmektedir. Mısırın taneleri insan beslenmesinde doğrudan kullanıldığı gibi yemeklik sıvı yağ, nişasta, glikoz ve yem sanayiinde de değerlendirilir. Otsu gövdesi ise hayvan yemi olarak kullanılır (Şahin, 2001). Üretim alanları kapsamında her iki amaçla ekilen mısır arazileri gösterilmektedir.
Grafiği incelediğimizde, yıllar itibariyle kır nüfusunun, tarımsal istihdamın ve tarım yapılan alanların azaldığı süreçte mısır üretiminde artış yaşandığı gözlemlenmektedir. Mısır, üretim alanları 2000’lere kadar azalma gösterirken, özellikle 2000’lerin ortalarından bu yana hızla yükselmiştir. Üretim hacmi ise üretimin yaygınlaşmasının çok üstünde bir hızda artış göstermiştir.
Mısır üretiminde tarihsel olarak bir verim artışının olduğu gözlemlenmektedir[2]. Bu hareket, iki temel dinamiği barındırmaktadır. Hem Türkiye tarımının uzun erimli dönüşümünün, hem de 2000’ler sonrası süreci tarif etmekte kullanılan ve “bildiğimiz tarımın sonunu getiren” neoliberal dönüşümün sonuçlarının aynı anda görüldüğü bir resimdir karşımızda duran
Bu üst üste geçen iki süreci kısaca tariflemekte yarar var. Mısır üretimi Cumhuriyetin başından itibaren iklimsel şartların kötü olduğu dönemler haricinde, yavaş ama istikrarlı bir artış trendi takip etmiştir. Mısır üretiminde 80’li yılların başından itibaren, sermaye birikimi koşullarına ve kurumsal dönüşüme bağlı olarak tarımsal altyapının ve teknolojilerin tarımsal üretimde yaygınlaşmasıyla birçok üründe olduğu üzere ciddi bir verim artışı söz konusu olmuştur. Bir yandan sulanabilir arazilerin artışıyla diğer yandan yeşil devrim olarak adlandırılan süreci hazırlayan uygulamaların (fenni gübre, hibrit tohumlar, pestisitler[3] vb.) ekonomideki liberalizasyonla sermaye hareketlerindeki serbestleşmeye bağlı olarak yaygınlaşması bu verim artışını getirmiştir. Bu verim artışı, Türkiye tarımının dönüşümünün bir veçhesini görünür kılmaktadır: Mısır üretimi geleneksel olarak emek yoğun bir üretim gerektirdiği ölçüde ve toprak mülkiyet rejimine de bağlı olarak çok büyük olmayan arazilerde hane emek gücü toplamının imkan verebildiği ölçüde yapılırken, üretim ilişkilerinde yaşanan dönüşüme bağlı olarak günümüzde daha geniş arazilerde, makine kullanımına dayalı ve girdi yoğun bir üretimin baskın olduğu bir üretim örüntüsü içinde gerçekleşmektedir. Ulusal pazarın derinleşmesi ve küresel piyasalara entegresyonu ile tabi olunan rekabet koşulları, ancak bu formda örgütlenmiş bir üretim biriminin yeniden üretimini mümkün kılmaktadır.
Verim artışının yanı sıra, 2000’lerin başından bu yana Türkiye genelinde mısır üretim alanlarında bir genişleme de söz konusudur. Bazı bölgelerde sulama imkanlarının yaygınlaşmasıyla üreticiler buğday, arpa gibi tahıl ürünlerinden daha çok gelir getiren mısıra yönelmeye başlamışlardır. Güney Doğu Anadolu Projesi’nin (GAP) kademeli olarak hayata geçmesiyle bölgede mısır üretilen alanlar artmıştır. Ayrıca, Çukurova’da piyasa tercihleri sonucu üreticiler 2. hasat ürünü olarak mısıra yönelmişlerdir. Buna karşılık, geleneksel olarak mısır üretiminin yapıldığı Karadeniz Bölgesi’nde piyasa rekabetine bağlı olarak mısır üretiminde bir azalma gözlemlenmektedir (Tablo 1). Böylelikle mısır üretiminde verim artışının hem sebebi hem sonucu olan üretim güçleri açısından bir dönüşüm söz konusuyken, bununla ilintili üretim merkezlerinin değişmesine yol açan coğrafik ve topografik bir dönüşüm de yaşanmaktadır. Aşağıdaki tablo, bu coğrafi değişimi açıkça ortaya koyarken genel verim artışını ve bölgeler arası verim farklarına yansıyan üretim güçlerindeki farklılığı yansıtmaktadır.
