Ekoloji canlı ve cansız varlıkların birbirleri ve çevreleri ile olan etkileşimlerini ifade eder. Bakteriler, virüsler, mantarlar, mikroorganizmalar, bitkiler, hayvanlar, insanlar vb. ekosistem içindeki canlıları, her ne kadar içinde farklı canlıları barındırsa da yer altı kaynakları, madenler, göl, okyanus, atmosfer, toprak, rüzgar, nem, ısı, ışık, hava, su, kaya vb. de cansız varlıkları oluştururlar. Ekosistemler de bu canlı ve cansız varlıkların uyumu sonucu oluşmaktadır.
Bu unsurların birbiriyle ilişkisindeki uyum farklılıkları veya birbiriyle olan farklı etkileşimleri bazı bölgelerde bazı bitki ve hayvan türlerinin daha sağlıklı yaşamasına, hatta bazılarının sadece belli yerlerde varlıklarını koruyabilmelerine neden olmuş, bu da ekosistem çeşitliliğini oluşturmuştur. Bu çeşitlilik binlerce yılda da kendi içinde bir dengeye kavuşmuştur. Bazı bitkiler ve diğer canlılar eski jeolojik devirlerde geniş bir yayılışa sahip iken, daha sonra, çevre koşullarının değişmesi sonucu, büyük oranda ortadan kalkmış olabilir. Bu durumda tür, sığınabildiği çok özel çevre koşullarında varlığını devam ettirebilir. (1)
Ama insanların doğayı hükmetme isteği çoğaldık sıra ekosistemler içinde kurulmuş olan denge çözülmeye başlamış ve bu durumdan da insanlar dahil tüm canlı varlıklar zarar görmüşlerdir. Covid-19 süreci bunu daha açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Yaşam alanları yok edilen virüsler yeni yaşam alanları aramaya başlamış ve tüm dünya insanları pandemi korkusu ile yaşar hale gelmişlerdir.
Türkiye içinde yer alan ekosistemlerin çeşitliliği bir çok temel gıda ürününün anavatanın Türkiye olmasını sağlamıştır. Hatta bugün bile Türkiye’de yetişen 3000 civarındaki bitki türü endemiktir (sadece Türkiye’ye özgüdür). Endemik türlerin en önemli özellikleri sınırlı bir bölge de yaşayabilmesidir. Dünyanın bir başka yerinde, hatta Türkiye’nin bir başka bölgesinde görülmezler, yerele özgüdürler. Dolayısıyla Türkiye’deki ekosistemler aynı zamanda tarımsal üretim için önemli olanaklar sağlamıştır. Ders kitaplarında “gıda da kendi kendine yeten 7 ülkeden biri” olduğumuz iddiası buna dayanır. (Ders kitapları diğer 6 ülke hangileridir? Sorusunu yanıtlamamaktadır.) Ve Türkiye Osmanlı dönemi de dahil on yıllardır gıda ürünlerini ihraç ederek gelir elde etmiş, deyim yerindeyse birçok ülkenin gıda ihtiyacını karşılamıştır. On yıllardır Türkiye’nin önemli tarımsal üretim merkezlerinden birisi İzmir ve Ege bölgesi olmuştur. Bu coğrafi durum İzmir’in deniz kıyısında olması özelliğiyle de birleşince İzmir’i Anadolu’nun ve doğunun bütün tarım ürünlerinin ve tarımsal ürünlerden elde edilmiş ürünlerin Dünya’ya yayıldığı önemli merkezlerden biri haline getirmiştir.
