2007 – 2008 gıda krizinin nedenleri hala tartışılıyor. Ama en geniş kesimlerin üzerinde uzlaştığı bir dizi neden sayabiliriz: 2006 sonunda tohum üretici ülkelerde görülen sezon dışı kuraklık ve petrol fiyatlarındaki ani yükseliş krizin tetikleyicisi oldu. Petrol fiyatları, gübre, gıda taşımacılığı ve endüstriyel tarım maliyetlerini artırdı. Gelişmiş ülkelerde tarımsal yakıt kullanımındaki hızlı artış bir başka sebep olarak sayılabilir. Tarım üreticisi ülkeler tarımsal yakıt üretimine ağırlık verince gıda arzında küresel bir azalma oldu ve, mısır, şeker kamışı ve bitkisel yağ üretiminde tarımsal yakıt payı hızla arttı. Bu da gıda fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Asya orta sınıf nüfusunun beslenme alışkanlıklarının daha çeşitli bir ürün yelpazesine doğru yönelmesi de gıda fiyatlarının yükselmesinde etkili oldu. Örneğin Çinʼde kişi başına yıllık et tüketimi 1980ʻde 20 kg. iken, bu miktar 2007ʻde 50 kg.a yükseldi. 1 kg. buğday üretimi için 1000-2000 lt. su kullanılırken, aynı miktarda etin üretimi için 10.000-13.000 lt. su kullanılıyor. Bu değişim tarım üretimi üzerinde ciddi etkilere sahip.
Nedenler bunlardan ibaret değil. Asıl üzerinde durulması gereken sistemik nedenler…
Çünkü gidişatta bir değişiklik yok. Tersine durum daha da kötüleşiyor. Bu sistemik nedenler arasında, özellikle, dünya nüfusu hızla artarken tarıma elverişli arazinin aynı hızla azalması; iklim değişikliklerinin tarım arazilerini kuraklık, sel baskınları, fırtınalar ve erozyonla tehdit etmesi; gelişmekte olan ülkelerde teşvik edilen pazar reformlarının tarım üzerindeki koruma önlemlerini zayıflatarak yerel tarıma zarar vermesi ve; küresel ölçekte endüstriyel tarımın yükselişi; ham madde fiyatlarındaki spekülasyonlarla tarımsal üretimin enerjiye doğru kayması; iç savaşların kışkırttığı göç dalgalarının bu kitlesel nüfusu gıda üretiminden alıkoyması gibi etkenleri saymak gerek. Bu alanların her birinde şu anda 2008ʼde olduğundan daha kötü durumdayız.
GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ve biyoteknoloji araştırmalarında tam bir opaklık hakim. Bu, tarım, farmakoloji, enerji ve ileri teknoloji sektörlerinin birlikte oynadığı bir alan ve bunların büyük kısmı çokuluslular… Mesela, yaklaşık on yıldır, Afrika ikinci kolonileştirilme sürecini yaşıyor. Çin, Suudi Arabistan, Rusya, ABD, İsrail gibi ülkeler ve çokuluslular, birçok Afrika ülkesinin hükümetlerine bir şekilde “yaklaşarak” devasa araziler kapatıyor. Bunlar tarıma elverişli araziler. Özel orduların etrafını çevirdiği bu alanlarda GDOʼdan organik tarıma, biyo yakıttan farmakolojik tarıma çok geniş bir yelpazede araştırma ve üretim yapılıyor. Bu odaklar, yaklaşan gıda krizine hazırlanıyor ve “küresel gıda güvenliklerini” sağlıyorlar. Bu “önlem”in “herkes” için olmadığı apaçık. Dikenli tellerin hemen ardında çocuklar yetersiz beslenmeden ölüyor.
“Dünya Gıda Yardımı” gibi paketlerin bir önceki gıda krizinde hemen hemen hiç bir işe yaramadığını da gördük. Son ekonomik krizle birlikte “Binyıl Hedefleri” de yalan oldu. Sistemik sorunları çözmenin tek yolu sistemik değişikliklere gitmek. Gıda krizlerinin küresel ölçekte daha önce bu kadar etkili olmamalarının sebebi, her ülkenin bir ölçüde kendine yeterlik sistemleri geliştirmiş olmaları; yerel tarımın desteklenmesi; biyo çeşitliliğin korunması; tarımın asli hacminin gıda odaklı olması; beslenme alışkanlıklarının daha sürdürülebilir bir durum arzetmesi idi. Ama gerek yüz yıldır yaşanan kaynak savurganlığı ve karbon temelli sanayileşmenin etkileri, gerekse endüstriyel tarımın yükselişi bu durumu tersine çevirdi.
Bu sistemde radikal bir değişiklik yapmak zenginlerin işine gelmiyor. Ama, tıpkı iklim krizi gibi, gıda krizi de sadece yoksulları değil, onları da vuracak. Aslında 2008 krizinde bu etkileri düşük yoğunluklu da olsa tecrübe ettiler. O yüzden Afrikaʼda yaptıkları türden adaletsiz, soyguncu önlemlere başvuruyorlar. Ama işler o kadar basit değil.
Kaynak : Emek Dünyası – 17 Ocak 2011