Yıl | 1999 | 2015 | ||||
Bölgeler | Ekim Alanı (hektar) | Üretim (ton) | Verim (ton/ hektar) | Ekim Alanı (hektar) | Üretim (ton) | Verim (ton/ hektar) |
Karadeniz | 224.237 | 584.671 | 2,6 | 65.661 | 259.171 | 3,9 |
Akdeniz | 155.679 | 1.027.791 | 6,6 | 201.639 | 2.148.250 | 10,7 |
Güneydoğu Anadolu | 7.625 | 33.343 | 4,4 | 172.310 | 1.630.385 | 9,5 |
Marmara | 88.708 | 493.259 | 5,6 | 62.151 | 560.791 | 9,0 |
Ege | 37.296 | 149.738 | 4,0 | 74.082 | 775.132 | 10,5 |
İç Anadolu | 2.611 | 3.919 | 1,5 | 100.422 | 997.578 | 9,9 |
Doğu Anadolu | 1.470 | 4.279 | 2,9 | 3.750 | 28.693 | 7,7 |
Tablo 1: Bölgelere göre mısır üretimi alanları üretim ve verim 1999-2015. Kaynak: TUİK Bitkisel Üretim Verileri
Öte yandan, grafiğin anlatamadığı ama mısır üretimine dair gözlemlediğimiz, üreticilerin dile getirdikleri ve tüketicilerin deneyimlediği birçok başka olgu da mevcut. Mısır üretimi niceliksel olarak artarken, son yıllarda tüketicinin sofrasına gelen veya sokakta karşısına çıkan mısırın niteliğine dair birçok kaygı dillendirilmektedir. Bu süreçte, tüketiciler nezdinde, yaygın bir algı ortaya çıkmıştır: Mısırın tadı kaçmıştır. Bu ifade hem mono kültür ve endüstriyel tarım üretime bağlı olarak bundan 20 sene önce bölge ve iklime göre ekilen yerel mısır cinslerinin üreticiler tarafından üretilmemesine, üretilse bile tüketicilerin bu ürünlere ancak belirli niş pazarlara dahil olduğu ölçüde erişebildiğine dikkat çekerken, diğer yandan GDO’lu mısırlar ve mısır şurubu tartışmaları sonucunda tüketicilerin son yıllarda mısır tüketirken yaşadığı tereddüdü açık etmektedir.
Mısırdaki üretim artışına rağmen, mısır üretimi toplam ihtiyacı karşılayamamaktadır. Gıda ve yem sanayiindeki büyüme ile birlikte bu alanlarda hammadde olarak kullanılan mısıra olan ihtiyaç artmıştır. İlk olarak 1950’li yıllarda Amerika ile yapılan ikili ticaret anlaşmalarıyla başlayan mısır ithalatı, 1980’lerin başından bu yana kademeli olarak kaldırılan korumacı politikalarla birlikte hızla artmıştır. Bugün mısırda ürün yeterlilik derecesi %85 seviyesindedir.

Mısır üretimi üzerinden yaratılan değer artarken yaratılan artı değerin paylaşılması giderek daha adaletsiz hale gelmektedir. Son yıllarda mısırın artan oranda biyoyakıt olarak kullanılmasının yarattığı küresel talep mısır fiyatları endeksinin diğer tahıl ürünlerine kıyasla yukarıda seyretmesine sebep olmuştur[4]. Bu talep yönlü şok, Toprak Mahsulleri Ofisinin müdahale alım fiyatlarına aynı ölçüde yansımamaktadır. Öte yandan, bazı üretim yıllarında hasat zamanlarında başvurulan gümrük vergisi tarifelerinde yapılan ayarlamalar üreticileri aleyhine fiyat etkilerine sebep olmaktadır[5]. Mısırda küresel gıda zincirine entegre olunmasıyla bu alanda çok uluslu gıda şirketlerinin denetimi artmıştır. Özetle, pasta büyümüş ama yaratılan artık değer daha az elde toplanır hale gelmiştir.
O halde mısır üretimine dair grafiğin gösterdiğinin ötesini anlamlandırmak için kamerayı farklı alanlara çevirmek gerekecek. Bu hususta ilk olarak 2000 sonrasında Türkiye tarımında dönüşümün esas dinamikleri incelenecektir. Sonraki bölümlerde mısır üretimi ve ticareti ile ilgili değişimleri şeker üretimi, endüstriyel hayvancılık ve sözleşmeli tarım başlıkları üzerinden tartışılarak, hibrit tohumlar ve GDO tartışmaları üzerinden mısırın tadının kaçmasının sebepleri aranacaktır.
Türkiye’de tarımın dönüşümü üzerine kısa bir not
Tarımda yeniden yapılanma süreci dahilinde başvurulan neoliberal uygulamalar, diğer alanlarda olduğu üzere, tarımda da devletin piyasaları düzenleyici rolünü sonlandırması, kamu hizmeti veren kurumların özelleştirilmesi ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi şeklinde gerçekleşti.