İzmir’de 130’dan fazla endemik bitki türü vardır ve bunlardan bir kısmı insanların gıda ihtiyacını karşılamaktadır. Bu bitkilerin tüketiminin gastronomi de de özel bir yeri vardır. Sarmaşık, ebegümeci, ısırgan, cibez, turpotu, hindibağ, şevketi bostan, radika, deniz börülcesi, hardal otu, eşek dikeni, kenger, kuzu kulağı, enginar, kuşkonmaz, yaban enginarı, arapsaçı, semizotu, kekik, adaçayı, çintar, beyaz çintar (kayın mantarı) vb. İzmir ve Ege kıyılarının en çok tüketilen bitki ve mantarlarından bazılarıdır. Bunların bir kısmı kültüre alınmamış yabani bitkisel türlerdir. Gene süs bitkilerinden hoş kokulu nergis çiçeği İzmir’e özgü bitkilerdendir. Kültüre alınmış bazı bitkiler dünyanın veya ülkemizin farklı yörelerinde de yetiştirilseler bile gerek İzmir’e özgü ekosistem, gerekse de İzmir’in bazı bölgelerinde görülen mikro-ekosistemler nedeniyle zamanla evrimleşmişler daha özel tatlara sahip olmuşlardır. Ve bu ürünlere yetiştirildikleri bölgelerin adları ön ad olarak verilmiştir; Bornova Misketi, Foça Karası, Kavacık üzümü gibi üzüm adları, Karaburun Hurma zeytini (denizden esen rüzgârlar deniz üzerindeki bakterileri zeytinlerin üzerine taşır ve zeytinin hiçbir işleme gerek kalmadan ağaçta olgunlaşarak sofrada tüketilecek aşamaya gelmesini sağlar), Urla kınalı bamyası, Ödemiş sarı patatesi, Çeşme kavunu, Gümüldür mandalinası, Urla-Seferihisar enginarı, Bergama bamyası vb. adlarla anılırlar. Bundan üç-beş yıl önce İzmir’de herhangi bir yerel pazara gittiğinizde satıcıların etiketleri üzerinde bu nitelendirmeleri görürdünüz, ama son yıllarda bu etiketler oldukça azalmıştır. Çünkü gerek tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı, gerek maden aramaları, gerek İzmir ve Ege Bölgesi’nin bir enerji havzası haline getirilme çabaları, gerekse endüstriyel tarımsal üretimle “kırsal kalkınma” sağlama çabaları ve küresel iklim değişikliği İzmir’in ekosisteminde ve biyoçeşitliliğinde ciddi değişikliklere yol açmaya başlamıştır.
Enerji Yatırımlarının Ekosisteme ve Tarıma etkileri:
Bergama’da siyanürlü liç yöntemiyle çıkartılan altın madeni yıllardır o yöredeki yer altı sularını kirletmekte, havaya kirletici gaz salgılamaktadır. Karaburun, Çeşme ve Seferihisar bölgesindeki yoğun Rüzgar Enerji Santralleri (RES) de genellikle dağlık arazi olan bu bölgeleri olumsuz etkilemeye başlamıştır. RES’ler özellikle Karaburun’da, rüzgarların denizden getirdiği mikro organizmaların zeytinlere ulaşmasını ve hiçbir müdahaleye gerek kalmadan ağacında yenilebilecek şekilde olgunlaşan zeytinlerin olgunlaşmasını engel olmaya başlamıştır. Önümüzdeki yıllarda yetiştiği bölgenin adıyla anılan ” Karaburun hurması” zeytinlerini, bu nedenle sadece tarih ve tarım kitaplarında görme riski ile karşı karşıya kalma olasılığımız yüksektir. Çünkü RES’ler Karaburun yarımadasının mikroklimasını dolayısıyla ekolojik sistemini olumsuz etkilemeye başlamış, zeytin zararlılarında artışlara neden olmuştur. Bilindiği gibi yarasalar çıkardıkları yüksek frekanslı ses dalgalarının, etraflarındaki cisimlere çarpıp geri dönmesi yardımıyla yönlerini bulurlar. RES’lerin çalışmaya başlamasıyla birlikte RES’lerin kanatlarının yarattığı ses dalgaları yarasaları olumsuz etkilemiş, yarasa popülasyonu da yok olmaya başlamıştır, Yarasalar zeytine zarar veren böcekleri yiyerek yaşamlarını sürdürürler. Çiftçiler yarasalar sayesinde zeytin zararlılarından kurtulurlar böylelikle de zeytin ağaçlarının bakımı ve ürünlerinin sağlığı için herhangi bir kimyasal kullanmamaktadırlar. Yarasalar tamamen yok olduğunda çiftçiler de biyolojik mücadeledeki en büyük yardımcılarını kaybetmiş olacaklardır. Bu da RES’lerin ekosistemde yarattığı bir başka olumsuzluktur.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sayfasında da çevresel etkiler bu görüşümüzü destekleyecek biçimde şu şekilde sıralanmıştır: RES’lerin Kuş göç yolları üzerinde olması nedeniyle (Türbinlere çarpacak olan yaban hayvanlarının (kuşlar, yarasalar vs.) zarar gördüğü, Gürültü kirliliği yarattığı (Rüzgâr türbinlerinde iki çeşit gürültü oluşmaktadır. Bunlar mekanik gürültü (dişli kutusu, jeneratör ve yedek motorların yarattığı gürültü) ve aerodinamik gürültülerdir. Türbinlerin çıkardığı gürültü, şehirlere yakın bölgelerde oluşturdukları ses kirliliği sebebiyle insanlara, hayvanlara ve doğal yaşama rahatsızlık vermektedir.), Deniz ekosistemine olumsuz etkilediği, Hafriyat atıkları ve toz oluştuğu (Yapılacak olan şantiye binaları, kurulacak olan kalıcı yapı ve tesisler, yollar vb. İnşaatlardan çıkacak olan hafriyat, toz ve gürültü), araç ve makinelere ait yağ ve yakıtlar, vb. atıkların çevreye yayıldığı, Enerji nakli hatları, radyo ve televizyon sinyallerine zarar verdiği vb. çevresel zararlarından bahsedilmektedir. Bütün bu zararlar önlem alınmazsa ekolojik döngüyü olumsuz etkileyecek ve zeytin üretimi de dahil bütün tarımsal üretimde problemler yaratacak olan zararlardır (2)
Seferihisar bölgesinde de (tıpkı Ege’nin başka bölgelerinde olduğu gibi) Jeotermal Elektrik Santrali (JES) yatırımları için iştah kabartmaktadır. Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı İzmir Valisi’nin, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı’nı İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı’nın, Yönetim Kurulu Üyeliklerini de Karabağlar Kaymakamı’nın, İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürü’nün, Balçova, Narlıdere, Seferihisar, Dikili Belediye Başkanları’nın ve YİKOB Strateji ve Koordinasyon, YİKOB İdari ve Mali İşler, YİKOB Doğal Kaynaklar Ruhsat ve Kültür Varlıkları Müdürlerinin yaptığı İZMİR Jeotermal Enerji San. ve Tic. A.Ş.(3) yıllık 500 bin dolar kira bedeli karşılığında Seferihisar jeotermal sahasını elektrik elde etmek üzere 2016 yılında 20 yıllığına RSC Elektrik’e kiraladı. RSC Elektrik yakında Jeotermal Elektrik Santrali’ni faaliyete geçirecek. Ve Ege’nin başka bölgelerinde olduğu gibi sulama suları ve bu sularla sulanan tarım alanları kirletildiği gibi iklim değişikliğini de tetikleyecek, ekosistem olumsuz etkilenecektir.
Jeotermal akışkanlarda silika, arsenik ve bor bileşikleri bulunur. Arsenik (As) sulama suyunda yüksek olması durumunda bitki bünyesine geçer ve inorganik arsenik olarak depolanır ve bitkinin kurumasına neden olur. Arsenik içeriği yüksek olan içme suyundan uzun süre tüketilmesi neticesinde, insanlarda deri ve iç organlarda tahribatlar görülür. Özellikle sulama suyu için tehlikeli olan bor, jeotermal sularda en çok bulunan kirleticilerden biridir, bitkilerde ve insan üzerinde zararlı etkisi vardır. Özellikle sulama sularında, toprağın gözenekliliğini düşürür ve bitki köklerinin hava almasını engelleyerek kurumalarına neden olur. Jeotermal kaynakların yüzeye çıkması ile buhar fazındaki CO2, H2S, CH4, NH3 vb. gazlar ayrılır ve sonuçta pH yükselmeye başlar. Zeminde sıcaklığın azalması, derişim ve pH’nın artması sıcak sulardaki kalsit, dolomit, klorür, sülfat, silisyum vb. maddelerin çökelmesine neden olur. Bu maddeler doğal ortama karışarak yörenin ekosistem içerisindeki dengesini bozar ve zaman süreci içerisinde çevre, insanın kendisine yönelerek onu tehdit etmeye başlar. Buna paralel olarak çevrede yaşayan canlı varlıklar ile içinde bulunduğu ortamı birbirine bağlayan göreceli bir uyum söz konusudur. Ancak yoğunlaşan ağır metaller, kimyasal çökelmeler, ayrımlı gazlar vb. kirletici etmenler çevrenin hızla kirlenmesine neden olurlar (4)
Jeotermal akışkanlarda bulunan kirleticiler sıvı ekosistem ve karasal ortamı etkileyerek nehir ya da akarsuların içine karışarak su kimyasını değiştirmekte bu sularla sulanan arazilerin toprak yapısı da değişmekte, kirlenmektedir. Jeotermal akışkanlarda genelde bulunan temel kirleticiler lityum, amonyak, borik asit, arsenik, civa, hidrojen sülfürdür. Sulama sularının ve bu sularla sulanan tarım alanlarının çeşitli toksik elementlerce kirlenmesi tarımsal üretimi sınırlayan en önemli faktörlerden birisidir. Böylesine tehlikeli ve problemli bir enerji üretim sistemi İzmir çevresinde ve Ege’de yaygın hale gelmeye başlamıştır. Bu zamanla bir ekolojik yıkıma dönüşecek, İzmir’in tarımsal üretimi tamamen yok olmaya başlayacaktır.