Neoliberal doktrinlerin uygulayıcısı konumunda olan uluslararası kuruluşların rehberliğinde 2000’li yılların başında çıkartılan yasalar ve uygulamaya konan reform paketleriyle tarım ve gıdada küresel piyasalara entegresyonun arttığı, finansallaşmanın derinleştiği bir kurumsal yeniden yapılanma süreci gerçekleşti. Tarım ürünlerinde müdahale alımlarına ve taban fiyat uygulamalarına piyasa düzenini ve mali dengeleri sarstığı gerekçe gösterilerek son verildi. Devletin üretici ile kurduğu ilişkide aracı olan kamu kurumları, kamu iktisadi teşekkülleri yeniden yapılandırma çerçevesinde özelleştirildi veya etkinliklerine son verildi. Üretici örgütleri ve ürün satış kooperatifleri özerkleştirilerek, bakiyelerindeki borçlarla piyasa rekabetine terk edildi. Küresel piyasalara entegrasyonla birlikte gıda meta zincirlerinde yeni aktörlerin ortaya çıkması ve şirketlerin zincire hakim olması sonucu ortaya çıktı. Her ne kadar bu süreç merkez ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de çatışmasız ve yeknesak bir şekilde gerçekleşmese de son 20 yıllık süre, tarımda prekapitalist üretim örüntülerinin en hızlı çözüldüğü ve tarım sonunun hiç olmadığı kadar çetrefil bir hal aldığı bir süreç olmuştur.
Devlet-üretici ilişkileri açısından yaşanan bu kurumsal dönüşüm ve küresel piyasalara entegresyonun getirdiği yeni piyasa koşulları Türkiye tarımında geleneksel olarak önemli olan bazı ürünlerin üretim alanlarının daralmasına ve üreticilerin üretimden kopmasına neden oldu. Aşağıdaki grafikler 2001 krizi sonrası IMF’nin yönlendirmesiyle çıkartılan Tütün ve Şeker yasası sonrasında bu iki ürün için üretici sayıları ve üretim alanlarını göstermekte. Benzer bir durum pamuk üretimi için söz konusudur. Tarihsel olarak pamuk üretiminin yapıldığı Çukurova’da piyasa şartları gereği “beyaz altının” yerini “sarı incinin” (mısır) aldığı ifade edilmektedir. Yani mısır diğer ürünlerden piyasa şartları, kota uygulamaları, pazarlama sıkıntıları sebebiyle kopan bazı üreticiler için tercih edilen bir ürün olmaktadır.

Türkiye Tütün Ekim Alanı, Tütün Üretimi ve Üretici Sayısı (1961-2015)

Şeker Politikaları ve Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretimi
İç Anadolu’da şeker pancarı üretilen alanlarda mısır tarımının yapılmaya başlamasının ötesinde şeker ve mısır politikalarının kesiştiği ve mısırın tadını kaçıran bir diğer konu nişasta bazlı şeker üretimidir.
Yukarıda sonuçları itibariyle dikkat çektiğimiz gibi, Türkiye’de pancar üretiminde 1998’de kota uygulaması başlamıştır. Şeker pancarı üretimi azalırken, kamunun elindeki şeker fabrikalarının bazıları özelleştirildi, özelleştirmeler sonucunda bazıları üretimi sonlandırmak durumunda kaldı. Türkiye’de şeker ihtiyacı aynı süreç içerisinde nüfusun artması ve gıda sektörünün büyümesi ile birlikte düzenli olarak artmaktadır.
Şekeri üretimi, şeker pancarından (sakaroz kökenli) pancar şekeri ve nişasta kökenli olarak yapılmaktadır. NBŞ üretimindeki nişasta kaynağı mısırdan elde edilmektedir. Türkiye’de şeker üretimi, şeker pancarından şeker üreten kamu ve özel fabrikaları ve nişasta bazlı glikoz ve früktoz şurubu üreten tamamı özel sektöre ait 5 fabrikaya sağlanan kota tahsisi ile gerçekleştirilmektedir. Mısır şurubu, şeker pancarından elde edilen şekerden daha tatlı, taşıması daha kolay bu açıdan da üretim maliyeti daha düşük. Gıda sanayinde, kıvam arttıran ve ürünün dayanma süresini uzatan daha da önemlisi üretim maliyetini düşüren glikoz ve früktoz şurupları tercih edilmektedir. NBŞ’nin maliyet avantajı sebebiyle şeker pancarı ve şeker kamışı üreticileri açısından taşıdığı risk ve gıda ürünlerinde kullanılmasının halk sağlığı açısından ortaya koyduğu sakıncalar sebebiyle hemen hemen tüm dünyada NBŞ üretimi belirli üretim kotaları ile kontrol edilmektedir. Avrupa Birliği’nde bu oran ülkelere göre %1-3 arası değişmektedir, Türkiye’de ise bu oran %10’dur ve her sene “ihtiyaca” göre Şeker Kurulunun önerisi, Bakanlar Kurulunun kararıyla bu kota tahsisi %50 oranında arttırılabilmektedir.