ÇİFTÇİ-SEN 2016 yılında yapmış olduğu Basın Açıklaması’nda İzmir Valisi başta olmak üzere İzmir BB Başkanını ve İZMİR Jeotermal AŞ’deki diğer Belediye Başkanları’nı, yetkili kamu görevlilerini uyararak, bu anlaşmanın iptal edilmesini, enerji için toprağın, suyun, gıda üretiminin yok edilmemesini, enerji yatırımları yerine küçük üreticilerin tarımsal üretim yapmalarının teşvik edilmesini, Yarımadayı İzmir’in gıda ihtiyacını karşılayan tarımsal üretim merkezi haline getirilerek asıl kimliğine kavuşturulmasını, küresel iklim krizinin gerçekçi çözümüne yardımcı olunmasını talep etmiştir.(5) Ancak o günden bu yana yerel yönetimlerden olumlu ses çıkmamakta, “ Artık rüzgar esecek ve biz bakmayacağız. Onu enerjiye, gelire çevireceğiz” (6) “Güneşten, rüzgardan, denizin dalgasından, hayvanımızın dışkısından enerji üretmek zorundayız. Hem yeni teknolojilerle ülkemizi buluşturmalıyız” diyerek İzmir Yarımada Bölgesi’ndeki RES’lerin yarattığı sorunları görmezden gelmekte, doğayı metalaştıran neoliberal enerji politikalarını savunmakta, enerji şirketlerine yeşil ışık yakmakta ve böylelikle de Enerji Sanayicileri ve İşadamları tarafından övgülere mazhar olmaktadırlar.(7) Bu bakışın AKP İktidarının bakışından hiç farkı yoktur. 2010 yılında Rize-İkizdere Barajı açılış töreninde dönemin Başbakanı R.T.Erdoğan “Allah’ın lütfettiği rüzgarı enerjiye çevireceğiz, esiyor rüzgar esiyor. Sen de bir pervane koyuyorsun enerji üretiyorsun. Güneş enerjisinden istifade edeceğiz” demekte, HES projeleri içinde;“ Su akar, Türk bakar” sözünü “Su akar, Türk yapar” a çevireceklerini söyleyerek Karadeniz’de onlarca HES’in yapılmasını onay vermiştir. (8) Giresun’da yakın dönemde yaşanan sel felaketi doğanın metalaştırılmasının nelere mal olacağının en acı örneklerinden birisidir. Sermayenin enerji yatırımları nedeniyle yara alan doğanın zararlarının aza indirilmesi sadece “teknik bir sorun” değildir ve yeni teknolojilerle de çözülemez. Bu ekolojik ve politik bir meseledir. Kimin için, Ne için enerji? Sorusuna cevap veremezsen/vermek istemezsen “Yeni Teknoloji, Yenilenebilir Enerji, Temiz Enerji” adı altında sunulan bütün Enerji Üretim Sistemlerini sorgulamadan kabul edersin. Bu durum hem ekosistemi, hem de ekosistemin ayrılmaz bir parçası olan bitkisel üretimi olumsuz etkiler. Sonuçta, tarımsal üretimi bırakmak zorunda kalan çiftçiler işsizler ordusuna katılmak zorunda kaldığı gibi, toplum Gıda Krizleri ile karşı karşıya kalır. Şirketlerin gıdayı kontrolü artar.
“Kırsal Kalkınma Programları”nın Tarımsal Üretime ve Ekosisteme Etkileri İzmir ekosistemini olumsuz etkileyen bir başka etken de “kırsal kalkınma” adı altında savunulan ve uygulanan endüstriyel tarımsal üretim yöntemidir. Bu yöntem çiftçileri tohumda şirketlere bağımlı hale getirdiği gibi diğer girdilerde de bağımlı hale getirmekte, İzmir’in biyoçeşitliliğini yok etmesi yetmezmiş gibi kullanılan yoğun kimyasallarla ekosistemi belirleyen su, toprak vb. kirleten ve tüketen tarzıyla İzmir ekosistemini olumsuz etkilemektedir. Örneğin “kırsal kalkınma” adı altında Bayındır’da çiçek üretimi ve ihracatı AB fon ve teşvikleriyle ön plana çıkartılmış ve Bayındır’ın bitkisel gıda üretimindeki yeri ve çeşitliliği zayıflatılmış, Tire’de ithal hayvan cinsleri ile büyükbaş hayvan yetiştiriciliği gene AB fon ve teşvikleriyle ön plana çıkartılmış, Tire’nin bitkisel gıda üretimindeki yeri ve çeşitliliği zayıflatılmıştır. Kaldı ki bu üretim tarzı yerel yönetimlerin desteğiyle çiftçilerin pazarlama yönünden aracılara ve şirketlere bağımlılığını azaltsa bile, girdiler yönünden çiftçilerin şirketlere bağımlılığını arttırdığı gibi, üretim sürecinde kullanılan aşırı kimyasallarla suların, toprağın, havanın kirlenmesini de arttırmıştır.
Önümüzdeki günlerde İzmir ekosistemini ve tarımını bekleyen başka tehlikeler ise Topraksız Tarım ve 3.Tarım Şurası sonrası Ege Bölgesi’nde hızla Jeotermal enerjiden yararlanılarak tarım yapılacak olan “Tarıma Dayalı ihtisas Organize Sanayi Bölgesi” projeleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kabul ettiği ve askıya çıkarttığı 1/100.000’lik İmar planı değişikliği ve “çöp”diye ifade edilen atıklardan enerji üretimi, projeleridir. Bu projeler ekolojik problemlerin yanı sıra sosyal problemler de yaratmaya adaydır. Bu projeler hayata geçtiğinde bir çok üretici tarımsal üretimi bırakmak, topraklarını satmak zorunda kalacaktır.
Topraksız Tarım Uygulaması
Tarımsal üretimi şirketlere bağımlı kılmanın bir başka yolu olan “Topraksız Tarım” uygulaması yoğun miktarda kimyasal besleyici ve enerji girdisi gerektirir. Bu nedenle küçük aile çiftçilerinin böylesine bir sistemi kurmasının olanağı olmadığı gibi ne yazık ki bu sistem tarım arazilerini (toprağı) değersizleştirmenin ve amaç dışı kullanımının önünü açmanın da bir başka yoludur. İzmir B.B. İzmir Kalkınma Ajansı, T.C. Kalkınma Bakanlığı ortaklığıyla “Topraksız (Sanayileşmiş) Tarım” kursları düzenlemekte, bu konuda seralar kurmakta ve bunların reklamını yapmaktadır. (9) İstanbul Büyükşehir Belediyesi de yerel seçimler öncesi 2017 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi ile birlikte “milli tarıma destek ve tarımsal üretimin artması için yerel yönetimlerde bir ilke imza attığını” övünerek bu projeyi başlatmış ve yerel seçim sonrası Belediye Başkanlığı el değiştirmiş olmasına rağmen bu proje halen devam ettirilmektedir. (10) Bitkileri köklerinin tutunabileceği bir yüzey, mineraller ve su ile yetiştirmek kulağa hoş gelebilir, hatta toprakta yetiştirmekten çok daha fazla üründe verebilir. Ancak bu sistemin yol açacağı ekolojik, ekonomik ve sosyal problemlerin yaratacağı zarar konusu ne Yerel Yönetimlerin ne de Bakanlığın gündeminde değildir. Görüldüğü gibi Belediyeler biryandan “köylü, üretici pazarları” kurarak “ alternatif gıda sistemi kuruyoruz” mesajları vermeye, bir anlamda kamuoyunu yanıltmaya çalışırken diğer yandan endüstriyel gıda sistemi ile uyumlu, hatta onun daha da gelişmesine neden olacak projelere yönelmektedirler.