Aşağıdaki tablolar NBŞ kotalarında 2004’ten bu yana her sene yapılan kota artırımını ve geçtiğimiz yıl verilen NBŞ kotalarının firmalar-fabrikalar arasındaki dağılımını gösteriyor, verilere göre NBŞ kotaları yasada bulunan mevcut %10 kotanın üzerine her sene belirli oranlarda arttırılmıştır. Öte yandan belirlenen bu toplam kotanın yaklaşık %60’ı Cargill firmasına verilmiştir. Cargill’in tüm dünyanın çiftçileri için taşıdığı anlama dair olan bahsi şu yazılara bırakarak [6]kısaca Cargill’in 60’lı yıllardan bu yana yerli ortaklarla ve satın almalarla Türkiye’de tohum ticareti ve NBŞ üretimi ve mısır özü yağı üretimi gibi alanlarda faaliyet göstererek mısır piyasasında baş aktör olduğunu hatırlatalım.

Türkiye’de NBŞ üretimi lisansına sahip 5 fabrikanın kurulu kapasiteleri mevcut kotanın çok üstündedir[7]. Gıda sanayinin de halk sağlığına olan etkileri gözetmeden NBŞ’lere olan talebi düşünüldüğünde, NBŞ üretimi yapan firmaların pancar şekeri yerine NBŞ’nin gıda sanayisinde kullanılması ve bunun kullanımının arttırılması için önündeki engellerin kaldırılması yönünde ciddi çalışmaları sürmektedir. Son yıllarda Şeker Kanunuyla ilgili yapılmak istenen düzenlemelerde, gıda ve meşrubat sektöründeki malum şirketlerin lobi faaliyeti yürüttüğü derneklerin (Yased-Yabancı Sermaye Derneği, Meder – Meşrubatçılar Derneği, NÜD- Nişasta ve Glikoz Üreticileri Derneği) önerilerine paralel olarak NBŞ kotasını %15’e çıkarmak veya glikoz şurubu üretimini kota uygulamasından çıkarmak gibi öneriler gündeme gelmektedir.
Mısıra geri dönecek olursak, NBŞ üretimi kotalarının her yıl şeker açığı bahane gösterilerek arttırılması, şeker pancarı üretimini olumsuz etkilerken mısır talebini arttırdığı ölçüde mısır üreticileri adına olumlu bir etkisi olması düşünülebilir. Fakat, NBŞ üreten firmalar rekabet güçleri gereği mısır fiyatlarının belirlenmesinde etkili olmaktadırlar. Öte yandan, ürettikleri NBŞ’leri de yurt içinde dış piyasadan daha yüksek bir fiyata satmaktadırlar. GDO ile ilgili düzenlemelere göre, gıda sanayi için kullanılan NBŞ’lerde GDO’lu ürün kullanılamamaktadır. Bu da gıda üretimi yapan firmaların kullandıkları NBŞ’leri dış piyasadan daha pahalı olmasına rağmen yurtiçinde üretim lisansına sahip bu firmalardan tedarik etmeleri anlamına gelmektedir. Özetle, NBŞ üretimi yapan firmalar ihtiyacı olan mısırları üreticiden çeşitli yöntemlerle ve rekabet gücüyle piyasa fiyatından daha ucuza alabiliyor, gerekirse ithalat yoluna giderek tedarik ediyor. Ürettiği NBŞ’leri de yurt içinde dünya fiyatlarının üstünde satarak önemli karlar elde etmektedirler.
Öte yandan, bu firmalar daha “kaliteli” belirli standardlarda NBŞ üretmek amacıyla alım yaptıkları mısırlarda mısır şurubu üretimi için geliştirilmiş hibrit tohumlardan üretilen ürünleri tercih etmektedir. Bu da mısır üretiminde hibrit tohumlu mısırları piyasayı domine etmesine neden olmaktadır. Firmalar ihtiyacı olan tedariki garanti altına almak ve piyasadaki asimetrik ilişkilerden avantaj sağlayabilmek adına sözleşmeli üretim modeli ile mısır üretimi yoluna da başvurmaktadırlar.
Sözleşmeli Mısır Tarımı
Sözleşmeli tarım, devletin tarımsal üretimde düzenleyici ve koruyucu rolünü piyasa dinamiklerine bıraktığı koşullarda kapitalist üretim ilişkilerinin derinleştiği ve üreticilerin tarım ve gıda şirketlerinin denetimi altına girmesine yol açan bir üretim modeli olarak değerlendirilmelidir (Ulukan, 2013). Benzer bir süreç kota uygulamaları ve TEKEL’in özelleştirilmesi sonrasında tütün üretiminde de yaşanmış ve sözleşmeli üretim modeli teşvik edilmiştir. Sözleşmeler ve koşulları ürüne ve bölgelere göre değişmekle birlikte tarımda yaşanan dönüşüme dair ortak bir öz içermekteler. Tarımsal üretim standardizasyon uygulamaları ve uluslararası anlaşmalar sonucunda küresel piyasayalar açılırken, tarımda üretim ilişkilerinin temel bileşeni olan devlet-köylü ilişkileri yerini sermaye-köylü ilişkisine bırakmıştır. Sermaye birikiminin genişlemeci mantığı tarım ve gıdada üretim ve değişimi denetim altına alacak şekilde var olan ilişkilerin buna yönelik olarak dönüştürülmesini ve yeni mekanizmaların (biyoteknoloji, standartlar, patentler ve sözleşmeli tarım) oluşmasını sağlamıştır.
Sözleşmeli üreticilik tarımda pre-kapitalist üretim formlarının kapitalist üretim tarzına evriminin mevcut gıda rejimi dahilinde önemli bir aşamasıdır. Köylülüğün bir üretim birimi olarak yeniden üretimi açısından devlet kurumlarının hatıralarda kaldığı, geleneksel ve kültürel geçim yöntemlerinin, akrabalık-hemşerilik pratiklerinin piyasa ilişkileri dahilinde aşındığı bir ortamda, -yeniden- üretimi sürdürmek isteyen doğrudan üreticiler özgür bir şekilde firmalarla sözleşme imzalamaktadırlar. Sözleşmeye göre, belirlenen süreler içerisinde üreticiler toprak, işgücü ve üretim araçlarını kiralıyor; firmalar ise tohum, gübre gibi üretim girdilerini sağlıyor, teknik bilgi desteğiyle üretimi yönlendiriyor ve kalite kontrol yöntemleriyle denetimi gerçekleştiriyor. Üstüne üstlük firma ürünü belirli koşullarda alacağını taahhüt ediyor. Örgütsüz küçük üreticinin birçok emek ve masrafla ürettiği ürünün fiyatına dair hiçbir tasarrufunun olmadığı hatta ürünü satabileceğinin, satmayı başarsa da ürünün parasını tüccardan alabileceğinin garantisi olmadığı piyasa şartlarında sözleşme birçok çiftçi için tercih edilebilir bir seçenek olmaktadır. Sözleşmeli üretim girdi kullanımından, arazi bakımına üretime dair kararların firmanın denetimine geçtiği ve üreticinin bağımsızlığını kaybettiği bir üretim formu olarak git gide yaygınlaşmaktadır.
Mısırda da sözleşmeli üretim her geçen gün firmalar ve üreticiler tarafından daha çok tercih edilerek yaygınlaşmaktadır. Büyük hayvancılık firmaları, mısır cipsi, kahvaltı gevreği ve mısır özü yağı üretimi yapan gıda şirketleri ihtiyacı olan hammaddeyi, mısırı üretim merkezlerinin yakınında olan arazilerde ya kendi adına ürettirerek ya da üreticilerle sözleşme imzalayarak ürettirmektedir[8]. Sözleşmeli mısır üretimi de üretimde standart bir ürün talebi üzerinden örgütlendiği için, girdi kullanımı yoğun ve hibrit tohumların tercih edildiği bir üretim yöntemidir.
Endüstriyel Hayvancılık
Mısır üretimindeki gelişmeleri anlamak için bakacağımız bir diğer alan ise hayvancılıktaki dönüşüm olacaktır. Et fiyatlarının seyri, süt üreticilerinin isyanı, hormonla şişirilen tavuklar ve zehirli yumurtalar üzerinden kamuoyu tartışmalarına yansıyan hayvancılıktaki kriz de sermaye birikim rejiminin ve paralelinde yukarıdan anlattığımıza benzer bir kurumsal dönüşümün sonucudur.
Hayvancılığı geliştirmek, piyasayı regüle etmek, üreticiyi desteklemek ve tüketicinin makul amacıyla faaliyet gösteren devlet kurumları, Et ve Balık Kurumu yeniden yapılandırıldı, SEK özelleştirildi. Yerli ırkların ıslah edilmesindense ithalat öncelikli bir politika tarımsal üretimde yerli tohumların geri plana itilmesine benzerken, hayvanların süt ve yumurta veriminin arttırılması veya daha hızlı kilo aldırılması için başvurulan hormon ve antibiyotik uygulamaları, bitkisel üretimde artan tarım ilaçları ve kimyasal gübre uygulamaları ile paralel düşünülebilir. Özetle, şirket tarımı modelinin yaygınlaşması olarak tariflediğimiz süreç bu noktada da endüstriyel hayvancılık gelişimine tekabül ediyor. “İneklerin, balıkların, tavukların kapalı alanlarda yetiştirildiği, kendi başına çiftleşemediği, kendini besleyemediği endüstriyel hayvancılık” devlet destekleri ve kalkınma ajansları hibe ve kredileri ile teşvik edilmekte[9].