“Tarıma Dayalı ihtisas Organize Sanayi Bölgesi” projeleri
“Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri” şirketlerin genellikle hazine’ye ait arazilere veya mera alanlarına kurdukları, örtü altı üretim yaptıkları yerlerdir. Bakanın belirttiği ve “gayretimiz sürüyor” dediği Dikili, Ödemiş, Tire, Seferihisar, Bayındır, Bakırçay Havzası, Foça, Menemen, Torbalı, Denizli Sarayköy, Aydın Efeler, Manisa Alaşehir, Balıkesir Edremit bölgeleri aynı zamanda Jeotermal kaynakların yoğun olduğu bölgelerdir. Bu da gösteriyor ki seraları ısıtmak için bu kaynakları kullanacaklar, zaten var olan, Jeotermal Elektrik Santralleri’nin yarattığı kirliliğe yeni kirlilikler ekleneceği gibi aile tarımı yapan çiftçiler tamamen tasfiye edilip, bu işletmelerde aileleriyle birlikte çalışmak zorunda bırakılacaktır.
“Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesi” kurmak için Valiliklerin öncülüğünde, hemen her İl’de ticaret odaları, sanayi odaları, ticaret borsaları, Tarım ve Orman İl Müdürlükleri adeta yarışmakta bazı Belediye Başkanları da bu yatırımların ekolojik ve sosyal yıkımlarını düşünmeden yarışa dahil olmaktadır. (11)
Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı, yeni imar planları:
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yeni imar planına göre İzmir’de 21.200 hektar olan mevcut yapılaşmayı 30.000 hektara çıkartmayı hedeflemektedir. Bu plana göre daha önce imar planına dahil edilmemiş tarım alanlarında bile betonlaşmaya izin verilerek , “Turizm ve golf yatırımları, organize sanayi bölgeleri, sanayi yatırımları, yat limanları, fuar alanları vb. (12) için yatırımlar adı altında İzmir’in mevcut betonlaşmış alanının yarısına yakın,(9000 hektara yakın) bir alanın bütün ekolojik dengesi, biyoçeşitliliği yok edilecektir. Buralardaki ekosistemlerin yok edilmesi “kelebek etkisi” yapar, Ege Bölgesi’nin ekosistemini etkiler. Kaybolacak olan sadece inşaat yapılan tarım arazileri olmayacaktır, Bu durum Ege’yi besleyen su kaynaklarını da yok eder. Gıda üretiminde zayıflama meydana geleceği gibi, şirketlerin kontrolündeki gıda sistemi güçlenir, tüketicilerin de sağlıklı gıdaya erişim hakları tamamen ellerinden alınmış olur. Yaşananlar ve tarih bize sonucun bu olacağını göstermektedir.
Uluslar arası sermaye İzmir’i ve Ege’yi enerji havzası haline getirmek, gıdanın kontrolünü de şirketlere teslim etmek istemektedir. Topraksız Tarım ve Tarıma Dayalı ihtisas Organize Sanayi Bölgesi projeleri gıdanın kontrolünün şirketlere teslim edilmesi, RES,JES,Katı Atıklardan enerji üretimi projeleri de İzmir’i ve Ege’yi enerji havzası haline getirme projeleridir. Türkiye’de RES ve JES’lerin zararları açığa çıkmaya başladı, bu konuda tepkiler de yoğunlaşıyor. Atıklardan enerji üretimi projeleri ise yeni yeni gündeme gelmeye ve tartışılmaya başlandı. Bu enerji sistemi de kendi içinde teknik özellikleriyle birbirinden ayrılıyor. Ancak ne olursa olsun bugün bilinen ve bilinmeyen ekolojik riskleri de içinde barındırdığı gibi Avrupa’nın çöplerini bertaraf ettiği merkez haline gelme riskini de içinde barındırmaktadır. Yani Avrupa’nın çöp merkezi haline de gelebiliriz.
Peki Ne Yapmalı?
İzmir’in binlerce yılda oluşmuş ekosistemini korumak istiyorsak öncelikle toprağı, havayı, suyu kirleten bütün kirleticilerden kurtulmak zorundayız. Bunların başında da sermayenin değişik ihtiyaçlarını karşılamak için gündeme getirilen enerji yatırımları, sanayi atıkları ve endüstriyel gıda sistemi geliyor. Yerel tohumları korumaya çalışmak yetmez, o yerel tohumların oluşmasını sağlayan ekosistemi korumak ta en az yerel tohumları korumak ve desteklemek kadar önemlidir. Çünkü suyun, toprağın, havanın ve iklimin değişmesi yerel tohumlardan üretilen ürünlerin özelliklerini de kaybettirmektedir. Toprağı iyileştirmek için solucan gübresi önemli bir girdidir. Ancak asıl olan solucan gübresi üretim tesisleri kurarak solucanı ve gübresini metalaştırmak değil, solucanların yaşayabileceği bir toprak yapısını korumaktır. Bunun için bitkisel üretimde kimyasal kullanmaktan kaçınılmalı, “kırsal kalkınma” adı altında tarımsal üretim desenini değiştiren politika ve uygulamalara “Dur!” denilmelidir. Yoğun enerji, su, kimyasal vb. kullanımına yol açan, çiftçilerin şirketlere bağımlı üretim yapmasına neden olan gıda sisteminden bir an önce kurtulunmalıdır. Dünya çiftçileri bunu “Gıda Egemenliği” kavramı içinde ifade etmektedir.
Gıda Egemenliği kapitalizmin dayattığı gıda sistemine karşı durmak, gıdayı meta olmaktan çıkararak, piyasayla hesaplaşmaktır. Yerel tohumlara sahip çıkmak, tohumların patentlenmesine, GDO’lu tohumlara ve ürünlere karşı mücadele etmektir. Küresel İklim Krizi’ne gerçekçi çözüm sunmaktır. Daha az su, ilaç ve enerji kullanımı gerektiren ve dünyayı soğutacak bir üretim sistemi olan küçük aile tarımına sahip çıkmaktır. Doğanın ve tüm canlıların kimyasal ilaçlarla zehirlenmesine karşı çıkmak, kimyasal ilaç üreten şirketlere karşı mücadele etmek, ekolojik dengeyi korunmak demektir. Gıda egemenliği tüm canlıların gıdaya ve suya erişim hakkını savunmak suların ve su kaynaklarının özelleştirilmesine karşı mücadele etmektir. Toprağa sahip çıkmak, tarım arazilerinin şirketler tarafından enerji ve maden yatırımları, otoyollar, konut ve fabrikalar için gasp edilmesine karşı mücadele etmektir. Gıda egemenliği; insanların geçimini yok eden, dolayısıyla onları göçe zorlayan sermayenin ve metaların serbest dolaşımını değil; halkların özgür hareketini istemektir. Üreticiler ve tüketiciler arasında rekabet ve çatışma yerine işbirliğini ve dayanışmayı geliştirmektir. Tarım ve gıda politikalarının; gıdaya erişim hakkına dayanmasını, açlık ve yoksulluğun giderilmesini, temel insani ihtiyaçların karşılamasını, cinsiyetler arası eşitsizliğin kaldırılmasını savunmak ve bunun için mücadele etmektir.
Tüm insanların, gıda sistemlerini nasıl örgütleyeceğini kolektif olarak karar vererek, kamu yararını ilgilendiren tüm konularda ve kamu politikalarında karar alma süreçlerinde katılımcı olabilmesini sağlamak ve bunun için mücadele etmektir. Ortak varlıklarımızın yönetiminin kolektif ve demokratik olmasını, toplumsal denetim süreçlerine dayanmasını amaçlayan yeni bir toplumsal düzen istemek ve bu toplumsal düzen için mücadele etmek demektir. (13)Türkiye’den Çiftçi-Sen’inde bileşeni olduğu küresel çiftçi örgütü La Via Campesina (Çiftçi Yolu) bunun için mücadele ediyor. La Via Campesina kısa adı “Köylü Hakları” diye ifade edebileceğimiz “Köylülerin ve Kırsalda Çalışan Diğer İnsanların Hakları Deklerasyonu”nu hazırlamış Uzun Uğraşları sonucu, 2018 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul ettirmiştir. Türkiye bu oylamada “çekimser” oy kullanmıştır.