Tarım arazilerinin daha fazla rant elde etmek adına başka faaliyetlere açılması gibi geleneksel hayvancılığın temelini oluşturan meralar açısından da yıkıcı bir süreç işlemektedir. Mega projeler için yapılan (acele veya aheste) kamulaştırmalar, devlet zoru veya gözetimiyle yapılan toprak gaspları, ekolojik tahribatı ve tarımda yaşanan mülksüzleşmeyi hızlandırırken, koruma yasalarına eklenen istisna hükümleri ve Bakanlar Kurulu’nda alınan kamu yararı kararları ile başvurulan zor yasal çerçeveye alınmakta ve bu mülksüzleştirme pratiklerini meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Endüstriyel hayvancılık modeli ve meraların tahribatıyla, hayvanlar meralardan entegre üretim tesislerine kapatıldılar. Bu da girdi yoğun dolayısıyla yüksek yem maliyetlerinin olduğu bir üretim şeklini gerektirmektedir. İşte mısır burada devreye giriyor. İneğin süt verimi ve et kalitesi yediği proteinli gıda miktarına bağlıdır; yani ineğe saman değil hububat vermek gerekir, mısır da en yüksek enerji değerine sahip olduğu için en uygun tahıldır.
Tablo 2’de 2000’lerin başından bu yana Türkiye’de üretilen ve ithal edilen mısır toplamının kullanım alanları verilmiştir. Girişte belirtildiği üzere, mısır üretiminde yaşanan dönüşümün bir veçhesi olan mısır ekimi yapılan bölgelerde yaşanan değişim mısır kullanım alanlarının değişimine de yansımış gözüküyor. 2000’lerin başında mısırın toplam kullanımın yaklaşık %45’i doğrudan tüketimi, NBŞ üretimini ve mısır özü yağı üretimini oluşturan gıda amaçlı kullanımken, bu oran geçtiğimiz yıl %20’lere gerilemiştir. Bu azalmanın sebebi hayvancılık sektöründeki dönüşüme bağlı olarak artan yem ihtiyacı ve bunun de mısır üzerinden karşılanmasıdır. 2016 yılında toplam mısır tüketiminin %76’sı yem maddesi olarak kullanım için değerlendirilmiştir. Yemlik kullanımın ise yaklaşık %80’i tavukçuluk sektörü tarafından üstlenilmektedir (TMO, Hububat Raporu, 2016).
Türkiye’de yıllar itibariyle Mısır Tüketimi

Hayvancılık sektörünün dönüşümü sonucunda hayvancılık sektöründe ciddi bir sermaye yoğunlaşması yaşanmaktadır. Türkiye pazarının büyüklüğü ve konumu gereği her geçen gün bu alana yabancı sermaye yatırımları artmakta ve çok uluslu şirketler çeşitli ortaklıklarla ve satın almalarla Türkiye piyasasına girmekteler[10]. Ayrıca, bu sermaye yoğunlaşması uluslararası piyasaların rekabet koşullarında üretim maliyetlerini azaltmak, sermaye değerlenme hızını arttırmak adına daha çok GDO’lu yemlere ve antibiyotiklere başvurulması anlamına gelmektedir.
Mısır ve endüstriyel hayvancılığın kesişiminde, Türkiye’de gıda politikaları açısından en tartışmalı alanlardan biri de GDO konusudur[11]. Türkiye’de GDO’lu mısır ekimi 2010’da çıkartılan Biyogüvenlik Kanunu ve taraf olunan uluslararası anlaşmalar kapsamında yasaktır. Öte yandan GDO’lu ürünlerin ithali Biyogüvenlik Kurulu’nun risk ve sosyo-ekonomik değerlendirmesine bırakılmaktadır.
Son olarak, Ağustos 2017’de Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği’nin (BESD-BİR) başvurusu üzerine Biyogüvenlik Kurulunun aldığı kararla 4 yeni ürünün (3 mısır – 1 soya) hayvan yemi olarak kullanılmak üzere ithal edilmesine izin verildi[12]. Bunlarla birlikte izin verilen toplam ürün sayısı 36’ya yükseldi. Dahası, yeni ürünler için başvurular yapılmış, izinlerin de yolda olduğu söylenmektedir.