Köylü Hakları Deklarasyonu köylülere sadece haklar sunmamakta Devletlere de bu haklar konusunda yükümlülükler yüklemektedir. (14)Deklarasyon’un 17 ve 18. Maddeleri doğrudan toprak, su, hava, çevre vb. ile ilgilidir:
17. Madde; “Yeterli yaşam standardını elde etmek, güvenli, barış içinde ve haysiyetli biçimde yaşanacak bir yere sahip olmak ve kültürlerini geliştirebilmek için ihtiyaçları olan toprak, su kaynağı, deniz kıyısı, balık avlama alanları, otlak ve ormanlar, köylüler ve kırsalda çalışan diğer insanların, bireysel ve toplu olarak hakkıdır”, 18. Madde; “Köylüler ve kırsalda çalışan diğer insanların güvenli, temiz ve sağlıklı bir çevre hakkı vardır, çevre ile topraklarının, bölgelerinin veya kaynaklarının üretim kapasitesinin korunması ve muhafaza edilmesi hakkına sahiptir.” dedikten sonra Devletlere de bu konuda yükümlülük yüklemektedir:
“Devletler bu hakkı korumalı ve köylüler ile kırsalda çalışan diğer insanların bu hakkının tam olarak ifasını sağlamak için gerekli önlemleri ayrımcılık yapmaksızın almalıdır. Devletler iklim değişikliği ile mücadeleyi şart koşan uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmelidir, köylüler ve kırsalda çalışan diğer insanların toprak veya bölgelerine, onların özgür, önceden verilmiş ve bilinçli onayı olmadan tehlikeli maddelerin atılmasını veya depolanmasını önleyecek etkin önlemler almalı ve onların haklarını kullanması önündeki, sınır ötesi çevre zararlarından kaynaklanan tehditleri belirlemek üzere işbirliği yapmalıdır, onların haklarının korunmasına doğrudan veya dolaylı katkıda bulunan çevre kanunlarını da uygulamak suretiyle, devlet dışı aktörlerin suistimalinden korumalıdır.” demektedir. Ama ne yazık ki aldıkları kararlarla ne Hükümet, ne de Yerel Yönetimler BM Genel Kurulunda da kabul edilen bu deklarasyona uygun davranmamaktadırlar.
İzmir’in tarımsal üretiminin ve ekosisteminin yok oluşuna tanıklık etmek, gıda krizi ve açlıkla karşılaşmak veya şirketlerin bize sunduğu sağlıksız gıdaları tüketmek zorunda kalmak istemiyorsak, gerek Hükümete, gerekse Yerel Yönetimlere BM de kabul edilen “Köylü Hakları Deklarasyonu”na uygun davranmaları, yükümlülüklerini yerine getirmeleri konusunda baskı yapmalı Gıda Egemenliği Hemen Şimdi! diyebilmeliyiz.
Dipnotlar:
1) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/56972 Y. GEMİCİ/ Ö. SEÇMEN / T. EKİM / E.LEBLEBİCİ -Türkiye’de Endemizm ve İzmir yöresinin bazı endemikleri-
2)https://webdosya.csb.gov.tr/db/ced/editordosya/R%C3%83%C5%93ZG%C3%83%E2%80%9AR%20ENERJ%C3%84%C2%B0%20SANTRALLER%C3%84%C2%B0.pdf Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
3) https://www.izmirjeotermal.com.tr
4) Bolca, M., Kılınç, R., Altınbaş, Ü., Saç, M.M., Kumru, M.N., Çolak Esetlili, B., Esetlili, M.T. ve Özen,
F. 2010. Alangüllü (Aydın) Bölgesindeki Jeotermal Kaynakların Kimyasal Özelliklerinin ve İçerdikleri
Radyoaktif Maddelerin Su Kaynakları Tarım Toprakları ve Kültür Bitkilerine Etkilerinin Multidisipliner
Yaklaşımla Saptanması Üzerine Araştırmalar. TÜBİTAK, Proje No.107-0-085.
5) www.karasaban.net İzmir Büyükşehir Belediyesi ve “Yarımada Bölgesi” belediye başkanlarına bir çağrı
6) https://www.hurriyet.com.tr Yavaş Şehirde Enerjik Kalkınma
7) https://www.iklimhaber.org Tunç Soyer: ”Güneşi Sadece Su Isıtmak için Kullanmaktan Vazgeçmeliyiz”
8) Başbakan R.T.Erdoğan’nın İkizdere Barajı Açılış Konuşması haberleri
9) https://www.izmir.bel.tr Topraksız tarım “yükselen değer” oldu
10) https://www.ibb.istanbul İBB Topraksız Tarım Serası Kurdu
11) www.karasaban.net Üzüm-Sen: “Tarıma Dayalı İhtisas Sanayi Bölgeleri kabul edilemez”
12) https://mpgm.csb.gov.tr Çevre ve Şehircilik Bakanlığı- Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü İzmir-Manisa Planlama Bölgesi 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı 13) Gıda Egemenliği Hemen Şimdi! A.Ç- www.birgun.net
14) https://www.bianet.org Çiftçi-Sen-Türkiye BM Köylü Hakları Beyannamesi’ni İmzalamalı