Biyogüvenlik Kurulu 2009 yılında aynı GDO’lu mısır genleri için BESD-BİR tarafından daha önce yapılan bir başvuruda sosyo-ekonomik değerlendirme sonucuna bağlı olarak reddetmişti[13]. Bu değerlendirmede GDO’lu ürünlerin halk sağlığına zararlı olabileceği vurgusu yaparak ve yerli üretimin desteklenmesi ve mısır ihtiyacının yerli üretimle sağlanması önerisinde bulunmuştu. Sonraki yıllarda ise BESD-BİR, Yumurta Üreticileri Merkez Birliği’nin (YUM-BİR), Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) başvuruları sonucunda bu değerlendirmeler göz önünde bulundurmayarak birçok GDO’lu mısır ve soya geninin ithal edilmesini kurul kararları sonucunda serbest bırakılmıştır.
Özellikle tavukçuluk ve yem sektöründe faaliyet gösteren bazı şirketlerin talepleriyle her gün daha fazla GDO’lu mısır Türkiye’ye girmektedir. Bu da her ne kadar aynı nitelikte ürün üretmeseler de yerel tohumdan, daha emek yoğun ve doğrudan tüketim için üretim yapan üreticinin, Amerika’da veya Brezilya’da makineli ve büyük ölçekte GDO’lu mısır üretimi yapan şirket ile piyasada istemese de rekabete girmesi anlamına geliyor. Bunun sonucunda, geleneksel yöntemlerle, ekolojiye zarar vermeden ve aile emeğine bağlı olarak üretim yapan üreticilerin bu piyasa şartlarında marjinalize olmasına ve yeniden üretimini sağlayamamasına sebep olmaktadır.
Sonuç yerine
Bu yazıda mısır üretimindeki dönüşüm sürecini tarımsal politik ekonomi perspektifinden üretim güçleri ve üretim ilişkilerinde yaşanan değişim dinamikleri üzerinden tartıştık. Mısırın kaçan tadını sözleşmeli tarım, nişasta bazlı şeker, endüstriyel hayvancılık ve GDO politikaları aracılığıyla takip etmeye çalıştık. “Nerde o eski mısırlar” sorusunu, gıdanın da politik bir alan olduğu kabulüyle, sadece gastronomik bir merakla değil veya apolitik ve dışlayıcı bir bilimsel söyleme başvurmadan, halk sağlığı, üretim politikaları, toplumsal güç ilişkileri ve gıda egemenliği bağlamında ele almaya çalıştık.
Mısırın tadına ne oldu? Kulağa biraz romantik, biraz nostaljik, biraz naif olarak gelse de bu soru, önemli bir çıkış noktası. Soframıza gelen temel bir ürünün gıda zincirinde sofradan tarlaya, tohuma kadar, geriye doğru giderek nasıl ilişkiler etrafında üretildiğini, ticaretinin yapıldığını ve nasıl bir siyaseti olduğunu anlamak adına bir başlangıç noktası.
Tarımın hayvancılık ve bitkisel üretimin birlikte yapıldığı ve birbirini tamamladığı bir faaliyet olarak düşündüğümüzde mısırın hayvan yemi olarak kullanılması elbette yeni değildir, aksine tarımsal üretimin bir gereğidir. Fakat, bunun küresel gıda rejimi altında uluslararası tohum ve gıda şirketleri tarafından ekolojik değerleri gözetmeden, halkların gıda egemenliklerine müdahale ederek, agro-biyoçeşitliliği yok ederek ve geleneksel köylü tarımını dışlayarak örgütlenmesi kapitalizmin neoliberal dönemine aittir. Tarımda ve gıdada şirketlerin hakim olduğu bu sistemde, küçük üreticiler gitgide marjinalize olmakta, üretim kararlarında eşitsiz güç ilişkilerinin belirlediği piyasa ilişkileri dahilince hareket etmek durumunda kalmaktadırlar. Bunun sonucu olarak, aile geçimini sağlayabilmek ve üretimi sürdürebilmek adına borçlanma yoluna gitmek durumunda kalıyorlar veya alternatif gelir imkanı yaratmak adına tarımda ücretli işçi olarak çalışmanın yollarını arıyorlar. Bunun sürdürülemediği durumda da üretimi terk ederek emeklilik için kalan günlerinin primini yatırabilmek adına kredi çekmek için bankaların kapılarını aşındırıyorlar veya çocuklarından veya sosyal yardımlar üzerinden gelebilecek gelirlerin yolunu gözlüyorlar.
Özetle mısırın tadı Türkiye’de tarımsal dönüşüm ve ekolojik tahribatlar sonucu üretimden elini çekmek durumunda olan üreticilerle beraber, buna bağlı olarak hem üreten hem de talep eden kalmadığı için yitip giden yerel tohumlarla beraber ve endüstriyel tarımın kimyasallara dayalı üretim sistemi sonucunda tahrip olan ve şirketlerin ve devletlerin toprak gaspları sonucunda köylülerin erişiminden ve kontrolünden çıkan topraklarla beraber kaybolmaktadır. Dünyanın farklı yerlerinde bu sürece müdahale eden her oluşum ve hareket tarımsal emeğin değerini, insanlık onurunu, toplumsal adaleti ve mısırın tadını geri kazanmak için mücadele etmektedir. O yüzden mısırın tadına ne oldu sorusunun peşine düşmekte ve onu geri kazanmakta ısrarcı olmak gerekmektedir.
[1] İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü, Doktora Adayı
[2] 1930’da 1 hektardan yaklaşık 1 ton verim alınırken, 2016 yılında ortalama mısır verimi 1 hektarda 9,5 ton seviyesindedir.
[3] Pestisitler: Bitkilere zarar veren veya gelişimine engel olan zararlı organizmalar, yabani otlar, böcekler, bakteri ve virüslerle mücadele amacıyla kullanılan kimyasal karışımların genel adıdır. Pestisitlerin kullanımı özellikle 2.
Dünya Savaşı’nda koşullarında gelişen kimya endüstrisinin tarımda uygulama alanı bulması ve özellikle Amerika ve Almanya gibi ülkelerde korporatist ilişkiler dahilinde büyüyen şirketlerin uluslararası anlaşmalar yoluyla küresel etkinliğini arttırmasıyla dünya ölçeğinde artmıştır (Gay, 2012).
[4] Dünyada gıda üretimi için kullanılan tarım arazilerinin petrol politikalarına ve küresel iklim değişikliği ile mücadele anlamında başvurulan biyoyakıt düzenlemelerine bağlı olarak etanol ve biodizel üretiminde hammadde olarak kullanılan ürünlere tahsis edilmesi gıda güvencesi ve gıda egemenliği anlamında önemli bir tartışma konusudur. 2000’li yılların ortasından itibaren yapılan yatırımlarla Türkiye’de mısır, buğday ve şeker pancarının kullanılmasıyla etanol üretimine başlanmıştır, fakat bu alandaki düzenlemelerle ilgili belirsizlik sebebiyle ve talep yetersizliğinden dolayı henüz üretim düşük seviyededir. Özellikle dünyada mısır üretimi ve ticaretinde önemli bir tartışma alanı olan biyoyakıt konusu, bu yazıda kapsam dışında bırakılmıştır.
[5] Mısırda hasat zamanı yapılan değişiklikler eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın döneminde sıkça gündeme gelmekteydi. Devlet Denetleme Kurulu’nun bu hususta yaptığı incelemede bu uygulamaların haksız kazanca sebep olduğu raporlanmıştı.
http://www.milliyet.com.tr/-gumruk-orani-degisimi-haksiz-kazanca-yol-acti-/ekonomi/haberdetayarsiv/22.06.2006/161463/default.htm
[6] Shawn Hattingh. “Gıda ticaretinin ölümcül liberalizasyonu” https://www.karasaban.net/gida-ticaretinin-olumcul-liberalizasyonu/
Ahmet Atalık “Cargill+Arttırılan Nişasta Bazlı Şeker Kotası = Kaybeden!!” http://www.antimai.org/bs/aataliknbs.htm
[7] NBŞ sektörünün kurulu kapasitesi 935 bin ton olup bu kapasitenin 440 bin tonluk kısmı Cargill’e aittir.
[8]Sözleşmeli mısırda Ziraat Bankası Cargil ve çiftci işbirliği http://www.cine-tarim.com.tr/dergi/arsiv42/sektorel05.htm
[9] Sezai Ozan Zeybek’in konuyla ilgili söyledikleri için: http://www.sivilsayfalar.org/yediklerimizle-kurt-meselesinin-iliskisi-turkiyede-endustriyel-hayvancilik/
[10] http://www.coanalyst.com/2017/07/tavuk-sektorunde-yabanci-sermaye.html
[11] GDO ile ilgili mevzuatın oluşumu ve sonrasındaki süreçteki tartışmaların takip edebilmek için Barış Gencer Baykan’ın “Türkiye’de GDO’lar ve Toplumsal Muhalefet” raporu önemli bir kaynaktır.
http://betam.bahcesehir.edu.tr/wp-content/uploads/2012/11/ArastirmaNotu141.pdf
[12] https://www.cnnturk.com/ekonomi/4-urune-daha-izin-cikti-gdo-tartismasi-yeniden-gundeme-geldi
[13] https://m.bianet.org/bianet/saglik/166270-gdo-lar-uc-yil-once-zararliydi-simdi-zararsiz-oldu
Kaynak: Köstebek Kolektif